Kişisel gelişim hikaye ve haberleri: Başarmış İnsanlar

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Az önce okuduğum ve beni geçmişe götürüp getiren bir hayat hikayesi. Müstakil bir başlıkta paylaşılmayı hak ettiğini düşündüğüm için burada paylaşmak istedim. 34 yıl en dibe, bir akıl hastanesine düşene kadar süren acımasız bir hayat. Sonra oradan nerelere süren bir yaşam. Etkileyici, İlham verici gerçekten.
İyi okumalar..

Marie'nin Hayat Hikayesi

Marie, 1930 yılında alkolik bir annenin evlilik dışı çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi ona bakamayınca 5 yaşında olan Marie'yi yurda verir. Ardından bir çift onu evlatlık edinir. Marie'nin kaderi ne yazık ki yine yüzüne gülmez, çünkü onu evlatlık edinen çift sadist çıkar. Bu italyan asıllı çift küçük kızı evin mahzenine kapayıp sistematik biçimde işkence eder. Dışardan bakıldığında normal ve çok saygın göründükleri için, bunu yıllarca rahatlıkla gizleyebilirler ve Marie adeta cehennemden geçer.

Marie Rose 17 yaşında depresyondan felç geçirir. Halisünasyonlar da gördüğü için doktorlar ona şizofren teşhisi koyar ve onu akıl hastahanesine yerleştirirler. Marie hayatının 17 yılını orada geçirir ve çok zor yıllar yaşar. Umutsuzluk ve çaresizlik içinde kıvranır durur. Yemek yemez, yerinden kımıldamaz ve sıkça intihar etmeyi düşünür.

Otuz dört yaşına geldiğinde doktorlar Marie'nin durumunu yeniden değerlendirir. Onun şizofren olmadığına, ağır depresyon geçirdiğine ve panik atak yaşadığına karar verirler. Arkadaşlarının ve kendisini seven bir kaç sağlık görevlisinin yardımıyla Marie hastaheneden çıkar.

O artık hür ve yaşamını nasıl sürdüreceğine dair kendisi karar verme aşamasındadır. Terk edilmiş, işkence ve tacize uğramış, otuzdört yılı ziyan olmuş bir kişi olarak hiçte kolay olmayacaktı, ama o yılmadı ve kızgın, öfkeli, umutsuz olmak yerine sıfırdan başlamayı tercih etti.

Yetkililer "Aklı dengesi yerinde değil, okuması imkansız" dedikleri halde Marie, Salem State Üniversitesine Psikiyatri bölümüne girer ve mezun olur. Bu ara kanser hastalığına yakalanır ve mücadalesini kazanır. Kendisi gibi akıl hastahanesinden çıkmış ve iyileşmiş Joe ile evlenir. Kocası maalesef altı sene sonra ölür ve Marie kendini işine verir. Uzun yıllar doktor olarak çalıştıktan sonra Harvard Üniversitesi'nde mastır yapar. Psikiyatrik hastalarla çalışır, konferanslar verir. Biyografisi yazılır ve hayatı film olur (Nobody's Child). Bir çok ödüle layik görülür.
Elli sekiz yaşındayken, 'vay be' dedirtecek birşey yapar: On yedi yılını geçirdiği Masachusetts Danver Devlet Hastahanesine yönetici olarak atanır.

Verdiği bir basın toplantısında şunları söyler:"Eğer affetmeyi öğrenmeseydim, bir damla bile gelişemezdim. Yaşamım ziyan edilmiş bir yaşam olurdu. Ve bugün bu hastahaneye yönetici olarak dönemezdim."

Marie Rose Balter'in yeni görevini haber yapan bir Ajans, onun zafer açıklamasını da şöyle yapar: "En uzun yolculuk, beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuk. Affetmek bu yolculuğun en kestirme yolu. Affetmeyi gerektiren her yara, içinde önemli bir dersi barındırır. Dersi görebilmek için yarayı yeniden deşerek yüzleşmek zorunda kalsak bile..."

Marie bu hayatta hiçbirşeyin imkansız olmadığını gösteren en güzel örneklerden..

11058303_448572498640621_1810621335168788098_n.png


Unuttum.29’un Notu/Sorusu:

Marie Akıl hastanesinden, geçmişinde tanıdığı hiçbir insandan yardım almadan, 34 yaşında çıkabilmiş. (Sene 1964) Aradan geçen 50 yıla (yarım Asır) rağmen benzer bir durumdaki vatandaşımız, bugün, 2015’te ülkemizdeki bir akıl hastanesinde olsa, çıkabilir mi?

