İslamiyette kadın

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Hazreti Muhammed'in "Cennet anaların ayakları altındadır", "Kadınlar size emanettir" sözleriyle, toplumda kadına verilmesi gereken önem yüzyıllar öncesinden beri vurgulanıyor.

İslamiyette kadın Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Nasuhi Ünal Karaaslan, İslam toplumlarında kadınla ilgili kuralların, geleneklerin ön plana çıkması nedeniyle yeterince anlaşılamadığını söyledi.


Prof. Dr. Karaaslan, kız çocuklarını toprağa gömen bir toplum içinden çıkan İslamiyetin doğuşu sırasında, kadına bir çok hak verildiğini, bunlardan en önemlisinin yaşama hakkı, diğerinin ise günümüzde bile hala anlaşılamayan, tek kadınla evlilik kuralı olduğunu belirtti.

“Dört kadınla evlilik” şeklinde bir sınırlama getirildiğini, ama bu evliliğin aileye mutluluk getirmeyeceği, eşler arasında eşitliğin sağlanmayacağına işaret edildiğini anımsatan Karaaslan, “İslamiyette, tek kadınla evlenmenin daha uygun olacağı belirtilmiştir. Ama yine de çok kadınla evlilik anlayışı, en azından azınlık bir kesimde de olsa devam etmektedir. Fakat bu insan tabiatına ters bir durumdur” dedi.

İslamiyetin getirdiği haklardan kadının tarih boyunca yeterince yararlanamadığını ifade eden Karaaslan, bunlardan birinin boşanma, diğerinin ise kendi isteğiyle evlenme olduğunu vurguladı. Evliliğin eşler arasında bir anlaşma olduğunu, ayrılığın da sadece erkeğe verilmiş bir hak gibi algılanmaması gerektiğini anlatan Karaaslan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Avrupa’nın son yüzyıllarda göstermiş olduğu gelişmeleri bir kenara bırakacak olursak, İslam toplumunda kadının durumu bütün toplumlardan daha iyi olarak günümüze kadar gelmiştir. Erkeğin gücünü kullanıp, baskı kurması sadece bizim toplumumuzda değil, başka toplumlarda da vardır.

Bütün olarak toplumun bilinçlenmesi gerekmektedir. Hazreti Muhammed’in (Cennet anaların ayakları altındadır) sözü, her kadının, anne olsun veya olmasın saygı gösterilmesi gereken bir varlık olduğu, mutluluğun yolunun kadına gösterilen saygıdan geçtiği anlamına geldiğini belirtmektedir.”

“KADIN ÜZERİNDEKİ DAYATMALARA İSLAMİYETTE YER YOK”
Prof. Dr. Karaaslan, mal vermemek, evlendirirken üzerinde baskı kurmak gibi kadın üzerindeki dayatmalara İslamiyette yer olmadığını söyledi. Eşitlik için aile içinde konsensüsün oluşturulmasının şart olduğunu, ferdiyetçiliğin insanları yanlışa götürdüğünü ifade eden Karaaslan, sözlerini şöyle tamamladı:

“Kadına uygulanan yanlışların aşılması için eğitim şarttır. İslamiyette her Müslümana eğitim farzdır. Ne yazık ki geleneklerin aşılamaması, kadını koruma iç güdüsünden kaynaklanan bazı yanlışlar vardır. Kadının iffetini bir nevi koruma görevi, eşine veya aileye verilmiş gibi algılanıyor. Halbuki bir Müslüman kadın ve erkeğin, kendi düşünce ve davranışlarını ölçülü bir şekilde düzenleyebilmesi gerekir.
kadınız.com
 
Son düzenleme:

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Anne Olarak Kadın'ın Değer ve Mevkii

Cenab-ı Hak buyuruyor:
".... Anaya iyi davranın ......." (Nisa Suresi / 36)
"... Anaya iyilik edin" (Enam Suresi /151)

". Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et." (Isra Suresi 23-24)

" Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur...." (Lokman Suresi / 14)

"Biz insana, ana-babasına iyiliketmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et ...." (Ahkaf Suresi / 15

Bir gün Resulullah'a bir kimse gelir ve sorar:
- Benim kendisine hizmet ve ülfet etmeme, insanlar içinde en layık ve en haklı olan kimdir? Resulullah efendimiz:
- Anandır.
- Sonra kimdir?
- Sonra anandır.
- Sonra kimdir?
- Sonra anandır, buyurdular. O zat gene :
- sonra kimdir, deyince Peygamber Efendimiz buyururlar:
- Sonra babandır.

