Hanım Sahabeler

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Vefalı Bir Eş: Naile Binti Ferafisa!

Naile yalnız kalmıştı. Hayat arkadaşını, dava arkadaşını kaybetmişti. Metanetle durmaya çalışıyordu. O gün, halka konuşma yapmıştı. Eşinin hayâsını, edebini, imanını ve davasını insanlara bir kez daha anlatmıştı. Bir kez daha seslenmişti yüreklere. Yanlışlarını dile dökmüştü.
Allah’ın adıyla... Selam olsun İslam davası için can verenlere ve bu uğurda mücadele edip şehadet arzusuna kavuşamayan mü’min ve mü’minelere!

Naile Binti Ferafisa...

Resulullah (SAV)’in göz bebekleri olan iki kızının vefatından sonra hayâ ve edep timsali olan Hz. Osman ile evlenme şerefine ulaşan hanım sahabe…

Yüce bir şehidin kendisi kadar azize olan eşidir Naile (r.anha). Hz. Osman’a ve onun davasına sadık kalıp bu uğurda parmaklarını kaybeden kahraman bir hanımdır. Asiler tarafından evi muhasara altına alınan Hz. Osman’ı yalnız bırakmamış, son ana kadar da ona destek olmuştur. Evinin içine giren kendinden geçmiş kişilere nezaketle güzel kelam ile direnen, sözü müessir, ifadesi güçlü, lisanı fasih bir hatipti Naile. Kendisine saygı duyulan, zeki, anlayışlı, yufka yürekli, şair bir hanımdı. Şehadeti arzulayan bir yürekle kendini siper etmişti eşi Hz. Osman’a. Ancak arzuladığı şehadete kavuşamamıştı, yalnız parmaklarını feda etmişti. Zaten her arzulayan içemezdi ki o şerbeti. İmtihan bu ya, kimi kavuşur kimi de sırasını bekler.

O, Beni Kelb Kabilesi’ne mensuptur. Hıristiyan bir aileden gelmiştir. Babasının adı Ferafisa b. El- Ahvas’tır. Üstün zekâsıyla son din ve son peygamberi araştırıp kalbini tatmin eden din olarak kabul etmişti İslam’ı. Babası, Hristiyan olmasına rağmen onu dininden döndürmeye çalışmamış ve ona karşı çıkmamıştır. Aynı zamanda her iki kızının da Müslüman kişilerle evlenmelerine izin vermiştir.

Birinci kızı Hind, Kufe valisi Said ibni As ile; ikinci kızı Naile (r.anha) da Resulullah’ın damadı ve Müslümanların üçüncü halifesi Hz. Osman ile evlendiler.

Evlilikleri şöyle gelişti: Kufe valisi olan Said bin As’ın, Ferafisa’nın kızı ile evlendiğini duyan Hz. Osman ona şöyle bir mektup yazmıştı: “Duydum ki Beni Kelb Kabilesi’nden bir kızla evlenmişsin. Onun nesebi ve huyu hakkında bana bilgi veresin.” Vali de cevaben ona şöyle yazmıştı: “Aldığım kız Ferafisa bin el- Ahvas’ın kızıdır. Hristiyan bir aile ocağında yetişmiş, sonradan Müslüman olmuştur. Zeki, görgülü ve güzel ahlaklı bir hanımdır.” Mektubu alan Hz. Osman kız kardeşi olması halinde onu kendisine istemesini talep eder ve onu vekil kılar. Said, kayınpederine haber gönderir ve Hz. Osman’ın kızı Naile’ye talip olduğunu belirtir. Babası hiç tereddüt etmeden kız kardeşini evlendirmesi için oğlu Dabb’ı vekil tayin eder.

Henüz çok genç ve güzel olan bu hanım, yaşlı biriyle evleneceğini öğrenince kararsız kalmıştı. Ancak Hz. Osman’ın soylu, şerefli ve en önemlisi de cennetle müjdelenmiş bir sahabe olması bu teklifi kabul etmesine vesile olmuştu. Kardeşi Dabb ile Medine-i Münevvere’ye Hz. Osman’ın evine gelmişti.

Bu küçük hanımı en güzel şekilde ağırlayan Hz. Osman, onu karşısındaki mindere oturtup onunla sohbet etti. Onun güzel ahlakından ve güzel konuşmasından hoşnut kalmıştı. Naile vefakâr ve fedakâr bir hanımdı. Kocasına karşı hürmette ve hizmette kusur etmiyordu. Fitne dolu günlerde kocasının en büyük destekçisi ve danışmanıydı.

Gözü dönmüş kişiler tarafından kuşatılan evlerinde Rablerine sığınmış ve birbirlerini yalnız bırakmamışlardır. Evlerine dalkılıç giren hainlerin karşısına dikilmiştir. Eşini korumak için üzerine kapanmış ve parmaklarını kaybetmiştir.

Muhasara gününü şöyle anlatır Naile (r.anha): “Evimiz muhasara altına alındığı gün Osman oruçluydu. İftar zamanı gelince onlardan su istedi. Onlar kirli suyu olan kuyuyu işaretle ‘Git oradan su iç’ diyerek dalga geçtiler. O akşam da susuz ve aç kaldı Osman. Ertesi günü evlerine gelen komşularından su istedi. Onlar su almaya giderken Emirü’l Mü’minin azıcık uyuklamıştı. Uykudan kalkınca şöyle dedi: ‘Kavmim beni öldürecek.’ Ben de dedim ki: ‘Asla! İnşallah bu arzularına ulaşamayacaklar. İstediklerini yapamayacaklar. Şüphesiz senin halkın seni gözetir, korur.’ Osman tekrar buyurdu ki: Rüyamda Rasulullah’ı, Ebu Bekir ve Ömer’i gördüm, dediler ki: Bu gece iftarı yanımızda açarsın.” (Ahmed bin Hanbel, I,73)

Naile (r.anha) sözü müessir bir hatipti. İfadeleri güçlü, tesirli idi. O, Hazreti Osman’ın evi kuşatıldığında asilere şöyle demişti: “Siz onu öldürmek mi istiyorsunuz? Size şunu söyleyeyim de artık onu ister öldürün, ister bırakın. O bütün geceyi, bir tek rekâtla ihya eder ve o rekâtta bütün Kur’an’ı hatmeder.”

Bu sözüyle o, kocasının edep ve hayâ sahibi, Kur’an dostu, faziletli bir insan olduğunu tasdik ediyordu. Ancak ‘bazı kalpler taştan da katıdır’ der ya âlemlerin Rabbi. İşte öyle bir kalbe bürünmüştü asilerin kalbi. Tesir etmemişti hiçbir kelam. Tesir etmemişti hiçbir ayet. Ve şehit etmiştiler müminlerin emirini.