Saygılar…
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Epiktetos yirmi asır önce demiştir ki: “Kader eninde sonunda şöyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar. Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Ektiğini biçer.

Bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. Bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz. Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir.”

Düşmanlarınızı düşünmek için ayıracağınız bir dakika bile düşmanlarınızdan daha değerlidir. Nefret ve intikam hissi size büyük zararlar verir.

Aristo söyle diyor: “İdeal insan iyilik yapmaktan zevk alır. Kendisine iyilik yapılırsa mahcubiyet duyar. Çünkü iyilik yapmak üstünlük işareti, bir iyiliğe muhtaç duruma düşmek zaaf işaretidir.” Karsılaşacağımız nankörlükten dolayı üzülmemek için hazırlıklı olalım. Karşılık beklemeden iyilik yapalım. Mutluluk minnet beklemekte değil, minnet gösterilmesinden rahatsızlık duyulacak olgunluğa erişmektir.

8 Özel Armağan

1) Dinleme… Ama gerçekten dinleyin. Kesmeden, hayal kurmadan, vereceğiniz cevabi düşünmeden… Can kulağıyla dinleyin.

2) Sevgi… Kucaklamalar, öpücükler, sırt sıvazlamalar ve el tutmalar konusunda cömert olun. Bu ufak hareketler, aileniz ve dostlarınıza olan sevginizi daha açık göstermenizi sağlayabilir.

3) Kahkaha… Fıkra anlatın, neşeli hikâyeleri paylaşın. Bu armağanınız “seninle birlikte gülmeyi seviyorum” anlamına gelir.

4) Yazılı bir not… Basit bir “Yardımın için teşekkürler” notu, ya da belki bir şiir… Kısa, elle yazılmış bir not bazen ömür boyu hatırlanır.

5) İltifat… Basit, içtenlikle söylenen bir söz (“Bu renk sana ne çok yakışmış”, “Harika bir iş çıkardın”, “Yemek nefis olmuş” gibi) karşınızdakinin içini aydınlatır.

6) İyilik…
Her gün, rutininizi kırıp birisine hoş, nazik bir şey yapın.

7) Yalnızlık…
Bazen tek istediğimiz yalnız kalmaktır. Bu anlara duyarlı olun ve ihtiyacı olana yalnız kalma armağanını verin.

8) Neşeli bir yapı… Birine tatlı bir söz söylemek gibisi yoktur. Selâm vermek veya teşekkür etmek o kadar zor mu?

(Alıntıdır.)


Üzüntüsüz Yaşama Sanatı - Kişisel GelişimKişisel Gelişim
 
Moderatörün son düzenlenenleri:

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
BARDAĞI YERE BIRAK...
Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu.
Öğrenciler, ’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:“
Ama, benim sorum şu:
Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
- Hiçbir şey
- Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?
- Kolunuz ağrımaya başlardı.
- Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?
- Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de
çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas etti:
- Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?
Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar:
“Hayır.”
- Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?
Profesör ikinci bir soru daha sordu:
- Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?
- Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.
Profesör beklediği cevabı almıştı.
Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı:
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz. Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar. Ama hiç aklından çıkarmazsan, artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız. Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır. Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız. Taze bir güne, yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye,
‘Bardağı yere bırak’ olmalıdır.
Hazırlayan: Bilal Civelek
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Altı dakikalık bir video o son saniyeleri çok etkileyici.
Herkes izlemeli derim..