Bu hadiste, anaya ihsanın üç kere tekrar olunması, ananın evlat üzerinde, babanın üç misli iyilik ve ihsan hakkı oılduğunu ifade eder. Bunlar, hamilelik yorguluğu, doğurma eziyeti, ve emzirme ye karşı sayılabilinir.

Anne'ye günah olan bir şeyi emretmedikçe itaat etmek vacipdir. Hatta onun iznini almadan gönüllü olarak cihada katılmak bile caiz değildir. Hatta Resulullah bu durumda olanları geri çevirmiş izin almalarını istemiştir.

Oğul nafile namaz kılarken, annesi kendisine seslense, ona eziyet vermemek için namazı bozması gerekir. Hatta bazı Şafii alimleri, farz olsun nafile olsun mutlaka namazı bozmak gerektiğini genel bir kaide olarak kabul etmişlerdir.

Resulullah efendimiz, Beni İsrail zamanında yaşayan Cüreyc isimli bir rahibin kıssasını anlatarak bu konuda ümmetine ders vermiştir.
Cureyc namazda iken, annesi ona seslenmişti. Cureyc bir müddet namazı bozup, bozmamak hususunda tereddütten sonra namazını kılmaya devam etmişti. Annesi bir kaç kere seslenmesine karşın cevap alamayışından eza duymuş, oğluna beddua etmişti. Daha sonra Cüreyc bu bedduaya aynı aynına uğradı.

Ebu Hureyre'nin annesine bağlılığı ve ondan hiç ayrılmaması sebebi ile, annesi vefat edinceye kadar hac etmediği bir ibret vesikasıdır.

İslam'a göre, ana kafir olsa bile, mümin olan evladının iman ve itikadına ilişmedikçe, ona ihasan ve güzellikle muamele etmesi evladı üzerine vaciptir.

Nitekim, Hz.Ebubekir r.a. kızı Hz.Esma'ya müşrike olan annesi Kuteyle ziyarete gelmişti. Ona ikram edip etmeme husususnda tereddüte düşen Hz.Esma r.a. durumu Resulullah'tan sormuş. O'da "Evet, anana sıla ve iltifat et" diye buyurmuşlardı.

Anne hukukunun yüksekliği hususunda en meşhur hadis-i şerif şudur.
"CENNET ANNELERIN AYAGI ALTINDADIR"

İşte büütn bu ayet ve hadislerden anlaşılacağı üzere, İslamiyet anne olmak haysiyetiyle kadına en büyük, en muhterem bir mevkii vermiştir.

Kaynaklar:
1) Kur'an-ı Kerim Meali
2) Müslim
3) İslamda Kadın Hakları, Mehmet Dikmen
 
Son düzenleme:

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
İslam'da Kadın Hak ve Hürriyetlerinin Tahlili

YAŞAMA HAKKI

İslam'da can emniyeti sıkı tedbirlerle koruma altına alınmıştır. Kadın veya erkek her kim olursa olsun kesinlikle öldürülemez.

Usame b. Zeyd şu olayı nakleder: "Peygamber Hurka Kabilesi ile savaşmak için bizi gönderdi. Bir sabah onlara baskın yaptık. Aralarında biri vardı ki bize göz açtırmıyordu. Ben ve Ensar'dan bir arkadaş ona yetiştik. O anda adam Kelime-i Şehadet getirdiği için Ensar'dan olan zat geriye çekildi. Ben ise dinlemedim ve onu öldürdüm.