Naile yalnız kalmıştı. Hayat arkadaşını, dava arkadaşını kaybetmişti. Metanetle durmaya çalışıyordu. O gün halka konuşma yapmıştı. Eşinin hayâsını, edebini, imanını ve davasını insanlara bir kez daha anlatmıştı. Bir kez daha seslenmişti yüreklere. Yanlışlarını dile dökmüştü. Muaviye, bu müctehid kadının büyüklüğünü görmüş ve zevcesi olması için talepte bulunmuştu. Naile (r.anha) teklifi reddederek “Osman’ın bende muttali olduğu şeylerden başka hiçbir kimsenin muttali olmasını istemem.” demiş ve hayatının sonuna kadar kimseyle evlenmeyip dul yaşamıştır.

Naile (r.anha)’nın hayatı hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Kaynaklarda ne zaman ve nerede vefat ettiği bulunmamaktadır. Rabbim kendisinden razı olsun ve cümlemizi onun vefakârlığından, sadakatinden hissedâr eylesin.(Amin)
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Hazret-i Fâtıma (r.a)

Hazret-i FATIMA (RadiyAllahu Anha)

Baba adı: Hz. MUHAMMED (S.A.V)
Ana adı: Hz. Hatice r.a.
Doğum tarihi ve yeri: 606 yılında Mekke’de doğdu
Ölüm tarihi ve yeri: 632 yılında, Medine’de babasının vefatından 6 ay sonra vefat etmiştir.
Eşi: Ali Bin Ebu Talip
Oğulları: Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Muhsin bin Ali
Kızları: Ümmügülsüm binti Ali, Zeynep binti Ali, Sahabeden
Kiminle Kardeşti: Kasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Abdullah
Kabilesi: Kureyş Kabilesi
Künyesi: “Ümmü Ebîha” yani "Babasının Annesi"


HAKKINDA

Her hal ve hareketinde Peygamberimizi örnek alıp hayatında tatbik ederek, Hazreti Muhammed’in (sav) "Fatıma Cennet kadınlarının efendisi, Hasan ve Hüseyin de Cennet gençlerinin efendisidir" müjdesine mazhar oldu.

Kainatın Efendisinin kızı, mübarek silsilenin temsilcileri olan Hazreti Hasan ve Hüseyin’in (ra) annesi olma bahtiyarlığına erişen mümtaz kadın.
Mütevazı bir hayat yaşayarak, günlerce açlıkla mücadele eden ve bu sebeple de, "Allah’ım ona açlık elemini verme" mealindeki Peygamberi duadan sonra bir daha açlık elemi çekmeyen mübarek kadın.


Fatıma 609 yılında Mekke’de doğdu (bazı kaynaklarda da 605 tarihinde doğduğu kaydedilmektedir). Annesi, Peygamber Efendimizin ilk eşi, ilk Müslüman ve mübarek kadın olan Hz. Hatice’dir. Hz. Hatice’nin (ra) en küçük kızıdır. Aydınlık, parlak ve beyaz yüzlü kadın, anlamına gelen "Zehra" lakabı (Fatımatü’z-Zehra) ile anılırdı.
Peygamber Efendimiz, kendisini çok sevip anne sevgisiyle muamele ederek, babaannem, annem anlamına gelen "Ümmü ebiha" sözleriyle kendisine hitap ederdi. Bir diğer lakabı da "iffetli kadın" anlamına gelen "Betül" dür. Künyesi, Ümmü’l-Haseneyn Fatıma bint Muhammed ez-Zehra şeklindedir.

Evlenme çağına gelen Fatıma’ya, Hz. Ebu Bekir ve daha sonra Hz. Ömer talip olup evlenmek istemişlerse de Peygamber Efendimiz bu taleplerini kabul etmeyerek daha sonra talip olan Hz. Ali ile evlendirdi. Evlendikleri zaman Hz. Ali’nin maddi durumu mehir bedeli veremeyecek kadar düşük olduğu gibi, Hz. Fatıma’nın da bütün çeyizi; kadife bir örtü, bir yastık, iki el değirmeni ve iki su kabından ibaretti. Peygamber Efendimiz ikisi için şu duada bulundu:

Allah’ım, onların her ikisine bu evliliği mübarek kıl. Onlardan gelecek nesilleri mübarek eyle. Onları şeytanın şerrinden koru. Dualarını tamamladıktan sonra iki sure okudu. Bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Muhassin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep dünyaya geldi.

Evliliklerinin ilk yıllarında bazı anlaşmazlıklar çıktıysa da Peygamber Efendimiz aralarını bularak, Hz. Fatıma’ya kocasına itaat etmeyi tavsiye ederken, Hz. Ali de bundan sonra hiçbir şekilde eşini üzmeyeceğini belirtti. Böylece aralarındaki anlaşmazlık ve ufak tefek kırgınlıklar ortadan kalktı.

Fatıma babasına son derece düşkündü. Peygamber Efendimizin vefatının yaklaştığını öğrendiğinde ağlamaya başladı. Bunun üzerine Resulü Ekrem kulağına eğilerek, ailesinden ilk önce kendisinin Ona kavuşacağını söyleyerek teskin ve teselli etti. Nitekim babasının vefatından beş buçuk ay sonra 632 yılının Ramazanında Hakkın rahmetine ve Resulullah’a kavuştu.

Peygamber Efendimize layık bir evlat olan Fatıma, her haliyle Peygamber Efendimizi kendisine örnek alıp Onun gibi yaşamaya çalıştı. Haya ve edep timsali olup, konuşma şeklinden yürüyüşüne kadar bir çok özelliği ile babasına benziyordu. Sade bir hayat yaşadı. Kızını çok seven Peygamberimiz, Fatıma geldiği zaman çok sevinir ve ayakta karşılardı. Yanaklarından öperek iltifat ederdi. Ya kendi yerine veya yanına oturturdu. Evinde kendisini ziyarete gelen babasına kendisi de aynı şekilde ve hürmetle mukabele ederdi.