 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
GERÇEK SOYGUNCULAR KİMLER ŞİMDİ?
Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu. Soygunculardan biri bankadakilere bağırır:
“Kımıldamayın. Para devletindir, ama hayatınız sizindir.”
Herkes sessizce yatar… Bunun adı “Zihin Değiştirme Kavramı”dır. Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek…
Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada… Soyguncu bağırır:
“Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme değil!”
Bunun adı “Profesyonellik”tir. İşin neyse onun üzerinde yoğunlaş!
Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar. Daha genç olanı (MBA derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra terk):
“Abi, hadi şu paraları sayalım,” der. Daha yaşlı olanı der ki:
“Çok aptalsın be. Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz.”
Buna “Deneyim” derler! Günümüzde deneyim kâğıt diplomalardan çok daha önemlidir.
Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra Şube Müdürü, Şube Şefine hemen polisi aramasını söylemiş. Şef demiş ki:
“Durun hele Müdürüm. Alacaklarını aldılar. Biz de bir 10 milyon daha alıp daha önce iç ettiğimiz 70 milyona ekleyelim, ne dersiniz?”
Buna “Dalgayı yakalamak” derler. Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu!
Müdür der ki:
“Yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!”
Buna “Sıkıntılardan kurtulmak” derler. Kişisel mutluluk işinden çok daha önemlidir.
Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon çalındığını açıklamış! Çaldıkları paranın çok daha az olduğu bilen soyguncular oturup saymışlar parayı… Tekrar tekrar saymışlar. Bakmışlar hepi topu 20 milyon! Çok kızmışlar bu işe:
“Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. Banka Müdürü bir el hareketiyle 80 milyon götürdü. Galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!”
Bu “Bilgi altından daha değerlidir” demektir…
Banka Müdürü çok mutludur. Özellikle bir süre önce borsada kaybettiklerini geri alabildiği için.
Buna “Fırsatları kullanmak” derler. Kazanmak için risk almak gerekir.
FİKİR Mafyası | ENTELEKTÜEL PARADİGMA
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Affetmek Özgürlüktür


Affetmek olan biteni geride bırakmak, öfkeyi,
yenip kin beslemeye son vermek demektir.
“Affedebilirim, fakat unutmam demek, affetmeyeceğim demenin başka bir şeklidir.”
Henry W. Beecher
Kim diyebilir ki, ben bu dünyada, kimseyi kırmadım ve kırılmadım?
Birilerine kızıp, öfke duyup, darılıp, küstük beklide. İçimizde bunca yoğun duygudan sonra, öfke, kin,
intikam alma gibi olumsuz duygular gelişti. İşte bütün bu olumsuz duygular bizi yaşadığımız anın zevkini
çıkartmaktan, mutlu bir yaşantı sürmekten, sözün kısası daha kaliteli bir yaşam için ileriye doğru bir adım
atmaya engel olurlar.
Affetmek olan biteni geride bırakmak, öfkeyi, yenip kin beslemeye son vermek demektir.
Haklı olduğunuz konuda hissettiğiniz hıncın, kızgınlığın, cezalandırma arzularının yenilip, bunun üstüne
zafer kazanarak, artık o kişiye öfke duymamaktır. Bu bir erdemdir. Öfke bizim hayatı mutlu bir şekilde
yaşamaktan alı koyar.
Affetmek, bir hatayı, yapılmış bir hakareti ya da hareketi ortadan kaldırmaz. Geçmişte yaşadığımız
deneyimleri unutmamıza neden olmaz, bu deneyimler ilerde bizim aynı hatalara düşmemize engel olan,
acı ama güzel derslerdir.
Affederek bizi üzen, öfkemizin dev dalgalar gibi büyümesine sebep olan kişinin, davranışlarını onaylamak
değildir. Yapılmış olanların kabul edilebilir ya da önemsiz olduğu anlamını da içermez. Hele bir fedakârlık
hiç değildir. Eğer bizi üzen, inciten kişiye, bir maske takarak sanki bir şey yokmuşçasına ya da tepkisiz
kalarak davranıyorsak ve ilişkimizi devam ettiriyorsak, bu gerçek anlamda bir af ediş olmadığı gibi, kişinin
kendine olan dürüstlüğü nede engel teşkil etmektedir.
Burada gerçek duygularımızı geçici bir süre için örtmüş oluruz. Hayattan artık zevk almıyoruzdur çünkü
sahte duygular sergilemekteyizdir. Kızgınlığımız onun en zayıf anında ortaya çıkabilir ve öç alabilmek için
Hayır Demezseniz Bedelini
Kabul Edersiniz!
acımasız davranışlar sergileyebiliriz.
Birisini affetmek, bizi üzen kişinin borcunu iptal etmektir. Eğer birini affetmeyi ret ediyorsak bu hala o
kişiden bir beklentimiz olduğunu, bir şeyler istediğimizi gösterir, bu bir öfkeden sonra almak istediğiniz
bir intikam dahi olsa, bizi sonsuza dek ona bağlı kılar. En iyisi, yapacak bir şeyleri olmayan, buna gücü
yetmeyen bu kişileri af etmektir.
Bu sizin asla gerçekleşmeyecek olan beklentilerinizi ortadan kaldırarak içinizi yakan, çekmekte olduğunuz
acının da sona ermesi anlamına gelmektedir. Gerçek gücümüzü geri kazanmak, hatalarımızdan pay
almaktır.
Ancak gerçekten güçlü insanlar affedebilir, bu cesurların işidir. Sahte ya da suni bir af ediş ise korkakların,
çıkarcıların işidir. Sakladığımız kızgınlık duygusunun bir süre sonra engellenemeyerek ortaya çıkmasına ve
bunun sonucunda da bizim mutsuz, saldırgan biri olmamıza sonuçta yalnızlığımıza neden olur.
Sizi üzen bu insanları bırakın gitsin. Sonsuza kadar aklınızdan çıkartın, unutun. Bağışlayın ve onunla olan
tüm bağlarınızı koparın, onu serbest bırakarak, ne kadar özgür ve mutlu olduğunuzu görün. Şimdi o
pencereden yeniden bakın dışarısı ne kadar temiz ve berrak görünüyor, işte artık tam manası ile
özgürsünüz. Şimdi bu anın keyfini çıkarın ve zamanı doya, doya yaşamaya başlayın.
“Bağışlayıcılık kadar kusursuz bir intikam yoktur.”
Josh Billings
(Alıntıdır.)