Peygamber (s.a.v) durumu öğrendi ve 'Usame, adam Lailaheillallah dedi ve sen onu öldürdün öyle mi?' dedi. Ben, 'Ya Resulallah! Ölüm korkusundan söyledi' dedim. Peygamber bu defa, 'Sen onun kalbini mi yardın ki ölüm korkusundan söylediğini öğrendin? Kıyamet günü seni bu vebalden kim kurtaracak?' buyurdu. Ve bunu o kadar çok tekrar etti ki, 'Keşke ben yeni Müslüman olmuş biri olsaydım' dedim".

Can emniyetinin ve yaşama hakkının üzerinde bu derece hassasiyetle duran İslam, kadınların kendilerini savunma konusunda erkeklere nazaran daha güçsüz oldukları düşünüldüğünde onların can emniyetini çok sıkı tedbirlerle korumuştu. Esasen bir savaş durumunda veya başka herhangi bir tehlikeli durumda kocası, oğlu veya herhangi bir yakını bizzat kadını korumakla mükelleftir.

Bu, erkeğin sorumluluğu ve en önemli vazifelerinden biridir. Allah'ın Resulü bir orduyu sefere gönderirken, yaşlılara, sakatlara, çocuklara ve savaşa bizzat iştirak etmedikleri müddetçe kadınlara dokunmamalarını emir buyururdu. Zira her kim olursa olsun İslam'da can mukaddestir. Ve buna dokunulamaz.

MÜLK EDİNME HAKKI

İslam'da kadın, dilediği şekilde mülk edinip, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Hz. Hatice, Mekke'nin en zengin hanımlarından biriydi. Cahiliye devrinde bile Tahire (temiz kadın) ve Tacire (kadın tüccar) lakaplarıyla anılırdı. İslam'ın zuhurundan sonra da İslam'ı canıyla olduğu kadar malıyla da desteklemiştir.

YÖNETİME KATILMA HAKKI

Kadınlar Hudeybiye Barışı'ndan önceki Rıdvan Beyatı'na katılmışlar ve Mekke'nin fethinden sonra da Allah'ın Resulü'ne tek tek beyat etmişlerdir. Ki bu beyat bir Peygambere olduğu kadar, aynı zamanda bir devlet başkanına da yapılıyordu. Hz. Ayşe bu durumu şöyle anlatır: "Mümin kadınlardan âyetteki şartları kabul edene, Hz. Peygamber 'Seninle beyat yaptım' diyordu".

ÇALIŞMA HAKKI

İslam'da kadınların hür tercihlerini kullanarak çalışma hayatına atılabileceklerini izah etmiştik. Nitekim, Mekkeli Müslümanlardan olan ve Resulullah'a beyat eden, ilk muhacirlerden Şifa Hatun'a Hz. Ömer, çarşı ve pazarları kontrol vazifesi vermiştir.

ZULÜM KARŞISINDA İLTİCA HAKKI

Müslümanlar İslam'ın ilk yıllarında en ağır meşakkat ve zulümlerle karşılaşmışlardı. Bunun üzerine iki kafile halinde ilk hicreti gerçekleştirip, Habeşistan'a gitmeye başladılar. Kafilede 10 erkek ve 5 kadın sahabe vardı. Hz. Osman'ın eşi ve Resulullah'ın kızı Hz. Rukiyye, Ebu Huzeyfe'nin hanımı Sehle, Hz. Ümmü Seleme, Amir b. Rebia'nın hanımı Leyla bu muhacir kadınlardan bir kaçıydı.

Daha sonra yapılan Medine'ye hicret yolculuğunda da pek çok kadın bulunduğunu görmekteyiz.

BAĞIMSIZ MAHKEMELERDE HAK VE KUKUKU SAVUNMA HAKKI

Kadınlar çok çeşitli meselelerini ve problemlerini bizzat Allah'ın Resulü'ne iletiyorlar ve hatta O'nun huzurunda eşlerinden bile şikayetçi olabiliyorlardı. Bu durum Dört Halife Devri'nde de aynen devam etmişti.

Halifeliği zamanında Hz. Ömer minbere çıkmış ve "Ey Nas! Bana kulak veriniz, bundan böyle herhangi biriniz kadınların mehrinde aşırı gitmesin. Eğer ben, Peygamber Efendimiz'in verdiği veya O'na verilen miktardan fazla verdiğinizi duyarsam, fazla olanı Beytülmale devredeceğim" demişti.