Hz. Fatıma’nın en önemli özelliklerinin başında, Peygamber Efendimizin soyunu devam ettirmek gelir. Bu açıdan müstesna bir yere sahiptir. Peygamber Efendimiz nübüvvet nazarıyla istikbali görerek Hz. Fatıma ve oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’e büyük muhabbet besledi. Onlara büyük muhabbet beslediği gibi çoğu zaman dua da ederdi.
Bu muhabbet ve sevginin sebebi sadece baba şefkatinden ibaret olmayıp bir çok hikmetleri vardır. Mübarek abasını Hazreti Ali(ra), Hazreti Fatıma (ra), Hazreti Hasan ve Hüseyin’in (ra) üstlerine örterek "Ey Peygamber ailesi, Allah günahlarınızı giderip sizi ter temiz yapmak istiyor" (Ahzab Suresi 33 ayet), ayetiyle dua etmesi ile ilgili olarak, Bediüzzaman Hazretleri şu ifadelere yer verir:

"Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ ve istikbal-bîn nazar-ı nübüvvetle, otuz kırk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim fitneler olup kan döküleceğini görmüş. İçinde en mümtaz şahsiyetler, abâsı altında olan o üç şahsiyet olduğunu müşahede etmiş.
Hazret-i Ali’yi (r.a.) ümmet nazarında tathir ve tebrie etmek ve Hazret-i Hüseyin’i (r.a.) tâziye ve teselli etmek ve Hazret-i Hasan’ı (r.a.) tebrik etmek ve musalâha ile mühim bir fitneyi kaldırmakla şerefini ve ümmete azîm faydasını ilân etmek ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetinin tâhir ve müşerref olacağını ve Ehl-i Beyt ünvan-ı âlisine lâyık olacaklarını ilân etmek için, o dört şahsa, kendiyle beraber "Hamse-i Âl-i Abâ" ünvanını bahşeden o abâyı örtmüştür" (Lem’alar s. 97).

Peygamber Efendimiz, bu hareketiyle ileride meydana gelecek hadiselerde Hazreti Ali’nin halifeliğinin hakkaniyetine ve cereyan edecek hadiselerde masumiyet ve haklılığına işaret ederek, Emevilerle Haricilerin ifrata kaçan taraftarlarına ikazda bulunmuştur.
"...İşte bu abâ ve dua ile, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (r.a.) ve Hazret-i Hüseyin’i (r.a.) mesuliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkında sû-i zandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan’ı (r.a.), yaptığı musalâha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risalet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fatıma’nın (r.a.) zürriyetinin nesl-i mübareki, âlem-i İslâm’da Ehl-i Beyt ünvanını alarak âli bir şeref kazanacaklarını ve Hazret-i Fatıma (r.a.) zürriyetçe çok müşerref olacağını ilân ediyor" (Lem’alar s. 97).

Örnek alınacak bir çok meziyetlere sahip olan Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma, evlatları hastalanmış ve iyileşmeleri halinde üç gün oruç tutacaklarını vaat ederek Cenabı Hakk’a dua etmişlerdi.
Duaları kabul edilip evlatları iyileşince oruç tutmaya başladılar. Tam iftar vaktinde yemek yiyecekleri sırada kapıları çalındı. Kapıya gelen fakir "Ey Muhammed’in evlatları, ben fakirim. Çocuklarıma yedirecek bir şeyim yok. Bir parça yiyecek verin de Allah’da sizlere Cennet nimetlerini ihsan etsin" şeklinde bir istekte bulununca hazırladıkları yemeği fakire vererek oruçlarını su ile açtılar.
Ertesi gün hazırladıklarını kapılarına gelen yetime verdiler. Üçüncü gün ise kapılarını müşrik bir esir çaldı. Bu sefer de hazırladıklarını ona vererek yine oruçlarını su ile açtılar. Açlıktan halsiz düşen Hz. Ali çocuklarını alarak Peygamber Efendimizin yanına gitti. Onların perişan vaziyetini gören Kainatın Efendisi, hallerine çok üzüldü ve onları da alarak kızının evine gitti. Kızının durumunun daha kötü olduğunu görünce daha da üzüldü. İşte tam bu sırada "Onlar kendi canlarının çekmesine rağmen, yemeği fakire, yetime ve esire yedirirler" mealindeki İnsan Suresi’nin sekizinci ayeti nazil oldu. Böylece katlandıkları büyük fedakarlık sonunda Cenabı Hakkın övgüsüne mazhar oldular.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Hazret-i Ayşe-i Sıddıyka (r.a.)

Hazret-i Ayşe-i Sıddıyka (r.a.) Müminlerin annesi...

Hz.Ebubekir (r.a.)'ın kızı. 612 yılında Mekke'de doğdu Annesi Ümmü Ruman binti Amir Ibn Umeyr'dir. Çok küçük yaşta müslüman olmuştur. Künyesi Ümm-i Abdullah dır. Resulullah ona "Hümeyra" lakabını vermiş;
"Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız" buyurmuşlardır.

Nikahı

Resulullah, ilk zevceleri Hatcetü'l Kübra hayatta iken başka bir kadınla evlenmemişti. Ölümünden sonra bir müddet daha evlenmedi. Osman İbn Maz'un hanımı Hz. Hule binti Hakim, Resulullah'a gelerek evlenme konusunu dile getirdi. Resulullah kiminle evleneyim diye sorduğu zaman, Hule:
-Kız da vardır dul kadın da vardır, hangisinmi istersiniz? Dul kadın Sude bint-i Zema, kız ise Ebubekir'in kızı Ayşe. Emr ederseniz ben gidip bir ağız yoklayayım.

Hule Zatı Risaletpenahilerinin gönlünün isteğini öğrendikten sonra Hz.ebubekir'in evine geldi ve meseleyi kendisine anlattı. O zaman Hz.Ebubekir (r.a.) Resulullah ile din kardeşi olarak sözleşmişti. Cahiliye devrinde söz kardeşlerinin çocukları arasında nikah caiz değildi. Bu yüzden Hz.Hule'nin sözüne Hz.Ebubekir (r.a.) hayretle:
-Resulullah benim söz kardeşimdir, bu nasıl olur? der.
Hule meseleyi Resulullah'a aktardığında Allah Resulü buyururlar:
-Ebu Bekir benim din kardeşimdir, bu şekilde kardeşler arasında nikah caizdir.

Hz.Ayşe'nin Resulullah'a nikahlanması 620 yılında oldu. Nikahın kıyılmasından iki yıl geçtikten sonra zifaf olmuştur.

Nikahını Hz.Ayşe anlatıyor:
"Ben nikah olacağım zaman çocuklarla oynuyordum. Annem benim evden dışarı çıkmama bir şey demezdi. o zamana kadar benim nikahdan haberim yokdu."