Affetmek Özgürlüktür - Kişisel GelişimKişisel Gelişim
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Doğuştan iki kolu olmayan, yemek ve benzeri ihtiyaçlarını ayağıyla gideren 1.30 metre boyundaki Volkan Oğuz, seminerlerde anlattığı yaşam öyküsüyle, insanlara yaşama azmi ve sevinci aşılıyor.

headline.jpg


Antalya'nın Gazipaşa ilçesinde Necati ve Ayşe Oğuz çiftinin ilk çocukları olarak dünyaya gelen 19 yaşındaki Volkan Oğuz, iki kolunun bulunmaması nedeniyle dezavantajlı başladığı hayatta, tüm olumsuzluklara rağmen yaşama sevincini kaybetmedi.

Ayaklarıyla tuttuğu kalemle yazı yazan, ayaklarıyla çatal kaşık tutarak yemeğini yiyen ve eğitim hayatını devam ettiren Volkan Oğuz, aynı zamanda tiyatro oyunlarında oynayıp, kısa film çekti. Oğuz, bir yandan Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Sağlık Kurumları İşletmeciliği'nde eğitimini sürdürürken, bir yandan da Alanya'da bulunan bir otelin halkla ilişkiler biriminde çalışıyor.

Sadece engellilere değil, tüm insanlara örnek olan yaşam hikayesini Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Engin Üngören ile verdiği "Hayvanat Bahçesindeki Kutup Ayısı" isimli seminerlerle aktaran Oğuz, "Teslim olmadım, mücadeleme devam ettim" sözüyle insanlara mücadele azmi vermeye çabalıyor.

"Yeri geldi tek başıma engelleri aştım"

Volkan Oğuz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, doğumunun ardından ailesine neden kollarının bulunmadığı konusunda herhangi bir tıbbi açıklama yapılamadığını, kendisinin de bu durumu "Allah'ın takdiri" olarak gördüğünü söyledi.

Okul hayatı boyunca babasının kendisi için özel olarak yaptırdığı sırada tek başına eğitim gördüğünü belirten Oğuz, kollarının olmaması nedeniyle ayaklarıyla yazı yazmayı öğrendiğini dile getirdi.

Yağmurlu günlerde ıslanan ayakkabısını yazı yazmak için çıkardığında oluşan kokudan dolayı arkadaşlarının "Yine Volkan'ın ayağı kokuyor" şeklinde iğneleyici sözlerine maruz kaldığını, bedensel engeli nedeniyle kendisinden korkan, konuşmak istemeyen öğrenci arkadaşları bulunduğunu anlatan Oğuz, "Yeri geldi ailemin, yeri geldi öğretmenlerimin desteğiyle, yeri geldi tek başıma engelleri aştım" dedi.

"İnsanların küçük şeyleri dert etmelerine gerek yok"

Engelliler için yapılan bir sınav sırasında tanıştığı Yrd. Doç. Dr. Engin Üngören'in teklifiyle seminer vermeye başladığını bildiren Oğuz, ilk seminerine ne anlatacağını, ne söyleyeceğini bilemeden çıktığını kaydetti.