Kureyş'ten bir kadın: "Ya Emirül-Müminin Allah'ın kitabı ile senin sözünden hangisine uyulmalıdır?" diye sordu. Hz. Ömer, "Tabii ki Allah'ın kitabına uyulmalıdır. Fakat neden böyle bir şey söyledin?" deyince kadın, "Sen demin kadınların mehrinde aşırı gidilmemesini söyledin. Oysa, Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de, "Eğer kadınlardan herhangi birine bir yük altın bile vermiş olsanız ondan bir şey geri almayın" buyurmuştur.

Bunun üzerine Hz. Ömer: "Bütün insanlar Ömer'den iyi bilir" diyerek sözüne devam etti ve "Ey Nas! Ben size kadınların mehrinde aşırı gitmemenizi söylemiş isem de bu sözümden caymış bulunuyorum. Bundan sonra kim ne kadar vermek isterse versin" dedi.

EĞİTİM HAKKI

İslam'da ilim öğrenmek ve öğretmek konusuna büyük önem verilmiştir. Eğitim görmek meselesi, denilebilir ki, bir haktan çok bir vazife, bir sorumluluk durumundadır. Allah Resulü sahabesini hep ilme teşvik etmiştir. Nitekim pek çok sahabi, ilim aşkını yitirmemişler, hep öğrenip yaşamanın azmini ortaya koymuşlardır.

Kabisa b. El Muharik şöyle anlatıyor: "Peygamber Efendimize gittim. Bana, 'niye geldin?' diye sordu. Ya Resulallah! Yaşım bir hayli ilerleyip kemiklerim artık incelmiştir. Sana Cenab-ı Hakk'ın yararlı kıldığı bir takım şeyleri bana öğretmen için geldim' dedim.

Peygamber (s.a.v), 'Sen hangi taşın, hangi ağacın ve hangi toprak parçasının yanından geçmiş isen, sana Allah'tan mağfiret dilemiştir' buyurdu". Gerek Asr-ı Saadet'te ve gerekse daha sonraki dört halife devrinde, ilim öğrenme ve öğretme konusunda kadınların çok aktif bir rol üstlendiklerini görüyoruz.

Asr-ı Saadet kadınları içerisinde Hz. Ayşe'nin ilmî sahada çok ayrı bir yeri vardır. Zira, Hz. Ayşe validemiz son derece zeki, bilgili ve dirâyetli bir kadındı.

Peygamberimizin yaşam tarzını çok iyi bildiği için, fıkıh ilminde pek çok âlimin hatalarını düzeltirdi. Pek çok hadisin de mükemmel bir tarzda izahlarını yapmıştır. Ona 'ilk kadın müçtehit' desek yanlış olmaz.

Ebu Musa El Eş'ari diyor ki: "Biz Resulullah'ın ashabı olarak bir hadisi anlamakta güçlük çektiğimizde onun anlamını Hz. Ayşe'ye sorar ve ondan muhakkak bir cevap alırdık".

Urve Hazretleri de Hz. Ayşe için, "Fıkıh, tıp ve şiir ilminde Hz. Ayşe'den ileri bir kadın görmedim" demektedir.

Hişam b. Urve'den nakledildiğine göre; "Bir gün Hz. Ayşe'nin huzuruna çıktım ve ona şöyle dedim: 'Ey anacağım, fıkıh ilmini Peygamber hanımı olduğun için, nesep ilmini ve tarih olaylarını da Ebu Bekir gibi asil birinin kızı olduğun için biliyorsun.

Bunlara şaşmıyorum. Ama tıp ilmini nereden biliyorsun, doğrusu bunu merak ediyorum'. Şöyle cevap verdi: 'Resulullah'ın son günleri hep hasta geçiyordu. Bense onu rahatlatmaya çalışıyor ve tedavi yolları arıyordum. İşte tedavi ilmini böyle öğrendim".