Hicret ve Resulullah'ın Evine Gidişleri

Resulullah Medineyi Münevvereye vardıktan sonra Zeyd İbni Harise ve kölesi Ebu Rafi'i ile aile efradını getirtmek için görevlendirdi. Bunlara iki deve ve ihtiyaçlarını tedarik etmek için 500 dirhemde para verdiler. Bir hayli sıkıntıdan sonra Hz.Ayşe (r.a.) annesi ve kızkardeşleriyle birlikte Medine'ye vardı ve Benu Haris mahallesinde kendi akrabalarının ve yakınlarının yanına yerleşti.

Medine havası muhacirlere yaramamış, bir çoğu hastalanmıştı. Hz.Ebubekir (r.a.) de ağır hastalanmış ve ona Hz.Ayşe bakmıştı. İyileşmesinin ardından Ayşe rahatsızlanmış ve yatağa düşmüş, hastalığının şiddetinden saçlarının tamamı dökülmüştü. Bir müddet sonra bu hastalıklar atlatılmıştı. Hz.Ebubekir Resulullah'a haber göndererek "Ayşe'yi niçin eve almadığını" sorar. Resulullah "Mehriyeyi ödemek için paraları olmadığını" bildirirler. Bunun üzerine Hz.Ebubekir ödünç olarak 500 dirhem ona verir. Zatı Saadetleri de bu parayı Hz.Ayşe'ye gönderir.

Bu şekilde Hz.Ayşe (r.a.) koca evine gitme hazırlığı başlar. 623 yılında Şevval ayında Resulullah'ın evine gelir.

Hz.Aişe, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katıldı ve diğer sahabe hanımları gibi harpte yaralıların tedavisiyle bizzat uğraştı. Uhud gazasında sırtında su ve yiyecek taşıyıp yardım için Peygamber Efendimizin herp yanında kalmıştı. Hatta, peygamberimizin Uhud'da müşrüiklerin taşlarıyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasır yakıp, külünü basarak kanlarının durmasını sağlamıştı. Hz.Aişe bir ara Uhud'da kılıçla cepheye gitmek istemişse de, Resulullah buna müsaade etmemiştir.

İftira

Hz. Aişe (r.a) anlatıyor:


Resulullah (s.a.v) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi. Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Resulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. Onun için bir hevdece (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Resulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi. Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugahı geçtim, tuvalete gittim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu.

Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes beni konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.

Resulullah Medine'ye ayak bastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıyageldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlar" dansın . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.

Sonra Resulullah girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim" dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim, insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, göz yaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Resulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenileliden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona benim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.

Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimde sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi, göz yaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver." O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hatta gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz .Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, ancak Yusuf'un babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.

O halde ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Resulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış günüde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Resulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.

Ne zaman ki Resulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi. "Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim. Annem, dedi "Kalk ona!" Ben, "Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim" dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebu Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak etmem" dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye yemin etmesinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu Bekir de "Evet, vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi Mıstah'a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm nazil olunca Resulullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği vakitte Abdullah b. Ubeyy'e, Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu.

Resulullah'ın Vefatı

Peygamberimiz (s.a.s) 632 senesinde hastalandı. bu hastalığı onüç gün sürdü. Bu sürenin beş günlük bölümünü diğer hanımlarının yanında sekiz günlük bölümünü ise Hz.Aişe validemizin evinde geçirdi. Haziran ayının beşinde pazartesi günü öğleden önce, mübarek başı, Hz.Aişe validemizin göğsüne yaslanmış olarak vefat etti. Resulullah'ın vefatınmdan sonra Ashab-ı Kiram, Hz.Aişe vaidemize "müminlerin annesi" adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir.

Resul-i Ekrem (s.a.s) in Hz.Ayşe'ye muhabbeti fazla idi. Resulullah buyurdu:
"Hak Teala ile benim aramda bulunan meselede -kadınlar arasında eşitliği gözetmek hususunda- imkanı olduğu nisbette dikkat edip adaletten ayrılmadım. Fakat Ayşeye karşı sevgimin fazla olmasına mani olmak kudret ve imkanım dahilinde değildir. Hak Teala bunun için beni afv eylesin.

Son Kırk Yılı

Resulullah'ın vefatından sonra kırk yıla yakın bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir. Hz. Âişe'nin bu son kırk yıllık hayatındaki en önemli olay; Cemel Vak'ası'dır. Hz. Osman'ın karışıklık çıkaran entrikacı asiler tarafından şehid edilmesinden sonra halîfe olan Hz. Ali, katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları gereği olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan yüz bulan asiler taşkınlıklarını artırarak fenalıklarına devam ettiler.

Durum böyle endişe verici bir hâl alınca Ashâb-ı Kiram'ın büyüklerinden bir kısmı (Talha, Zübeyr...) Mekke'ye giderek o sırada hac için orada bulunan Hz. Âişe'yi ziyaret edip, olaylara el koymasını ve kendilerine yardımcı olmasını istediler. Hz. Âişe de; acele etmemelerini, sabırla bir köşeye çekilip Hz. Ali'ye yardımcı olmalarını tavsiye etti. Ashâb-ı Kirâm'ın büyükleri de Hz. Âişe'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya gitmeyi uygun gördüler. Hz. Âişe'ye de: "Ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanların annesi ve Resulullah'ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz. Âişe de, müslümanların rahat etmesi ve Ashâb-ı Kirâm'ın korunması için onlarla birlikte Basra'ya hareket etti.

Bu gidişi asiler, Hz. Ali'ye başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali'yi de zorlayarak Basra'ya gitmesini sağladılar. Hz. Ali de Basra'ya gelince Hz. Âişe'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculuğu hakkındaki düşüncelerini sordu. Hz. Âişe, fitneyi önlemek ve sulhu sağlamak için Basra'ya geldiğini; öncelikle katillerin yakalanmasını istediklerini halife Hz. Ali'ye bildirdi. Bu görüşü Hz. Ali de uygun bularak sevindi. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar.

Bu barış haberini ve memnunluğu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak için, gece karanlık basınca, her iki tarafa da ayrı ayrı askerlerle saldırdılar. Taraflara da: "Bakın, karşınızdakiler sözünde durmadı" deyip bu gece baskını ile ortalığı karıştırdılar. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen müslümanlar harb etmeye başladılar. Her iki taraf da karşısındakini suçluyordu. İşte bu iki müslüman grup arasında meydana gelen çatışmaya Cemel vak'ası denir.

Bu vak'ada Hz. Aişe'nin ictihadı Hz. Ali'nin ictihadına uymamıştı. Buna rağmen galib olan Hz. Ali, müminlere anneliği Kur'an-ı Kerim ayeti ile sabit olan Hz. Aişe'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek imandandır." hadisini haber veren Hz. Âişe de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz. Ali'nin şehâdetine üzüldü ve çok ağladı. Çünkü, sahâbiler birbirlerini çok severlerdi.