Oğuz, seminerlerde doğumundan bu zamana kadar geçen hayatının iyi ve kötü günlerini anlatarak insanlara katkı vermeye çalıştığını belirterek, şöyle devam etti:

"İnsanların küçük şeyleri dert etmelerine gerek yok. Neden dert ediyorlar anlamıyorum. Belki onlara göre başka bir şey vardır ama dert etmesinler. Ben böyle mücadele ediyorsam, kafama takmıyorsam, insanlar beni dışlandığında aldırış etmiyorsam, yemek yerken bana bakanlara aldırış etmeden mücadele ediyorsam, kimsenin hiçbir şeyi dert etmesine gerek yok. Mücadele etsinler. Ya bu hayata teslim olacaksınız ya da mücadelenize devam edeceksiniz. Ben teslim olmadım, mücadeleme devam ettim. Sonuna kadar da devam edeceğim. Şimdi 19 yaşındayım. Bu yaşıma kadar kendim için mücadele ediyordum. Şimdi engelli kardeşlerim, ağabeylerim, ablalarım için mücadele edeceğim."

Kolsuz gençten yaşam dersi - Memurlar.Net
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
''Ya bu hayata teslim olacaksınız ya da mücadelenize devam edeceksiniz. Ben teslim olmadım, mücadeleme devam ettim. Sonuna kadar da devam edeceğim. ''

Daha 19 yaşında, gencecik bir fidandan bu cümleleri okumak ne kadar anlamlı...teşekkürler unuttum.29 böylesine gurur verici bir haberi bizlerle paylaştığın için çok sağol arkadaşım...Hayat! ne yaman çelişki...bazıları herşeye sahip olmasına rağmen yüreğinde bir gram yaşama sevinci bulamazken işte bazılarıda kolları kadar geniş, cesur, sevgi dolu bir yüreğe sahip olabiliyor. Resime bakınca aklıma engellilerin belki de en inanılmazı, en güzel gülümseyeni, ingilizcesine ve söyleşilerine hayran olduğum Nick Vujicic geldi :)

Bu küçük kardeşimizde Nick Vujicic'in Türkiye şubesi gibi. Gerçekten çok azimli, hayat dolu ve kararlı...

İşte mutluluk bu! Herşeye rağmen, herkese rağmen yola devam edebilmek...en çok etkilendiğim cümle hangisi biliyor musun?

'' bedensel engeli nedeniyle kendisinden korkan, konuşmak istemeyen öğrenci arkadaşları bulunduğunu anlatan ''

Bu ülkede aileler çocuklarını öylesine cahil yetiştiriyorlar ki okula başlayan bir çocuk diğer çocuğu gördüğünde sanki bu dünyaya ait olmayan bir yaratık görmüşcesine ürküyor, korkuyor, yadırgıyor ve yabancıladığı için kim zaman dışlıyor (dışlamak en kolayıdır ve tabii en bencilce olanı), bazıları daha da ileri giderek alay edebiliyor :( aslında her çocuk masumdur ve melektir ama işte öylesine cahil bir aileye sahip olan çocuğunda bir günahı yok aslında. Okul, eğitim-öğretim bir yere kadar önce ailede başlar insanlık, insana dair her şey ki buna engellilikde dahil...

Ne çok şey yazarım şimdi ama gerek yok yazdıklarımı kim okuduysa ne demek istediğimi anlar zaten ama anlamayana da sözüm yok herkese kendimi anlatamam zaten...sonuçta insanlar sadece kendilerine yaradan tarafından gönderilen bir çocuk büyütmediklerini artık anlasınlar istiyorum. Çocuktan öte her ebeveyn topluma bir insan yetiştiriyor aslında ama bunun farkında bile değiller ne yazık ki...

Yaşama sevinciyle dolu, güzel haberlerde buluşmak dileğimle...
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Başarılı olan insanların sorunları, Başarısız
olanlarınkinden daha az değildir.


Niçin birçok kimse tüm tersliklere rağmen neşeli bir yaşam sürerken, diğerleri uyumsuz, sinirli ve sürekli
bir çöküntü içinde yaşamlarını sürdürüyorlar?

