Kömürlükteki Aseksüel Tekerlekli Sandalye

AsiDost

Üye
Üye
Katılım
Haz 9, 2013
Mesajlar
6
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Ahlâk bekçisi bir toplumun orta yerinde insan ırkına bahşedilen en güzel ve en masum duygudan mahrum kalan sakat insanları düşündüm: Bir kadın bedeninde erkekliğinin, insanlığının, varoluşunun farkına varamayan ayakları prangalı erkekleri; bir erkeğin güçlü kolları ve gövdesine sarılmak, onun şefkatiyle ısınmak isteyen kadınları düşündüm. Estetikten ve empatiden yoksun koca bir çoğunluğu, bu konuları ahlâki ve dini çerçevede ele alan geri zekâlıları düşündüm. Onlardan biri olup olmadığımı, neden böyle bir dünyada, neden böyle bir çağda yaşadığımı düşündüm. Milyarlarca geri zekâlının ortasında kalmış, engelli erkekleri ve kadınları düşündüm. Onların hayatlarına bir incir ağacının gölgesi gibi süzülüp, sistem tarafından ellerinden alınan bedensel ve ruhsal doyumsuzluklarında payım olan utanç duygusunu düşündüm.

e-c.jpg

Koca gövdesi ve dallarının sonbahar güneşindeki cılız gölgesiyle evimizin koru denecek büyüklükteki yan bahçesini kaplayan incir ağacı bahçemizin, hatta sokağımızın en heybetli, en bereketli ağaçlarındandı. Onca yıl seyrek de olsa her yıl verdiği lezzetli incirlerden yer, sokaktan gelip geçen insanların bu koca gövdeli ve heybetli ağacımıza hayranlıkla bakışını haklı bir gururla seyrederdim. Kaldırım kenarına dek uzanan cılız dallarında bile yeşeren ve biten lezzetli taneleri çoğu zaman belediye işçilerinin temizlik mesaisini artırsa da, onlar bile bu gösterişli ve bereketli ağaca politik bir saygı duyarlardı. İnsan da istemsiz bir saygı uyandıran incir ağacının bir sabah uyandığımda pencereme dek uzanan dallarını göremedim. Biraz uzanıp koca gövdesini görmek istediğimdeyse yıllardır görenlerde gizli bir hayranlık uyandıran o koca ağaç yerinde yoktu. Sonradan öğrendim ki, alt komşumuz daha temiz ve daha gölgelik bir bahçe olması adına incir ağacımızı kesmişti. Yaptığı bu katliam nedeniyle ona gizli bir kin ve öfke duymuşsam da, ağacın yeniden ve daha sağlıklı çıkacağını bilmek belki bundan on yıl sonrası için tatlı bir hatıra olacaktı. Ne var ki; beklemem gereken uzun yıllar vardı.

Yaptığı bu katliam nedeniyle kendisine karşı gizli bir öfke duyduğum komşumuzla bir Pazar günü kömürlükte mahsur kalan kediyi kurtarmak için verdiğimiz amansız mücadele sırasında bir köşede yanlamasına katlanmış bir tekerlekli sandalye gördüm. Eski model olduğu her hâlinden belli, ancak buna karşın oldukça temiz ve bakımlı olan tekerlekli sandalye, ben de acıma hissiyle karışık garip bir merak duygusu uyandırdı. Bir süre sonra kendimizi kediyi ararken değil, tekerlekli sandalyenin hikâyesini tartışırken bulduk. İncir ağacımızı kestiği için kendisine öfkeyle karışık bir kızgınlık duyduğum komşum, artık ben de gizli bir merak duygusu uyandıran biri olmuştu. Bu tekerlekli sandalyenin kime ait olduğunu, neden burada durduğunu sorduğumda nemli gözlerini tekerlekli sandalyeye diken ihtiyar komşum, onun uzun yıllar önce kaybettiği engelli oğluna ait olduğunu, o öldüğünden beri ekseriyetle bakımını yaptığını, dışarıda başına bir şey gelmesin diye burada daha emniyette olacağını düşündüğünden kömürlükte sakladığını bir çırpıda söyleyiverdi. Bir an kömürlükte yalnız olmadığımızı, ihtiyar komşumun ölen oğlunun gülen gözler ve sıcak bir gülüşle bize eşlik ettiğini, sevmese de uzun zamandır görmediği tekerlekli sandalyesine ihtiyatla yaklaştığını hissettim. “Trafik kazası,” dedi ihtiyar komşum.

“Çocukları olmuyordu. Doktor doktor gezdiler tüm ülkeyi. En son yurtdışına gittiler. Dönüşte İstanbul’a, tatile gittiler. Çare kalmadığını anladıklarında da gerisin geri dönmeye karar verdiler. Ama Allah’ın hikmetine sual olmuyor; dönüş yolunda kaza yaptılar. Gelinim burnu bile kanamadan kurtuldu. Ama oğlum…”
Sakat kalmıştı oğlu. Bir an öfkeli bir kalabalığın ortasında çaresiz kalmış gibi hissettim kendimi. Çıplak ve savunmasız. Kasvetli havasına karşın mahsur kalan kedi biz konuşurken hâlâ onu kurtarmamız için miyavlıyordu kömürlüğün bir köşesinde. Ama her yardım teşebbüsümüzde bir başka deliğe kaçıyordu. Daha fazla ürkütmemek adına oturduğumuz yere çakılıp bekledik bir süre.