Hz. Ayşe Arapça'yı çok güzel konuşan, etkileyici üsluba sahip, abide bir kadındı. Ahnef b. Kays şöyle diyor: "Ebu Bekir'in, Ömer'in, Osman'ın, Ali'nin hutbelerini dinledim. Fakat Hz. Ayşe'nin sözlerinden daha etkileyici sözler söyleyen bir Allah kulu görmüş değilim".

Hz. Ayşe, Allah'ın Resulü'nden 2210 hadis rivâyet etmiştir. En fazla hadis rivâyet eden sahabelerin ikincisidir.

Peygamberimizin amcası Hz. Abbas'ın hanımı olan Ümmü-l Fadl da devrinin ilim sahibi kadınlarındandı. Hz. Abbas'ın Müslüman oluşunda, zeki ve bilgili bir kadın olan Ümmü-l Fadl'ın büyük etkisi olmuştur.

Resul-i Ekrem kadınların okuma yazma öğrenmelerini ister ve buna teşvik buyururlardı. Okuma yazma bilen zeki ve tecrübeli bir kadın olan Şifa Hatun'dan, kendi eşi Hafsa'ya yazı yazmayı öğretmesini istemiştir.

Medineli kadınlar Resulullah'ın huzuruna varmış ve "erkekler her zaman yanınıza gelip ilim öğreniyor, bilmediklerine vâkıf oluyorlar. Biz ise onlardan fırsat bulamıyoruz. Bize özel bir gün ayırın da gelip sizi dinleyelim ve bilmediklerimizi öğrenelim" demişlerdi. Resulullah da onlara bir gün tahsis etmişti. O gün kadınlara vaaz eder, emir verirdi. Hz. Ayşe şöyle der: "Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Sıkılganlıkları dinlerini öğrenmelerine mani olmamıştır".

Tabiin kadınları da ilmî konularda gâyet bilgiliydiler.

Süfyan-i Sevri'nin annesi oğluna her zaman şöyle nasihat ederdi: "Ey oğlum, sen ilmi elde et. Ben yün eğirerek, iplik satarak geçimimi sağlarım. Sakın ilim yolundan ayrılma. Ey oğlum! On cümle yazdığında bir bak kendine. Yürüyüşünde, oturuşunda, kalkışında bir değişme var mı? Eğer ilim seni olumlu yönde değiştirmemişse, sana ne faydası, ne de zararı dokunmayan abes bir şey yapmaktasın".

Basra'da Tabii'nden Afsa ibn-i Şirin isminde bir kadın vardı ki ibadete düşkünlüğünün, zühd ve takvasının yanında, fıkıh ve hadis bilgisiyle de şöhret bulmuştu. Rivâyetlere göre 12 yaşında Kur'an-ı Kerim'i hıfzetmişti. Kardeşi, o devrin büyük alimlerinden olan İbn-i Şirin, çözemediği çoğu meseleyi ona havale ederdi.

Bilhassa Kur'an kıraatı hususunda bir meseleyle karşılaştığında şöyle derdi: "Gidin Hafsa'ya sorun. Bakın bakalım nasıl oluyor?" Zira Hafsa Hatun'un Kur'an kıraatı pek çoğundan yüksek bir düzeyde idi. Aynı zamanda zekası ve nükteleriyle de meşhur olmuş bir hanımdı. Çağdaşları bu büyük kadını birçok ünlü âlimden üstün tutmaktadır. Hişam b. Hassan, "Ben Hasan El Basri'yi, İbn-i Şirin'i görmüş biriyim. Ama Hafsa Hatun'dan daha akıllı birini tanımıyorum" der.

Rabiatü'l Adeviyye Hazretleri de, tasavvuf ilminde çığır açmış büyük mutasavvıf kadınlardan biri idi. Hicri II. asırda tasavvuf onunla birlikte yeni bir yoruma kavuştu, Basra'dan Bağdat'a yayıldı.

Rabiatül Adeviyye, tasavvufta Hasan-ı Basri'nin başını çektiği Havfullah (Allah korkusu) kavramının yanında Muhabbetullah (Allah aşkı) ekolünü getirmiştir. Daha sonraki asırlarda İmam-ı Gazali kendisinden etkilenerek tasavvuf sistemini kurmuştur.