Neden bazıları akla hayale gelmeyecek güçlükleri yenerek Başarılı bir yaşam sürdürürken, her türlü
ayrıcalığa sahip olan bazıları yaşamlarını çekilmez hale getiriyorlar? Niçin bazıları deneyimleri kendi
lehlerine kullanırken, diğerleri hiçbir deneyimde Başarıya giden yolu bulamıyorlar.

Başarılı olan insanların sorunları, Başarısız olanlarınkinden daha az değildir, Sorunsuz insanlar sadece ve
sadece mezarlıklarda bulunanlardır.
Başa gelenler, Başarıyla Başarısızlığın değişik görünümleri değildir.
Farkı yapan, bizim onları algılama şeklimiz ve onlara karşı gösterdiğimiz tepkilerdir.

Birisi sabahleyin kolay, çabuk ve enerji dolu olarak kalkıyorsa, bu onun ürettiği bir sonuçtur. Bundan
sonraki soru, “Onu nasıl üretiyorlar?” sorusudur. Eylemler tüm sonuçların kaynağı olduğuna göre,
uykudan kolay ve hızlı bir şekilde kaldıran sinir fizyolojisini, hangi zihinsel ve fiziksel eylemler oluşturur?
Hepimiz aynı sinirsel yapıyı paylaşıyoruz. Bu nedenle dünyada herhangi bir kimsenin başardığı herhangi
bir işi, sinir sisteminizi aynı şekilde çalıştırarak siz de başarabilirsiniz.

Kişilerin belirli bir sonucu üretmekiçin tam ve kesin olarak neler yapacağının açığa çıkartılmasına MODELLEME denir.

Mükemmelleşmesi için yıllar harcanan eylemleri modelleme aracılığıyla birkaç saniyede, haftada, ayda ya
da en azından davranışını aynen tekrarlamak istediğiniz insandan çok daha kısa sürede üretebilirsiniz.
Bilgiye sahip olmanın yeterli olmadığını tekrarlamakta fayda var, çünkü sonuçları üreten eylemdir.
Daha iyi bir arkadaş, daha zengin bir insan, daha iyi bir anne ya da baba, daha iyi bir atlet, daha iyi bir iş
adamı olmak istiyorsanız, mükemmeli gerçekleştiren modelleri bulmanız yeterlidir.

Birinci kapı insanın inanç sistemini temsil eder. Kişinin inançları, nelerin mümkün olup nelerin mümkün
olmadığını düşünmesi, büyük oranda, kendisinin neleri yapabileceğini ya da yapamayacağını gösterir. Bir
şeyi yapamayacağınıza inandığınız zaman sinir sisteminize sonucu üretme yeteneğinizi yok eden ya da
sınırlayan mesajlar gönderiyorsunuz.. Diğer yönden sinir sisteminize bir şeyi yapabileceğinizi söyleyen
benzeşimli mesajlar gönderirseniz, onlar sonuca üretmek için beyninizi uyarır ve onu mümkün kılacak
kapıları açar. Bu nedenle bir kimsenin inanç sistemini modelleyebilirseniz, onun yaptığı gibi davranmaya
doğru ilk adımı atmış olursunuz.

Açılması gereken ikinci kapı kişinin zihinsel dizinidir. Zihinsel dizin kişinin düşüncelerini organize etme
şeklidir.

Üçüncü kapı fizyolojidir.
Zihinle vücut bir bütünlük içindedir. Nefes alışınız, duruşunuz, pozisyonunuz, yüz
ifadeleriniz, hareketlerinizin kalitesi ve doğası sizin fizyolojinizi nasıl kullandığınızı gösterir.

Birisi harika şeyler yapabiliyorsa, hemen aklımıza, “O bu sonucu nasıl oluşturdu?” sorusu gelmelidir. Ben,
sizden sihirliymiş gibi gelen her şey için, mükemmelliği sürekli aramanızı ve istediğiniz anda aynı
sonuçları üretebilmeniz için, onların nasıl üretildiğini öğrenmenizi bekliyorum.
(Alıntıdır.)
Siz de Başarabilirsiniz - Kişisel GelişimKişisel Gelişim
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Büyükler sürekli çocuklara nasıl davranmaları gerektiğini öğretmeye çalışır. Oysa çocuklardan öğrenebileceğimiz birçok şey var. Başarılı insanların birçoğunun sırrı da burada yatıyor; onlar toplumun kendilerine öğütlediği şekilde davranmayıp içlerindeki çocuğu dinleyen kişiler… Nasıl mı?