Hayatının son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fıkhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında Medine-i Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (r.a.) kıldırdı. Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanına defnedildi.

Giyimleri

Kırmızı gömlek ve siyah örtü giymekle beraber, turuncu elbiseyi tercih ederdi. Ehrama girerken altın yüzük taktığı sarı elbise giymiş olduğu görünmüştür. Arada sırada ipek de giyerdi. Çok kanaatkar olduğu için yalnız bir çift ayakkabısı vardı, bunu temizler temizler giyerdi.
Bir fistanı vardı, kıymet itibarı ile 5 dirhem ederdi, fakat bu fistan zamanında o kadar kıymetli idi ki gelinler, düğünlerinde gelir bunu emanet alırlardı.
Elbise hususunda çok titiz idi, bir ara yeğeni Hafza ince bir başörtü ile yanına gelmişti. Hz.Ayşe onun baş örtüsünü tutup buyurdu:
"Sen bilmiyormusun Cenab-ı Hak Sure-i Nur da ne buyurmuştur?" Sonra kendisine kalın bir başörtüsü verdi.

İlmi ve İçtihadları

Hz. Ayşeden baş diğer hatunlarıda Resulullah'ın mubarek ağızlarından bire çok söz duymuşlarsa da, hiç biri bu sözün hakiki ruhuna Hz.Ayşe gibi nüfuz edememişlerdir.

Hz.Ayşe körü körüne taklide muhalifdi.

Kadınlar camiye gidebilir mi?


Resulullah kadınların camiye gelip de, camide namaz kılmalarına müsaade etmiş olduklarından. Hz.Aişe bu işin daimi olarak caiz olduğuna karar vermiştir. Fakat Hz.Aişe kadınların dönem içinde camiye gitmelerinin mahzurlu olabileceğini işaret ederek "Resulullah bu hususu hissetmiş olsalardı, her halde o zaman kadınların camiye gitmelerini men ederdi. Nitekim İsrail oğullarının kadınları men edilmişlerdir" dedi.

İslamda ibadetlere şirk karıştırmaktan men eylemede titiz idi.

Kabenin örtüsü kullanabilinir mi?


Kabe'nin anahtarcı başısı olan Şeybe İbn-i Osman bir ara, Kabe'nin örtüsünü kaldırdıktan sonra pis ve kirli ellerle tutulmasın diye:"Toprağa gömelim" diyince. Hz.Ayşe bunun Kabenin örtüsünün zamanla mukaddesleştirileceğinide göz önüne alarak, uygun görmedi ve buyurdu: "Kabe'nin örtüsünü istediğiniz gibi kullanırsınız, isterseniz satar, onun parasını da fakire fukaraya verirsiniz"

İlim elde etmekle kalmamış, bir çok meselede de içtihad etmişti.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Hamne Binti Cahş (Mus'ab Bin Umeyr'in Hanımı)

Peygamber efendimizin halasının kızı:

Hz. Hamne, Peygamberimizin halası Ümeyme binti Abdülmuttalib’in kızıydı. Aynı zamanda Resulullah efendimizin hanımlarından Zeyneb binti Cahş’ın kardeşiydi. Böylece Resulullahın baldızı olma şerefini kazanmıştı.
İslâmiyetin ilk yıllarında Müslüman olmuştu. Peygamberimize bütün kalbiyle bağlıydı. Büyük sahabîlerden Musab bin Ümeyr ile evliydi. Birlikte mesut bir hayat yaşıyorlardı.
Kocası, dayısı ve kardeşi şehit oldu
Hz. Musab, Uhud savaşına katılmış, çok büyük kahramanlıklar göstermişti. Neredeyse büyük bir zafer kazanılacaktı. Fakat Resulullahın yerleştirdiği okçuların yerlerini terk etmesi üzerine, savaşın akışı değişti. Müslümanlar dağılır gibi oldular. Hatta Resulullahın şehit edildiği şayiası yayıldı.
Medine’de bulunan kadın sahabîler bunu haber alır almaz, cepheye koştular. Bunlar arasında Musab bin Ümeyr’in hanımı Hamne de vardı. Bu hanımlar Resulullahın sıhhat haberini alınca, çok sevindiler.
Fakat, Hz. Musab bu savaşta şehit olmuştu. Ayrıca Hz. Hamne’nin kardeşi Abdullah bin Cahş ve dayısı Hz. Hamza da şehadet mertebesini kazanmıştı. Bu haberi Hamne’ye, Peygamber efendimiz vermek istiyordu. Hamne yanına geldiğinde buyurdu ki:

- Ey Hamne, sabret ve ALLAHtan sevabını bekle!

- Kimin için sabredeyim ya ResulALLAH?

- Dayın Hamza için.

- Bizler ALLAHın kullarıyız ve ona döneceğiz. ALLAH ona rahmet ve magfiret etsin. Onu şehitlik sevabıyla sevindirsin ve müjdelesin.

Peygamberimiz tekrar buyurdu ki:

- Ey Hamne, sabret ve ALLAHtan sevabını bekle!

- Kimin için sabredeyim, ya ResulALLAH?

- Kardeşin Abdullah için.

- Bizler ALLAHın kullarıyız ve ona döneceğiz. ALLAH ona rahmet ve magfiret etsin. Onu şehitlik sevabıyla müjdelesin ve sevindirsin.

Bundan sonra, Peygamberimiz yine buyurdu ki:

- Ey Hamne, sabret ve mükâfatını ALLAHtan bekle!

Hz. Hamne bu sefer merakla tekrar sordu:

- Kim için sabredeyim, ya ResulALLAH?

- Kocan Musab bin Ümeyr için.

Bunun üzerine, o zamana kadar sabır ve metanetini hiç bozmayan Hz. Hamne, birden değişti. Yetim kalan çocuklarını düşündü. “Vay benim başıma gelenlere” diye ağlamaya başladı.

Ayrı bir değeri vardır

Bunun üzerine Resulullah efendimiz şöyle buyurdu:

- Hiç şüphesiz kadının yanında kocasının ayrı bir değeri vardır. Hamne dayısının, kardeşinin ölümüne dayanabildi. Fakat kocasının vefatını duyunca, metanetini koruyamadı.

Hz. Hamne, kocası için aynı sabrı gösterememiş olmakla beraber, kadere itiraz da etmedi. Resulullahın duâ ve tesellisiyle sakinleşti.