“Çok mücadele etti oğlum. Bir erkek için güzel bir yaştaydı. Bir erkek o yaşta sakat kalırsa hayatını değiştirmesi kolay olmuyor. Alışmak daha da zor oluyor.”
Sevdiğim kadınları getirdim aklıma. Seviştiklerimi, terk ettiklerimi, geri dönmek isteyenleri. Aşk karmaşasında birbirine denk düşen iki sağlıklı vücudun orantısız ve umursamaz bir şehvetle nasıl birleştiklerini. Belki on yıl sonrası için bir köşede beni bekleyen kız çocuğumu. Sakat kalan komşu oğlunu. Çocuk sahibi olmak için çıktıkları yolculuktan dönüş yolunda yaptıkları kazayı. Hâlâ sevişebiliyor olmayı şans zannederken, bundan utanç duyacağım aklıma gelmezdi. Ama tıpkı sevişme ya da mastürbasyon sonrası çöken o pişmanlık nöbetleri gibi bunun da bir sonrakine kadar süreceğini ve unutulup gidecek bir duygu olduğunu anlayıverdim o an. Utandım kendimden. Bizden başkaları da sevişebilsin diye hiçbir uğraş vermeyen yapay insanlığımızdan. Kaldırım taşlarının gereksiz yüksekliğinden, çirkin mimarisi ve engellerle dolu şehirlerimizden, yüzsüz ve yalancı politikacılarımızdan. Renkli bir hüviyete, barınacak bir eve, çalışacak bir işe, okuyacak birkaç kitaba, içecek birkaç biraya, sevişecek birkaç kadına ya da erkeğe sahipsek, insan olduğumuzu düşünüyor, kendimizi buna göre şartlıyoruz. Oysa insanı bireyin, insanlığıysa toplumun oluşturduğunu anlamayan bir çağda nasıl oluyor da utanmadan ve hiç düşüncesiz devam edebiliyorduk bu koşuşturmalara? Çok daha önemli işlerimiz vardı; yetişmemiz gereken toplantılar, halletmemiz gereken anlaşmalar, akşamları yenecek yemekler, yapılacak konuşmalar, söylenecek yalanlar. Her işimiz aceleydi, her zaman bir yerlere yetişmek için acele ediyorduk. Taksi durmadan parasını uzatıyor, eve varmadan anahtarımızı çıkarıyor, vapur yanaşmadan atlıyorduk. Zamana karşı yarışırken ondan bir parça tasarruf etmek içindi tüm çabalarımız. Önce tüm işlerimizi bir araya sıkıştırıyor, artan zamanı değerlendirmek için de başka işler icat ediyorduk. Sonunda hep ıskalıyorduk ama.

Nemli gözleriyle kömürlükte mahsur kalan kediyi arıyordu ihtiyar komşum. Yaşlı ellerinden birini tekerlekli sandalyenin bakımlı kollarından birine, ötekini kediye doğru uzatmıştı. “Sonra ne oldu peki?” dedim meraklı bir gazeteci gibi.
“İntihar etti.”

Kömürlükte bize eşlik eden oğlunun ruhunun yüzünde bir an kederli, ama yumuşatıcı bir edayla bizi süzdüğünü hissettim.

“Dayanamadı evladım. Sevişememeye, koşamamaya, çocuğu olmamasına dayanamadı. Herkesin istediği sıradan şeyleri istedi, olmadı.”
Derin bir iç çekişle kedinin önümüzden hızla kaçıp gidişini seyretti ihtiyar komşum.
İhtiyarlara has o samimi ve içten gülüşüyle, “Eh, bu kadar yeter. Bunlar rakılık mevzular, bana müsaade, kediyi de kurtardığımıza göre gideyim.”

Gitti.

Kömürlükte bekledim bir süre: Eski, ama bakımlı tekerlekli sandalye sağımda, ürpertici bir hisle yanımda duran ruh sağımda ve ben küçük bir iskemle üzerinde öylece bekledim.

Eve geldiğimde penceremden incir ağacına bakıyordum. Önce karşımdaki çirkin apartmanları yıktım. Onların yerine koca ve yemyeşil bir park iliştirdim. Koca gövdesiyle durmasa da karşımda; cılız, ama narin dallarıyla yeşeriyordu incir ağacı. Kafamın içinde dönüp dolaşan düşünceleri susturmak istedimse de, başarısız oluyordum: Ayıp yorganın altında olur, sevişmeyin, öpüşmeyin, gidin bir dört duvar bulun, ayıptır ayıp…