Rabia, Basra'nın biraz dışında bir evde otururdu. Kendisine gelen insanları eğitir, onlara öğüt verirdi. Süfyan-ı Sevri, Hasan El Basri, Malik b. Dinar gibi zamanın en zeki ve en âlim zatları kendisinden öğüt dinlerdi.

Bu örnekler pek çoktur. Biz bu esere yalnız belli başlılarını almakla yetindik. İslamî ilimlerin öğrenilmesi, gelişmesi, yayılması ve sistemleşmesi yolunda kadınların önemli bir rolü olmuştur. İslam tarihinin ilk beş asır içinde yalnız hadis rivâyeti ve öğretimiyle meşgul olan kadınların sayısı üçyüzellinin üstündedir.

SEYAHAT ETME HÜRRİYETİ

İslam'da, bir kadının en önemli vasfı namusu ve hayasıdır. Nasıl bir kadının namus ve şerefine bir zarar gelmeden çalışmasında bir mahzur yoksa, seyahat etmesinde de can ve namus emniyeti her türlü tecavüzlerden korunduğu takdirde bir mahzur yoktur. Bu bakımdan yanında oğlu, kocası veya kardeşi gibi herhangi bir mahremi olmadan seyahat etmesi uygun görülmemiştir.

Bu tamamen kadının can, mal ve namus emniyetini korumaya yönelik bir tedbirdir. İslam'ın 5 temel şartından biri olan hac ibadetini yerine getireceği zaman bile kadının yanında bir mahreminin olması şarttır. Buradan İslam'ın kadının can, mal ve namus emniyetine ne derece önem verdiğini anlamamız mümkündür.

EVLENME VE YUVA KURMA HAKKI

İslam'da evlenecek olan tarafların birbirlerini görmeleri, meşru şartlarda konuşmaları onların hakkıdır. Kadın da evlenirken bağımsız tercihini kullanır ve kimse kadını istemediği bir istikamete zorlayamaz. Bu bakımdan nikah akdi yerine getirilirken kadın "aldım, kabul ettim" gibi hüküm beyan eden cümlelerle kararını bildirir. Bunun aksi durumlarda nikah bâtıl olur. Bir başka ifadeyle, evlenecek olanların rızasının bulunmadığı bir nikah geçerli olamaz.

Hz. Ayşe zorla evlendirilen bir kızla ilgili olarak Allah Resulü'nün uygulamasını şöyle anlatır: "Ensar'dan Hıdam'ın kızı Hansa, Hz. Ayşe'ye gelerek babam aile şerefini arttırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Ben ise bu evliliği istemiyorum" dedi.

Hz. Ayşe de ona, "Resulullah gelinceye kadar bekle" dedi. Resulullah gelince, Hz. Ayşe ona durumu anlattı. O da kızın babasını çağırdı ve kadına seçme hakkı verdi. Bunun üzerine kadın şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! Babamın akdettiği nikahı kabul ettim. Fakat bu davranışımla kadınlara babalarının evlilikte böyle bir yetkisinin olmadığını bildirmek istemiştim".

1917 tarihli Osmanlı Aile Hukuku Kararnamesi'nde de Şafii mezhebinin görüşü esas alınarak zorlanan kişinin nikahı resmen geçersiz sayılmıştır.

NAFAKA HAKKI

Kocası, kadını evlilikleri süresince geçindirmeye mecburdur. Boşanma halinde ise kadına nafaka vermekle mükelleftir. Kadının şahsî mülkünün veya herhangi bir gelirinin bulunması durumu değiştirmez.

"Boşanan kadınları, gücünüz yettiği kadar ikamet ettiğiniz yerlerde oturtun. Evleri başlarına dar etmek ve onları çıkmaya mecbur etmek için kendilerine zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler çocuklarını doğuruncaya kadar nafakalarını da verin. Eğer onlardan doğacak çocuklarınızı sizin lehinize olarak emzirirlerse onlara ücretlerini veriniz. Aranızda bu hususta güzelce müşavere ediniz".