Hz. Hamne daha sonra cennetle müjdelenen on sahabîden Talha bin Ubeydullah’la evlendi. Onunla da mesut bir hayat yaşadılar. MUHAMMED ve İmran isminde iki çocukları dünyaya geldi.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Hz. Ümmü Cündüb (RadıyAllahu Anha)

Hz. Ümmü Cündüb (RadıyAllahu Anha)| Hayat üs Sahabe TIM


Resûlullah’ın (S.A.v) mucizesine şahit olmuştur.


Künyesi: Ümmü Cündüb’dür.


HAYATI


Ümmü Cündüb’ün gerçek adı bilinmemektedir, künyesi olan Ümmü Cündüb ile meşhur olmuştur.


Peygamberimiz (S.A.v) Hicretin onuncu yılının Zilhicce ayında hac hazırlıklarına başlamıştı. Medine ve Medine dışındaki Müslümanlar da hazırlık yaptılar ve yola koyuldular. Ümmü Cündüb’de Resûlullah Efendimizin hac için yola çıktığını duyunca o da hemen hazırlanıp yola çıktı ve Zülhuleyfe’de Resûlullah (S.A.v) ve ashabı ile buluştu.


Sonrasını Ümmü Cündüb şöyle anlatır:


"Peygamberi (S.A.v) Cemret-ül Akabenin yanında gördüm. Cemreye taş attı, sonra halk da attı. Sonra geri döndü. O esnada bir kadın, beraberinde akıl hastası bir çocuğu olduğu halde çıkageldi. Dönüp peygambere şöyle dedi: "Ey Allah’ın Resûlü, oğluma bir musibet arız olmuştur, konuşamıyor." Bunun üzerine peygamber, kadına bir kap su getirmesini emretti. Getirilen sudan biraz ağzına aldı ve dua ettikten sonra tekrar kaba boşalttı. "Bu suyun bir kısmını çocuğa içir, diğer kısmıyla da başını yıka" dedi."


Ümmü Cündüb diyor ki, "kadının peşinden gittim, "o sudan biraz da bana hediye et" dedim. Kadın, "biraz alabilirsin" dedi. Aldığım bir avuç kadar suyu götürüp hasta olan oğlum Abdullah’a içirdim. Hemen iyileşti ve kendine geldi. Allah’ın dilediği kadar iyilik ve fazilet sahibi oldu."


Ümmü Cündüb devamla diyor ki: "Bir zaman sonra o kadına rastladım, oğlunun durumunu sordum. Kadın, oğlunun çok iyi olduğunu hatta emsali arkadaşları arasında sıhhat bakımından hepsinden daha iyi olduğunu söyledi." Ebu Nuaym’ın naklettiği ifade ise şöyledir: "Çocuğum iyileşti ve halk arasında en zeki olanlar arasına girdi."


Ümmü Cündüb (r.anha), Peygamber Efendimiz’in (S.A.v) mucizelerinden birine şahit olmuş ve bu sayede oğlu hastalığından şifa bulmuştur.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Hadicetü’l Kübra

Faziletleri ve Menkıbeleri


Hz.Ebu Hureyr (r.a) rivayet eder, Allah Resulu buyurdu:




"Dört hatunun faziletleri bütün dünya hatunlarının faziletlerinden üstündür. Meryem Bint-i İmran, Firavun’un karısı Asiye, Hatice bint-i Huveyled ve Fatma bint-i Muhammed"


Bir ara Hz.Hatice Resulullah’ı aramak için dışarıya çıkmıştı. o sıra bütün Araplar Zatı saadetlerine düşman idiler. Cebrail (a.s), kendine bir adam kifayetinde görünür. Acaba bu adam düşman mıdır, değil midir diye Peygamberimizi ona sormaktan çekinir. Eve döndüğünde, Resulullah dönmüştür, olayı anlatır. Zatı saadetleri buyururlar:




"Senin gördüğün ve beni sormak istediğin o zatın kim olduğunu biliyor musun? O Cebrail Aleyhisselam idi. Bana dönüp onun selamını sana bildirmemi söyledi ki, cennette senin için incilerden yapılmış bir bina hazırlanmıştır. Tabii orada böyle üzüntülü, sıkıntılı ve zahmetli külfetli şeyler bulunmayacaktır."


Bir ara Cebrail (a.s) Peygamberimizin huzuruna gelip:




"Hak Teala Hatice’ye selam eder. Sen bunu Hatice’ye ulaştırasın" Resulullah ulaştırır.




Hz.Hatice:




"İnnAllahe hüve’s-selam. Hak Teala selamın ta kendisidir. Cebraile de Selam olsun. Sana da Selam olsun Ya ResulAllah"


Bu vaka Hz.Haticenin dini ferasetine delalet eder. Burada cevabında "Ve Aleyhisselam" (O’na da selam olsun dememiştir.)


Sahabiler ilk başta namazda teşehhüd okudukları zaman Et-Tahiyyatü Lillah demezler ve "es-selamü Allah" derlerdi. Peygamber efendimiz böyle söylenmesini men ettiler ve buyurdularki; "Allah Teala’nın esasen "Selam" ismidir. Bunun yerine "Ettahiyyatü lillah" deyiniz"


Bir ara Resul-i Ekrem (S.A.v) hasta olan kızı Hz.Fatıma (r.a)’ı ziyaret eder. Buyurur:




- Kızım nasılsın?" Hz.Fatıma arz eder:




- İyi değilim, hastayım, işin fena tarafı şu ki, evde yiyecek hiçbir şey de yok. Peygamberimiz buyurur:




- Kızım sen istemezmisin ki, dünyanın bütün kadınlarının hanımı olasın? Hz.Fatime arz eder:




- Babacığım, Meryem bint-i İmran ne idi? Peygamberimiz buyurur:




- O kendi devrinin kadınlarının hanımı idi, sen de kendi devrinin kadınlarının hanımısın. Hatice de son devrin kadınlarının en iyisi ve hanımıydı.






Vefatı


Hz.Hatice Resulullah (S.A.v) ile nikahlandıktan sonra 24 sene bir arada yaşadı. Nübuvvetin sekizinci senesi, Hicretten üç sen önce, Ramazan ayının başında vefat etti. O zaman daha namaz farz olmamıştı. Kendisine Cenaze namazı kılınmamıştır. Çünkü bu hüküm nazil olmamıştır. Haccun mezarlığına defin edildi Dünyada göremedik. Allah (C.C.) Cennette görmek nasip etsin. Bizi ona misafir etsin. Resulullah misafiri severdi O’da Resulullah’ın sevdiğini severdi Şefaatinden bizi de nasiplendirsin.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Hz. Zinnire (r.a.)

Hz. Zinnire (r.a.)


NESEBİ:Rum asıllıdır. Nesebi belli değildir fakat Rum asıllı olduğu için adına Zinnîre Rûmiye’de denilmiştir.


HAKKINDA



İlk Müslümanlardan ve Allah yolunda en çok işkenceye katlananlardandır.


Allah yolunda işkenceye maruz bırakılıp da Ebu Bekir tarafından azad edilenlerden biri de Zinnîre idi. Diğerleri ise şunlardı: Hz. Bilal, Hz. Bilal’in annesi Hamâme, Ebû Fukeyhe, Amir, Nehdiyye ve O’nun kızı, Zinnire, Ümmü Ubeys.


O, Mahzum oğulları veya Abdüddar oğullarından bir müşrikin câriyesi idi. İslâm’ın ilk günlerinde Mekke semâlarında parlayan İslâm güneşinin nûruyla gönlünü aydınlattı. Hak yolunu buldu ve ilk Müslüman hanım sahâbîlerden oldu.


Zinnîre (r.anhâ) müşrikler tarafından en ağır işkencelere uğratılan kadın köleler arasında idi. Onun efendisi katı bir İslâm düşmanıydı. İslâm’ın ilkleri hep çilekeş Mü’minlerdi. Azgın müşrikler kimsesiz, garib, fakir Müslümanlara çok ezâ ve cefa etmişlerdi. Her kabîle kendi içinden İslâm’a giren kimseleri hapseder, döver, aç ve susuz bırakır hatta sıcak, kızgın kumlara yatırır, işkence ederdi. Kimse karışamaz ve bir hak taleb edemezdi.


Hz. Zinnîre öldü sanılıncaya kadar dövülüp, kendisine çeşitli işkenceler yapılıyordu, bu çektiği işkenceler sonucunda da gözleri kör olmuştu. Ama O inancından asla taviz vermedi, Allah’a tam tevekkül sonucunda gözleri tekrar görmeye başlamıştı.


Ebu Cehil’in yaptığı işkenceler yüzünden Zinnîre Hatunun gözleri görmez olmuştu.


Ebu Cehil: "Gördün mü? Lât ve Uzzâ senin gözünü de kör etti!" dedi.


Zinnîre Hatun:


"Hayır! VAllahi, bu öyle değildir!


Benim gözümü böyle eden onlar değillerdir!


Lât ve Uzzâ, ne yarar, ne de zarar vermeye asla kadir olamazlar.


Lât ve Uzzâ, hiçbir şeyi göremezler!


Onlar kendilerine tapanları da, tapmayanları da bilemezler!


Fakat bu, semavî bir iştir.


Benim Rabbim gözümü geri vermeye, beni gördürmeye de kadirdir!" dedi.


Diğer Kureyş müşrikleri de: "Onun gözlerini ancak Lât ve Uzzâ kör etmiştir!" dediler.


Zinnîre Hatun, bunu işitince: "Allah’ın Beyt’ine (Kâbe’sine) yemin ederim ki, onlar yalan söylüyorlar! Lât ve Uzzâ ne zarar verebilir, ne de yarar" dedi."


Zinnîre’nin müşriklere verdiği bu cevaplardan sonra Cenab-ı Hak O’nun gözlerini açmıştı. Her şeye bir bahane bulan müşrikler bu defa: "Bu da Muhammed’in sihirlerindendir!" dediler.


Ebu Cehil hızını alamayıp şöyle dedi: "Muhammed’in izinden giden şu akılsızlara şaşmaz mısınız?! Eğer Muhammed’in getirdiği şey hayırlı ve gerçek olsaydı, biz ona uymakta bunlardan daha önce davranır ve kendilerini geçerdik! Zinnîre’nin doğruyu bulmakta bizi geçeceğini mi sanırsınız?"


Rabbimiz bunun üzerine Ahkâf Sûresi 11. âyeti inzâl buyurdu:


"İnkârda ısrar edenler, (Kur’ân’ı inkârlarına güya bir başka mazeret olarak) mü’minler hakkında şöyle diyorlar: "Eğer Kur’ân hayırlı ve faydalı bir şey olsaydı, şu insanlar ona inanmada bizi geçemezlerdi." Kendileri Kur’ân ile hidayeti bulamayınca (-esasen buna niyetleri de yokken-), kalkıp, "Bu, zaten eski, modası geçmiş bir yalan, bir uydurma!" diyorlar." (Ahkâf Sûresi: 11)


Ebu Cehil’e en güzel cevabı Rabbimiz vermişti…


Hz. Zinnîre dini namına katlandığı bu işkencelerden Hz. Ebû Bekir’in (r.a) kendisini satın alıp âzât etmesiyle kurtulmuştur.


Allah ondan razı olsun..
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Zeyneb bint-i Huzeyme

Baba adı: Abdillah bin Amr
Doğum tarihi ve yeri: Bilinmiyor
Ölüm tarihi ve yeri: 626 - Medine
Eşi: Abdullah Ibn-i cuhuş - Hz. Muhammed S.A.v.
Kabilesi: Amir b.Sas’a
Lakabı (Künyesi): Ümmül-Mesakin (fakirler anası)
HAKKINDA

Müminlerin annesi...
İsmi Zeyneb. Lakabı Ümmül-Mesakin (fakirler anası).İlk evliliği Abdullah Ibn-i cuhuş ile olmuş. Hicretin 3. yılında Uhud gazasında beyi şahit olunca, aynı sene Resulullah ile nikahlandı. Ancak bu birliktelik üç ay sürdü. Ahiret seferine çıktı. Hz.Zeyneb, Hz.Hatice’den sonra Resulullah’ın hayatta iken vefat eden ilk hanımıdır. Vefat ettikleri zaman, 30 yaşlarındaydı.
Cenaze namazını bizzat Zatı Resulullah kıldırdı. Baki mezarlığına defnedildi.