Ahlâk bekçisi bir toplumun orta yerinde insan ırkına bahşedilen en güzel ve en masum duygudan mahrum kalan sakat insanları düşündüm: Bir kadın bedeninde erkekliğinin, insanlığının, varoluşunun farkına varamayan ayakları prangalı erkekleri; bir erkeğin güçlü kolları ve gövdesine sarılmak, onun şefkatiyle ısınmak isteyen kadınları düşündüm. Estetikten ve empatiden yoksun koca bir çoğunluğu, bu konuları ahlâki ve dini çerçevede ele alan geri zekâlıları düşündüm. Onlardan biri olup olmadığımı, neden böyle bir dünyada, neden böyle bir çağda yaşadığımı düşündüm. Milyarlarca geri zekâlının ortasında kalmış, engelli erkekleri ve kadınları düşündüm. Onların hayatlarına bir incir ağacının gölgesi gibi süzülüp, sistem tarafından ellerinden alınan bedensel ve ruhsal doyumsuzluklarında payım olan utanç duygusunu düşündüm.

Ben hikâyemi gölgesiz ve kasvetli bir odada düşlerken, engellilerin “elinden alınan” cinsel hayatlarına ışık tutacağına inandığım şeyleri düşündüm. Hiçbiri için ses çıkarmayan, üzerini örten, üzerine yalanlar söylemekten çekinmeyen siyasileri düşündüm.

Ben hikâyemi düşlerken, siz de sessiz kaldınız. Arzularınıza yeniden bir kez daha kelepçe vurdunuz. Bir erkek ya da bir kadınla sevişmenin özgürlüğünü düşlemekten öteye geçmediniz. Ne mi yapabilirsiniz? Kampanyalar başlatabilir, imzalar toplayabilirsiniz. Hâlihazırda yürütülmek istenen kampanyalara, örgütlenmelere bir imza da siz atabilirsiniz. Nasıl ki sıradan ya da akademik, herhangi bir konuda gramer, fonetik ve aşina olduğunuza inandığım aksanıma denk düşen cümlelerimi ve onların arasına istemsiz de olsa iliştirmeye, tıpkı usta bir mimar gibi titizlikle kurmaya çalıştığım bir ideolojiyi size en yalın, en basit hâliyle anlatmaya çalışıyorsam, siz de bu yolla kendi benliğinizi inşa edin. İşe evvela kendinizden başlayın ki, başkalarını değiştirirken zorlanmayın. İnşa edeceğiniz bu özgür dünya; yalnızca sizi değil, seviştiğiniz erkeği/kadını da değiştirecektir.

“Her şey bitti, şimdi sıra buna mı geldi?” diyecekler. Susmayın; susturun. Böyle ahlâk bekçileri her devirde olacak. İstediğiniz kaldırımların, evlerin, yolların ve olması gereken, ama size verilmeyen tüm her şeye karşılık, en temel hakkınız olan cinsel hayatı isteyin onlardan. Kendi sosyal yaşam alanlarından kısmalarını isteyin. Sizin için yaratılan bir dünyanın modernizme ve insanlığa ne denli yakın olduğunu söyleyin. Yeter ki susmayın. Bu sefer de başkalarının aymazlıkları yüzünden elinizden alınan cinsel hayatınız için konuşun. Sevişebiliyorsanız, özgürsünüzdür. Sevişebileceğiniz bir dünya için bir adım da siz atın.
 

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,506
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
“Dayanamadı evladım. Sevişememeye, koşamamaya, çocuğu olmamasına dayanamadı. Herkesin istediği sıradan şeyleri istedi, olmadı.”

Kaç milyon engelli var aynı şeylere dayanamayan, ama yinede sesi çıkmayan. Şimdi birileri çıkıp "ne yani evimizden dışarı bile çıkamazken kafamızı camdan uzatıp sevişmek istiyoruz diyemi bağıracağız" diyebilir. Belki onu yapmayabiliriz ama karşı cinsle iletişimimizi koparan sosyalleşmemizi engelleyen bizi evlerimize tıkayan mimari düzensizliğe karşı sesimizi çıkabileceği en yüksek tonda yükseltebiliriz. Bizler sokağa çıktıkca, sosyal hayata karıştıkca elbette beraberinde karşı cinsle olmayan ilişkimiz olur hale gelecek. Toplum tıpkı bildik manada sağlam insanlar gibi, bir restorantta, parkta el ele tutuşan öpüşüp koklaşan engelli cifttleri görünce bizlerinde bir cinsel hayatı olduğunu anlayacaktır. Anlayacaktır diyorum zira toplum hala engelli bireylerin bir cinsel hayatının olmadığını olamayacağını düşünüyor.

Son kertede "herşey görünür" olmakla sosyal hayata katılımla normal halini alıyor. Siz görünür oldukca içinde yaşadığınız toplum belkide ömründe ilkkez gördüğü tekerlekli sandalyede oturan birinin bir kadını, bir erkeği öpmesine şaşırarak bakmayacak.
 

Sağlık Teknikeri

Üye
Üye
Katılım
Haz 8, 2010
Mesajlar
1,034
Tepkime Puanı
23
Puanları
38
Ruhunu, bedenini, arzularını, ilişkilerini özgürleştirememiş bireyler ve o bireylerden oluşan toplumlar, tekamulünü tamamlayamamış toplumlardır.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst