Kızıma

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,505
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
KIZIMA​
"Biriciğim" diye başladı mektubuna. "Bu sana yazdığım ilk mektup. Bugün erken uyandım; hem de kuş sesleriyle. Öyle güzel ötüyorlardı ki bana annenin kaşmir yumuşaklığındaki sesini hatırlattılar. Güneş yeni günden esirgemiyordu kendini. Ağaçlar bir ilk baharın tüm güzelliklerini aşkı tarif edercesine dallarında taşıyorlardı. Yeşil, mavi ve sarının bin bir tonu, insanlara inandırmak istercesine yaşanılası bir yer olduğunu dünyanın, göz kırpıyordu yatağımın bitişiğindeki pencereden. Düşündüm de o an, keşke yanımızda olsaydın. Henüz dört ay var bize kavuşmana, mucizeyi kanıtlarmışçasına.

Biriciğim... En baştan başlamalıyım anlatmaya. Anlatmalıyım ki öğrenmelisin, biri seni kırmak için beni öne sürerse eğer, başın dik cevabını vermeli, beni annenden sonra en çok anlayan ikinci kişi olarak koşup bana gelmeli ve söylenen çocukça şeylere karşımda gülmelisin.

10 Ekim 1983. Bu benim doğum tarihim. Yağmurun ve çamurun bol olduğu bir sonbahar akşamı, babaannenin hiç beklemediği bir anda gelivermişim dünyaya. Önce korkmuş annem erken doğduğum için sakat olacağımdan ama ben sapa sağlam bir erkekmişim doktorların "maşallah"larına sarılı. Dişlerim çıkmış, emeklemeye başlamışım derken yürüyormuşum iki yaşındayken. Annem renk renk ayakkabılar, çeşit çeşit oyuncaklar almış bir tanecik oğluna. Öyle ya, her anne gibi çocuğu için daha fazlasını isteyen, onun da beklentileri büyükmüş ömründen.

21 Eylül 1989. İlkokula başlama tarihim. Hala hatırlıyorum o korkuyu. O yaşta hangi durum ailenden birkaç saatlik de olsa ayrı kalmaktan daha kötü olabilirdi ki? Üstelik bir de başına bir kadın dikerlerdi adına "öğretmen" denen , bırakıp giderlerdi tereddüt dahi etmeden. Çok iyi hatırlıyorum o günkü düşüncelerimi. Bana kalırsa çocuklarından sıkılan aileler evlatlarını buraya bırakıyor ve eve gidip çocukları olmadan kafalarını dinliyorlardı. Hatta öyle sinirlenmiştim ki bu fikre, annem okula beni almaya geldiğinde kendim gidebilirim deyip elini tutmamıştım. Çok üzülmüştü annem fakat madem ben artık ailem yanımda olmadan da bu okul denen yerde kalabilecek kadar delikanlıydım, bana karşı daha olgun davranmalıydı.

Anneme kızgınlığım çabuk geçti. Ortaokula geldiğimde ona okula arkadaşlarımla gitmek istediğimi söyledim. Biraz kırılsa da kabul etti. Her geçen gün yeni şeyler öğreniyordum hayata dair. Arkadaşlarımla geçirdiğim süre en eğlenceli anlarıydı hayatımın. Birçok oyunda onlardan iyiydim. Özellikle de basketbolda... Boyum diğerlerinden kısa olmasına rağmen daha o yaşta okulun basketbol takımına kabul edilmiştim. Annem ve babam çok sevindiler. Okullar arası ilk müsabakada bizim takım karşı takımı 71-42 yendi ve ben o maçta kararımı verdim: Basketbolcu olacaktım.

Yabancı dil ağırlıklı liselerden birindeydim sonraki yıllarda. Notlarım pek iyi sayılmazdı. Aklımda fikrimde hep basketbol vardı. Öğle aralarında, ders bitişlerinde; hatta hafta sonları bile sınıftaki arkadaşlarımızla okulun sahasında usanmadan basketbol oynardık. Eğlenceden çok tutkuydu benimki. Annen gibi bir tutku meleğim, yenemeyeceğim.

Daha birinci sınıftayken kazandığım başarılar, aileme beni lisanslı bir basketbol takımına yazdırma gereksinimi hissettirdi. Öğretmenlerimin de onayıyla kısa bir zaman sonra başarılı sayılabilecek bir takımın gençler grubunda oynuyordum. O takımdaki başarım bir nevi dönüm noktasıydı. Önce gençlerden as kadroya girme şansı buldum. Daha sonra daha iyi takımların as kadrolarına...

Liseden spor hayatımdaki önemli birçok kazanımdan sonra ortalama bir dereceyle mezun oldum. 18 yaşındaydım. Övgüler beni yüceltiyor, bense daima daha iyi olmak için çabalıyordum. Takım antremanları dışındaki zamanlarda meydandaki sahaya gidiyor ve hep en iyi olmayı arzuluyordum.

20 Nisan 2001. Antremanım olmayan bir salı günü... Sabahın erken saatlerinde uyandım. Topumu da alıp evden çıktım sahaya gitmek üzere. Hava pusluydu anlatacakları olan bir kadın gibi. Grinin tonları çalınmıştı beyazın üzerine. Çok hafif bir rüzgar esiyordu, uzaklardan geldiği belli olan. Mutluydum. Mutluluk kendin olmaktı ve bundan daha fazla ben olamazdım basketbolu düşünürken.

Yolun karşısından gelen bebek arabalı kadını fark ettim. İnce belli, uzun boylu bir kadındı. Kızıl, dalgalı saçları vardı. Dalmış halde caddeye ilerlerken kadının yüzünün mutluluktan dehşete düşüşünü gördüm ve yolun karşısından elini bana doğru uzatışını. Bir ses. Keskin bir fren sesi; uçurumdan atlamamı bekleyen bir akbaba gibi. Kamyonetin çarptığı bedenim... Başta hissiz ama başımı vücudumun geri kalanına bakmak için kaldırınca öfke, nefret; ne kadar kötü duygu varsa... Bağırışlar, çığlıklar, anlam veremediğim korkusu insanların ve topum... Tüm yaşananların şahidi bir adam gibi üzerine kan sıçrayan, başımın hemen iki adım ötesinde duruyor. Birileri geliyor. Annemin olanlardan haberi yok. Zavallı topum, yardım eli uzatan onca karmaşa içinde kayboluyor gözlerimin önünden. Başımı yere koyuyorum. Gökyüzüne bakıyorum. Gökyüzü hüzünlü, utangaç; anlatmalıymış gibi bildiklerini. Sesler çoğalıyor, gözler çoğalıyor ve ben uyuyorum...

Gözlerimi evimize iki sokak mesafede olan hastanenin odasında açtım. Annem yıllardır bu anı bekler gibi ağlıyor gözlerimi açmamla. Babam titreyen sağ elini sol elimle buluşturuyor. Diğer eli yumruk şeklini almış, onu ısırıyor ağlamamak için, gözleri doluyor. Sağ kolum kırık, alçıda. Ortopedik süsü verilen yatak bile sırtımı sıvazlıyor ürkütmemek için. Oysa ben kan hatırlıyorum, nereden geldiğini bilmediğim, basketbol topuma bulanan. O mu aldı acaba yarayı diye düşünüyorum. Halbuki o çekip gidebilmişti insanlar gelince. Başımı kaldırıyorum zihnimde çakan şimşeklerle. Beyaz bir örtü, altında sol bacağım. Sağ bacağımın dizden aşağısı boşluk. Başımı kaldırıp babama bakıyorum, göz göze geliyorum çaresizlikle. Çaresizlik kendini en güzel bir babanın yaşlı gözlerinde anlatırmış, o zaman anlıyorum ve susuyorum. Tanrı'nın en acımasız oyununa geliyorum, O yukarıdan gülümserken. Hayallerim süzülüyor gözlerimden ve ben tuz buz olmuş cam parçaları gibi, hayatımın en koyu hüznüne düşüyorum.

Evimdeyim. Ailem odamı yukarı kattan aşağıya taşıyor. Herkes mutsuz; oysa inadına bir gülümseme hepsinin suratında. Onlar odamı taşırlarken ben evin dışında, kapının önünde duruyorum. Sol ayağımda bir spor ayakkabı ve altımda bir sandalye... Sağ bacağımın dizden aşağısı yok. O sırada yan komşumuzun oğlu çıkıyor kapıdan. Üzgün gözlerle yanıma geliyor. Hayır, yanılıyorum. Üzülmüyor, acıyor gözleri bacaklarıma bakarken. "Her şey iyi olacak" diyor, cevap vermiyorum. Ne ayıp bir yargılamadır bu ve ne büyük bir palavra her şeyin iyi olacağı. Beni anladığını sanan onca insan, zorunlu bir iyi niyet gösterisiymiş gibi maskelerinin üzerinden paramparça gülücükler saçıyorlar. Ve ben meleğim, biriktirdiğim onca yarayla yüz hatlarıma çalıyorum karaları...

Odamın taşınmasının ardından ilk kez giriyorum bu anılar yuvasına. Dört bir yanda fotoğraflar var hayatımın sevdiğim anlarına ait. Ailem, arkadaşlarım, takımım, kazandığımız maçlar, madalyalar ve daha nicelerinin ölümsüzleştirilmiş ruhları... Canım yanıyor, hiç yanmadığı kadar. Güzler basıyorum yazlarıma acımadan. Kanıyorum meleğim, kanıyor büyük adımlarım. Bundan böyle tokalaşan, yemek yiyen, giyen, giydiren ellerim yürümeye başlıyor bir de. Yapılabilecek tek şeyse meleğim, bu trajediye kulak asmamak oluyor.

Evden çıkmıyorum ilk zamanlar. Hatta itiraf etmem gerekirse korkutuyor beni uzun boylu insanlar. Sakat bacağımı elimden geldiğince saklamaya çalışıyorum olası kaygılardan. Korkuyorum; çünkü affı olmayan sözler sarf edebiliyor insanlar.Küçük düşmekten korkuyorum açıkçası. Bir insan durakta beklerken gelen otobüse binememekten korkuyorum. Ailemle ayakkabıcıya gidince yanlış anladığım bir tebessüm görmekten korkuyorum imayla harmanladığım. Sokakta top oynayan çocukların yanından geçerken topun bana gelmesinden ve gülünmesinden korkuyorum topu tutamayınca. En acısıysa meleğim, arkadaşlarımla karşılaşmaktan korkuyorum. Onları basketbol oynarken görmekten ve yanlarına gidip havadan sudan konuşmaktan, buna alışmaktan korkuyorum paylaşılan onca yaşanmışlık varken. Kısacası meleğim, yeni benden korkuyorum eski benden öte...

Bir gün kapı çalıyor, açıyorlar kapıyı hemen. Beklenen bir misafir sanki yan odadaki. Gelen sesi tanıyorum görmesem de. Oynadığım takımın koçu bu, biliyorum. Koşup boynuna sarılmak geliyor içimden; nitekim artık koşamıyorum. Yığılıyorum oturduğum yere, omuzlarıma basarak şaha yükseliyor içimdeki ben. Gözyaşlarımı siliyorum. Ayak sesleri duyuyorum olağan sessizlikte, babam kapıyı çalıyor ve içeri giriyor Tunç hocanın geldiğini söylemek için. Sandalyemin arkasına geçiyor ve beraber oturma odasına gidiyoruz.

Diğer insanlardan farklı bakıyor Tunç hoca, görebiliyorum. Yüzünde anlam veremediğim bir mutluluk var, çiçekleri açtıran bahar gibi. Halimi hatrımı soruyor önce, sonra birinin evine gitmekten söz ediyor. Evden çıkmak istemiyorum başta fakat merak ediyorum gökyüzünün nasıl göründüğünü. Gözlerindeki umut yeşertiyor çimleri ve sonbahar güneş açtıyor meraklara...