Gerek Cahilliye, gerekse İslami dönmede fakirlere çok acıdığı, onlara karşı merhametli ve şefkatli davrandığı, karınlarını doyurup sadaka verdiği için Ümmül-Mesakin diye isimlendirilmişti
İslam’ın belki de hicretin üçüncü yılından itibaren yayılmasında oynadığı küçümsenmeyecek bir rolü bulunmaktadır. Hz.Zeyneb’in kabilesi Amir b.Sas’a, o dönem Arabistan’ın en kuvvetli kabilelerinden biri idi. Bu kabilenin İslam ile olan münasebetleri, hicretinüçüncü senesinde,


Müslüman tebliğcilerin şehit edilmesi ve bilahere bu kabileden iki Müslümanın bir Müslüman tarafından (islamı kabul ettiklerini bilmeden) öldürülmesi üzerine acıklı bir şekilde bozulmuştu.
Bu büyük kabilenin İslam’a karşı taşıdığı düşmanlığın devam etmemesi için bir şeyler yapmak gerekiyordu. Bu sebeple daha önve evlenip, dul kamış olan ve menvi tesiri herkes tarafından kabul edilen Zeyneb’le evlenen Resulullah bu düşmanlığı ortadan kaldırmayı hedeflemişti. Böylece o kabilenin, islam’a karşı olan kin ve düşmanlığı de bir ölçüde hafifletilmiş olacaktı.
Hz.Zeynep binti Hüzeyme hakkında 3 aylık kısa bir süre içinde bizlere intikal eden pek fazla bir şey bulunmamaktadır. Hiç çocukları olmamıştır.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Hz. Huleyde Binti Kays (RadıyAllahu Anha)

Ölümünün üzerinden bir ay geçmesine rağmen Resûlullah’ın cenaze namazını kıldığı ve dua buyurduğu Berâ İbni Ma’rur’un hanımı.



BABASI: Kays İbni Sâbit.
NESEBİ: Vehmân kabilesinden, Huleyde Binti Kays İbni Sâbit İbni Hâlid İbni Hâlid İbni Eşca’.
KÜNYE VE LAKABLARI: Oğlu Bişr’e izafeten kendisine Ümmü Bişr denilmiştir.
BAZI ÖZELLİKLERİ:


- İlk Müslümanlardan ve ilk biat edenlerdendir.
- Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefat edeceği sırada Huleyde Binti Kays, Efendimizin huzurunda bulunmuştur.

HAYATI

Hz. Huleyde (r.anha) Ensar’dan olup ilk Müslüman olanlardandır. Benî Seleme’den Berâ İbni Ma’rur ile evlenmiştir.
Resûlullah’ın ashabı Mekke’den Yesrib’e grup grup hicret etmeye başladılar. Fakat el-Berâ İbn Ma’rur, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Yesrib’e hicret etmeden önce hastalandı. Ölüm yatağındayken Resûlullah’a, malının üçte birini dilediği yere vermesini vasiyet etti ve şöyle dedi: "Beni kabrimde kıbleye (Ka’be’ye) doğru çevirin." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) el-Berâ İbn Ma’rur’un ölümünden bir ay sonra geldi. el-Berâ’nın hanımı Huleyde Binti Kays: "Ya Resûlullah! Bu, bey’at edenlerin ilki, kıbleye yönelenlerin ilki, malının üçte birini vasiyet edenlerin ilki ve nakîb’lerden biri olan el-Berâ’nın kabridir" dedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ashabının saflar halinde durmasını istedi ve ona (el-Berâ’a) cenaze namazı kıldı ve şöyle dedi: "Allah’ım! Ona mağfiret et, ona acı ve ondan hoşnut ol."
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefatına yakın hastalandığı vakit, Hz. Huleyde’de (r.anha) Hz. Peygamber’in huzuruna girip: "Yâ ResûlAllah! Ne kadar da hararetiniz vardır. Hiç böyle hararet kimsede görmedim" dedi. Peygamberimiz: "Hararet ne kadar çok olursa ecri de fazladır. Bizim üzerimizdeki sıkıntılar çoğaldıkça ecrimiz de çoğalır" buyurdular. Sonra yine Resûlullah: "Benim hastalığıma ne dersin Huleyde?" diye sordu. Huleyde ise:"Zannedersem "Zatülcenb"dir Yâ ResûlAllah" diye cevap verdi. Peygamberimiz: "Hak Teâlâ bana bu belayı musallat etmesin ve bu şeytan vesvesesini benim kalbimden uzak etsin, zannımca benimle senin oğlun birlikte Hayber savaşında yediğimiz zehirli keçi etinin neticelerindendir ki, içerde kaldı kaldı da şimdi tekrar ortaya çıkıyor. İçeriden içeriye işini gördü bu defa dışarıya da çıkmağa başladı" buyurdular.
Hayber Yahudilerinden Zeyneb Binti Hâris el-Yahudiyye, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Efendimiz’i keçi etinden zehirlemek istediği zaman, Hz. Huleyde’nin oğlu Bişr İbnu’l-Berâ’de o keçi etinden yemişti ve bu yediği zehirli etten ötürü de vefat etti. Bişr’in şehit edilmesi üzerine, Bişr’in varisleri Hz. Peygamber’e müracaat ettiler ve kısas istediler. Hz. Peygamber’de emretti ve kadın öldürüldü.
Hz. Huleyde’nin vefat tarihi ve diğer ahvali belli değildir.

HAKKINDAKİ HADİSLER
Hz. Huleyde (r.anha), Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) huzuruna gelip şöyle sordu: "Yâ ResûlAllah! Ölüler de anlayıp duyarlar mı?"Resûlullah Efendimiz buyurdular ki: "Senin elin tozlanmıştır. Temiz ruhlar cennette yeşil kuşlar gibidir, kuşlar cennette ağaçların dallarından yapraklarından atlayıp uçabilirlerse o zaman demek ruhlar da anlar ve duyarlar."
Bir kuşluk vakti Huleyde Bint Kays Medine yolunda Fatiha süresini okuyarak yürüyordu. Karşısına Hz. Ali, İmran İbni Husayn ve Enes İbn Malik çıktı. Hz. Ali şöyle dedi: "Ümmü Bişr (Huleyde)! mırıldadığın nedir?"
Huleyde Bint Kays: "Fatiha sûresini okuyorum" dedi. Hz. Ali: "Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) şöyle dediğini duydum: "Fatiha Arşın altındaki hazineden indirilmiştir."



İmran İbn Husayn da şöyle dedi: "Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) şöyle dediğini duydum: "Fatiha ve Âyet’el-Kursî’yi kullar bir evde okusun da o gün onlara insan ve cin gözü dokunsun, bu mümkün değildir."
Enes İbn Malik şöyle dedi: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: "Kur’ân’ın en faziletlisi el Hamdu lillahi Rabbi’l-âlemin’dir."
Daha sonra şunu ilâve etti: "Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) şöyle dediğini duydum: Allah Teâlâ, bana çok şeyler lütfetti. Bana şöyle dedi: Ben sana Fâtiha’yı verdim. O benim arşımın hazinelerindendir. Sonra onu aramızda ikiye böldüm."
 
Tekerlekli Sandalye
Üst