Görülüyor ki, kadın, doğacak çocuğunu emzirmekle bile mükellef tutulmamış, bu onun kendi tercihine bırakılmıştır.
<>Burada dikkati çeken en önemli husus, ister evli, ister boşanmış, ister bekar olsun, kadının her halükarda geçiminin teminat altına alınmış olduğudur. Bundan da İslam'ın kadınlara ne derece geniş haklar tanıdığını anlamış oluyoruz..

KAYNAK
 
Son düzenleme:

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
İslamda kadın için söylenen hadisler

Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]

(Bir mümin, kötü huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da olur.) [Müslim]

(Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın!) [İbni Lal]

(Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hazret-i Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hazret-i Asiye gibi sevaba kavuşur.) [İ.Gazali]

(Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır.) [İ.Lâl]

(En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir.) [Tirmizi]

(En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim.) [Nesai]

(Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır.) [R.Nasıhin]

(Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa]

(Hanımını döven, Allah’a ve Resûlüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.) [R.Nasıhin]

(Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.) [İ.Asakir]

KAYNAK
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
13
Puanları
0
Yaş
49
Kadın hakkında islâm’ın getirdiği yeni hayat nizamı

İslâm dini mağdur olan kadının imdadına yetişti. Cemiyet hayatında kadının da bir yeri olduğunu takdir edemeyenlere İslâm, mâkul ifadelerle bu gerçeği kabul ettirdi.

Kadını içinde bulunduğu yürekler acısı durumdan kurtardıktan sonra İslâm’ın ona lütfettiği maddî ve manevî imkânları sırayla gözden geçirelim:

1. Kadının insan olduğunu bile düşünmek istemeyen bazı Frenkler, onun hayvan mı, yoksa şeytan mı olduğunu münakaşa ediyorlardı. İslâm dini gerçeği onlara şöyle anlattı; “Ey İnsanlar! Doğrusu Biz, sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık.” (1)

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da yine onun eşini var eden ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinizden korkun” (2)

2. İslâm, ruhî ve dînî bakımdan kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığını şu ilâhî fermanlarla ilân etti: “Erkek veya kadın mü’min olarak kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez.” (3)

“Kadın, erkek, inanmış olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatırız, ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile öderiz.” (4)

“Rableri onlara şöyle cevab verdi: “Ben erkek olsun, kadın olsun sizden hiçbir çalışanın işini boşa çıkarmayacağım. Sizler birbirinizdensiniz.” (5)

3. Eski hukuk sistemlerinden birçoğuna göre kadın, miras hakkına sahip değildi. Kadın, ne kocasından, ne de babasından miras alabiliyordu. İslâm kadına yine kol-kanat gerdi: “Ana-babanın ve yakınlarının bıraktığından erkeklere hisse vardır. Ana-babanın ve yakınlarının bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Onlar az veya çok belirli hisselerdir.” (6)

4. İslâm, kadına mülkiyet hakkının yanında ticaret ve tasarruf hakkını da verdi.

“Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.(7) Âyet-i kerîmesi bunu ortaya koydu. Bu sûretle kadın mal mülk sahibi olma hakkına sahip oldu.

Dünyanın medeniyet beşiği Amerika, kadına mülk ve tasarruf haklarını 20. yüzyılın başlarında verdi. Fransız kadını, kocasının izni olmadan harcama yapma hakkına hâlâ kavuşamamıştır. (8 ) Halbuki İslâm Dini, 14 asır evvel bu hakları kadına vermiştir.

5. Evlendirilirken fikri bile sorulmayan kadın, erkeğin kölesi gibiydi. Bir mal gibi kiralanıyor, bir meta gibi alınıp satılıyordu.

Kadının şahsiyetine hiç değer vermeyen bu tatbikatı İslâm ortadan kaldırdı. Resûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Dul kadın, kendine velîsinden daha fazla sahip ve maliktir. Binaenaleyh, onun bu mevzûdaki (evlilik) kanaati alınmadan nikah yapılamaz. Evlenmemiş bir kızın da izni sorulmadan nikah kıyılamaz. Fikri sorulduğu zaman onun susması da izni sayılır.” (9) Demek ki kadın artık istemediği erkekle evlendirilmeyecekti.