Tanımadığım bir evin kapısında duruyoruz. Bahçe kapısından girdikten sonra siyah, dalgalı saçları, beyaz teni ve uzun boyuyla bir kadın karşılıyor evin kapısında, daha sonra onun evin sahibi olduğunu anlıyorum. Bizi içeri davet ediyor gülümseyen yüzüyle. Bu insanlar farklı, bu dünya farklı bir dünya diğerinden. Ne en ufak bir abeslik var bakışlarında, ne içini gıcıklayan bir duygu. İçeri girer girmez dikkatimi dört yandaki fotoğraflar çekiyor. Şaşkın gözlerle fotoğrafları takip ediyorum. İçlerinde koçun da birkaç tane fotoğrafı bulunuyor. Bir adam görüyorum, vücudu benden daha iri olan birini. Yaşça benden büyük belli ki ve evli fotoğraflardan anlaşıldığı üzere. Benden farkıysa adamın sandalyesinin üzerinde göğsünü gere gere durması poz verirken, elinde basketbol topu ve yanında kendi gibi arkadaşlarıyla üstelik. Fotoğrafları takip ederken bir vitrine geliyorum. Madalyalar, plaketler ve kupalar engelliler basketbol takımı adına. Gözlerim doluyor, engelleyemediğim bir duyguya kapılıyorum bir gökdelenin en üst katından aşağıya bırakılan bir mendil gibi, koşuyor hatta uçuyor gibi. Hocaya dönüyorum aklımdaki onlarca soruyla. Gözlerime bakıyor bana hayat veren gözleri ve bakışlarıyla anlatıveriyor her şeyi oracıkta. Sonra dış kapı açılıyor. Fotoğraflarda gördüğüm adam kapıyı açıyor anahtarla. "Af edersiniz" diyor, "markete kadar gitmiştim." Çanlar çalıyor ruhumun ibadet yerinde. Günler sonra ilk kez gülümsüyorum birilerine ve teşekkür ediyorum tanıma fırsatı bulduğum bu güzel insanlar için evrene.

Eve dönüyorum yalnız başıma. Hasteneden döndüğümden beri ilk kez samimi tebessüm ışıkları saçıyorum insanlara. Annem gösterdiği sabrın sonucunu almış bir balıkçı gibi oh çekiyor iç sesiyle. Babam gurur duyuyor bakışlarıyla yine, öğretmekten vazgeçmemek gerektiğine emin bir ilkokul öğretmeni edasıyla. Odama gidiyorum. Ne güneş eskisi kadar isli ne gün geçmişten kalma acıları çağrıştırma hevesinde. O gün geleceğime inanıyorum meleğim: yeni bir takım, yeni arkadaşlar ve yeni maçlar, her biri umut vermekle kalmayacak üstelik; her biri yeni kapılar açacak evlerinde saklanan kimselere.

Ertesi gün beni almaya geldi koç ve gözümde devleşen adam. Apayrı bir yerdi gittiğimiz. Gözyaşları, hayal kırıklıkları çöpe atılmıştı çoktan. Topu elime yeniden ilk kez o gün aldım. Huzurdu bu. Ne bir ego damlası kalmıştı insan ırkından geriye, ne bir kötü duygu iyiliklere dem çalarken. Bir an evel başladık çalışmalara. Kendime yer bulabildiğim bu yer çok
geçmeden ikinci evim halini aldı. Yeni dostlar kazanmak düşündüğümün aksine yeni başlangıçlar yapmaktı.
Tüm heyecanımla çıktım ilk maçıma, eski günlerdeki gibi. Üstelik bu kez seyircilerin beklentisi her zamankinden daha yüksekti. Annem, babam ve o ana kadar yaşadığım her an... Bitmek üzere olan bir şarkının son melodileri gibi ve yeni bir başlangıç gibi beklenen; yaşamak uğruna ölümü göze alacağın bir hayat canlandırdığın.

Zafer... Bir dost takıma karşı dostluk adı altında kazanılan ilk savaşım kendimle. Ellerim hiç olmadığı kadar sıkı tutuyor tekerlekleri, bacaklarımla yer değiştirmişçesine. Koşuyorum burada tüm özgürlüğümle ve özgür ruhum o güzelliği görüyor diğer destekçilerle birlikte: Anneni. Bir başlangıç için dua edersin meleğim ve sen üzgünken yukarıdan sana güldüğünü sandığın Tanrı başkalarının yeni başlangıçlarıyla ödüllendirir seni, tüm o tazecik yüreklerle.

Bana inan meleğim, seni tüm bu güzelliklere inanarak büyüteceğim. "Korkuyla atılan her yeni adım" de onlara, "kendini buluşun ilk kıvılcımlarıdır". Kırma arkadaşlarını ve kırılma. Cesaretli ol karşılaşacaklarına karşı ve üzüldüğün zaman yavrum, babacığının yazdığı bu satırlar yoldaş olsun sana. Seni çok seviyorum benim tazecik fidanım. Dört ay sonra seni kollarıma almak ümidiyle, iyilikle kal anneciğinin canında can parçam... Baban..."

YAZAR:
Esma Armağan
 
Tekerlekli Sandalye
Üst