Başarıya ulaşmanız için basit çözüm: İçinizdeki çocuğu özgür bırakmanın 5 yolu

Çok kârlı anlaşmalara imza atan girişimcilerin, satış liderlerinin veya iş bitiricilerin nasıl bu kadar başarılı olduğunu hiç düşündünüz mü? Onlarca kitap, makale, araştırma bu başarıyı yakalamak için yeni alışkanlıklar veya yeni beceriler edinmeniz gerektiğini tavsiye eder. Peki hayatta başarılı olmak için ihtiyacınız olan o alışkanlık veya beceriye geçmişte sahip olduğunuzu söylesek?

Büyükler sürekli çocuklara nasıl davranmaları gerektiğini öğretmeye çalışır. Oysa çocuklardan öğrenebileceğimiz birçok şey var. Başarılı insanların birçoğunun sırrı da burada yatıyor; onlar toplumun kendilerine öğütlediği şekilde davranmayıp içlerindeki çocuğu dinleyen kişiler.

Uplifers olarak içinizdeki çocuktan öğrenebileceğiniz 5 şeyi sıraladık:

1. Hiçbir zaman “hayır“ı bir yanıt olarak kabul etmeyin

4 yaşındaki halimizden öğreneceğimiz en önemli şey, büyük ihtimalle “hayır” denmesini hiçbir zaman bir yanıt olarak kabul etmememiz. İstediğiniz şeyi elde edene kadar ısrar edin, tartışın ve bunun için uğraşın. Bir çocuğun sahip olduğu ısrar ve azime sahip olursak, istediğimiz fırsatı yakalamamız için pek fazla seçenek yok.

Büyükler sürekli çocuklara nasıl davranmaları gerektiğini öğretmeye çalışır. Oysa çocuklardan öğrenebileceğimiz birçok şey var.

2. Her şeyi müzakere edin

Banyo yapmayı sevmeyen çocukları düşünün, anneleri “banyo zamanı” diye seslendiğinde “Bu çizgi film bitince gelebilir miyim, arkadaşımla konuştuktan sonra gelebilir miyim, reklamları izledikten sonra gelebilir miyim” gibi sayısız soruyla durumu müzakere ederler. Çocuklar, tam anlamıyla birer başmüzakerecilerdir.

3. Hızlıca toparlanmayı öğrenin öğrenin

Çocukların ağlarken birden gülmeye başlayabildiğini hiç fark ettiniz mi? Yere düşerler, canları acısa bile kalkıp oyun oynamaya devam ederler. Bir şey isterler, “hayır” yanıtı alınca aynı soruyu yandaki kişiye sorarlar.

Çocuklar inanılmaz bir iyileşme, toparlanma gücüne sahip. Bir engelle karşılaştığınızda üzülmeden önce kendinize şu soruyu sorun: “İçimdeki çocuk şimdi ne yapardı?”

Birbirini tanımayan çocuklar parka gittiklerinde beş dakika içinde tanışıp birlikte oyun oynamaya başlayabiliyorlar.

4. Her gün beş yeni kişiyle tanışın

Çocukların hayranlık duyulası bir başka özelliği de her zaman, herkesle arkadaş olabilmeleri. Parka gittiklerinde beş dakika içinde tanışıp birlikte oyun oynamaya başlayabiliyorlar.

Hayatta başarıyı yakalamak isteyenler de bu şekilde yeni kişiler tanıyıp çevrelerini genişletebilmeli. İçinizdeki çocuğu özgür bırakın ve her gün beş kişiyle tanışın.

5. Daha büyük hayaller kurun, daha büyük başarılar elde edin

İtfaiyeci, doktor, astronot, başbakan, film yıldızı olmak isteyen çocuklara ne oldu? Hepsi büyüyüp sıradan işler yapmaya başladı.

İnsan küçükken her şeyin mümkün olduğunu, her şeyi yapabileceğini düşünüyor ancak büyüdükçe bu büyü kayboluyor. Toplumun ve büyüklerin bizlere dayattığı sınırlardan çıkıp, yeniden büyük hayaller kurmaya başlayın, belki gerçek olur…

İÇİNİZDEKİ ÇOCUĞU ÖZGÜR BIRAKIN! - KİGEM
 
Tekerlekli Sandalye
Üst