Evlilik gibi hayatî bir mevzûda kabalığın, zorbalığın değil; sevgi, karşılıklı anlayış ve huzûrun esas olduğunu Kur’an-ı Kerim şöyle açıklıyordu: “Cinsinizden, kendileriyle huzûra kavuşasınız diye eşler yaratıp, aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının alâmetlerindendir. Bunlarda düşünen millet için ibretler vardır.” (10)

6. Cahiliyye devrinin pek keyfî bir şekilde kullandığı “boşama” âdetini, kadına karşı yapılan bir zulüm, bir haksızlık olmaktan çıkardı, kayıt ve şartlara bağladı. Kadınlara da güzel geçinmeyi tavsiye etti; “Onlardan hoşlanmıyorsanız sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi, Allah çok hayırlı kılmış olabilir.” (11) diyerek erkekleri daha itidalli davranmaya dâvet etti. Yine: “Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın.” (12 ) buyurarak erkekleri frenledi.

Hz. Peygamber de, “Evleniniz, fakat boşanmayınız; çünkü Allah zevkine düşkün erkeklerle, zevkine düşkün kadınları sevmez.” (13) buyurarak, boşanmanın gerektiğinde bir ilaç gibi kullanılmasını öğütlemiştir. Ayrıca erkeğe verilen boşama selâhiyetinin zevcenin aleyhine kullanılmasını önlemek için İslâm hukukunda tedbirler alınmış, boşamayı keyfîlikten kurtarmak için ciddî şartlar konmuştur.

İslâm’ın kadına verdiği haklar, Batılı birçok ünlü fikir adamlarının takdir ve hayranlığını çekmiştir:

Profesör Gaudeyroy-Demombynes; kadın hakları bakımından İslâm dininin Avrupa kadınlarından daha üstün olduğunu şöyle ifade ediyor. “Kadının son derece lehinde olan Kur’an hükümleri, nazarî bile olsa, ona şimdiki Avrupa kanunlarının temin ettiği şartlarından daha üstün müsait bir vaziyet bahşetmiştir.” (14)

Charles Ledit de diyor ki:

“Mevcut ahkâmıyla İslâm dini, eski Roma hukukuyla yeni medenî kanunlarımızın ekserîsinden daha insânîdir. Çünkü bizim kanunlarımızda, kadınla beraber ihtiyarlık çağına gelmiş analarla babalar ekseriyetle ihmal edilmektedir. (15)

İslâm’da kadının müstesna bir yeri vardır.

İslâm’ın Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.) hak dini getirip tebliğ edince ona ilkin bir kadın inanmıştı. “Allah bana Hatice’den hayırlı bir kadın vermemiştir. Bütün insanlar inanmazken o bana inanmıştı. Herkes beni yalanlarken o beni kabul etmiş, insanlar benden kaçarken o beni malı ile desteklemişti ve Allah bana, başka kadınlardan değil, ondan çocuk ihsan etmişti.” (16)

Kadın aynı zamanda ilk İslâm şehididir. Ammar’ın annesi Sümeyye, Mekke’de Müslümanlığı ilk kabul edenlerden ve bu yüzden dayanılmaz işkencelere uğrayanlardandı. Kureyşliler kendisine, kocası Yasir’e ve oğlu Ammar’a kızgın kumların üstünde demirden elbiseler giydirirler ve yakıcı güneşe terkederlerdi. Rasûlüllah (s.a.s.) bunu görünce: “Sabredin ey Yâsir ailesi! Varacağınız yer Cennettir.” buyururlardı. Nihayet ihtiyar Sümeyye, Ebû Cehil’in süngüsü altında can vermiştir. İlk İslâm şehidi!..


.ilahi.org
 

santomaster

Üye
Üye
Katılım
Ocak 1, 2013
Mesajlar
18
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
ellerinize saglık bıde o kadınlar nasıl kadınlar mıs ondan bahseden yazı yayınlarsanız sevınırım........
 
Tekerlekli Sandalye
Üst