Ne Güzel Demokrasi

AsiDost

Üye
Üye
Katılım
Haz 9, 2013
Mesajlar
6
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Aynı siyasal iktidar engelliler başta olmak üzere tüm “azınlıklar” üzerinde yapılan ameliyatlarda nedense bu demokratik anlayışını bir kenara bırakıyor ve yapılmak istenen değişikliklerle ilgili azınlıklarla bırakın fikir alışverişinde bulunmayı, kendi aralarında bir temsilci ya da sözcü topluluğu yaratmak için fırsat dahi tanımıyor. Bu zavallılığa ortak olan muhalif siyasallar ise, dolaylı yoldan da olsa ne kadar demokratik(!) olduklarını gösteriyorlar.

demokrasi.JPG

Politika tatsız bir şeydir. Ama onu kullanmayı bilenler için oldukça rahatsız edici bir sahadır. Feodal yapılanmanın en somut örneği olarak kabul gören siyasal ve bürokratik meclis oluşumları bir yeri, bir şeyi ya da insan hakları açısından bir azınlığı temsil etmek için en belirgin ve en kabul edilir olgudur. Siz ortaya ideolojinizi koyarsınız, muhalif cephe buna bir cevap niteliğinde yenilikçi hizmetlerini koyar ve kim kimin derdine daha çok çare olacak, o konuşulur. Yazık ki üzerinde yaşadığımız topraklarda politika tanımımıza uymuyor. Yunan mitolojisinde, eski çağlarda, bilge ruha sahip ve mistik güçleri olduğuna inanılan hilkat garibelerinden oluşma kâhinlere danışan savaşçı ruhlu askerler, yaşadıkları topraklardaki halka ve o topraklara gizli bir saygı duyarlardı. (Bilirsiniz; o tarihlerde hilkat garibesi olarak nitelendirilen farklı bir görünüme sahip insanlar kâhinler arasında yer edinir ya da konseyde önemli bir sözcü olurdu.) Bu gizli saygının nedeniyse uyulması gereken kurallar, sarılması gereken yaralar vardı. Arka sokağında görmese de bildiği yaralı, aç ya da bir derdi olan komşusu olduğu için ya elindeki demokrasi aracılığıyla bir şeyler yapmak ister ya da mistik güçleri olduğuna inandıkları kâhinlere danışırlardı. Her iki yöntemde de varılmak istenen sonuç aynıydı: Politika ya da elde ne varsa, bunun aracılığı ile derdi olanın çaresini bulmak ve yarasını sarmak.

1980 darbesiyle birlikte trajik bir aile yapılanmasına kavuşan Türkiye, yapılan bu toplum mühendisliğiyle birlikte korku dolu günlerine kavuştu. Ama ne yönetimine el koyulan siyasi iktidar, ne dönemin TSK komutanları, ne de dönemin insanları yapılan darbeye değil, sonraki nesillerin akıllarına içten içe yerleştirilen toplumsal baskıdan rahatsız oldu: Hak aramayın!

1980 darbesiyle başlayan bu süreç, kendi korkak ve hak aramayan neslini yaratmasıyla birlikte azınlığın derdine çare olan bir yaşayış tarzından çıkıp, menfaate dayalı çoğunlukçu sisteme geçiş yaptı. Çünkü insanoğlunun doğasında bu vardır. Her zaman bizi daha çok sevecek bir kadını-erkeği sevmek isteriz, her zaman iyi yiyeceklerden yemek, güzel kıyafetlerden giymek isteriz. Hep daha iyi olmalı, hep bizim olmalıdır. Ötekinin bu “iyi” olan da yeri yoktur. Ne yaşam alanlarımızda, ne de onlara haklarını aramaları için sunulan siyasal ve bürokratik alanlarda. Oysa bu zavallı sistem, kendi ayağına sıkarken düştüğü gülünç durumdan yine kendisi nemalanıyor.
Son dönemde özellikle AKP iktidarıyla birlikte dillere pelesenk olan, “Biz onu da iyi biliriz”, “Hizmet ediyoruz, hizmetkârlıkta çığır açtık,” gibi derme çatma klişe laf kalabalığı yüzünden insanların tıpkı 1980 döneminde olduğu gibi bilinçlerinde gizli bir kayıtsızlık, gizli bir umarsızlık filizlendi. Kimsenin azınlıkların haklarıyla ilgili bir çalışma yapmasına gerek yoktu, çünkü siyasal iktidar zaten olması gerekenin “en iyisini” veriyordu azınlıklara.

Fakat bu noktada yüzlerimizde tiksinç bir ifade uyandıracak olan tezatlık, yıllardır azınlıkların hakları olan birçok “insan hakkını” yine bu siyasal iktidar tarafından elinde tutuyor. Kendi hakkını arayamayan ötekiler, azınlıklar, engelli yurttaşlar aramak istedikleri haklarını elinden alan siyasilerin, bu hakları birer demagoji malzemesi, siyasal birer reklam aracı olarak görmesinden her ne kadar rahatsızlık duyuyorsa da, siyasal güruhun temsilcisi olan adamlar bu ikiyüzlülükten vazgeçmiyorlar. Örneklendirmek gerekirse; Gezi Parkı eylemleriyle birlikte soğuk terler dökmeye başlayan hükümet, -daha doğrusu bizzat Erdoğan- geri adım atmaktan korktuğu için her olayda yaptığı gibi, “Yapılsın demiyorum, tartışılsın diyorum”, “Biz illa şu olsun demiyoruz,” gibi laf ebelikleriyle konuyu minik bir referanduma getirmişti hatırlarsanız. Neydi peki bunun anlamı? Şayet bir değişiklik yapılacaksa, bölge halkına, orayı kullanacak, bu hizmetten yararlanacak olan insanlara soralım dediler. Madem bu insanlar bizi temsilci seçtiler, onlara soralım yapılacak olan değişikliği. Ne güzel demokrasi değil mi? (!)

Aynı siyasal iktidar engelliler başta olmak üzere tüm “azınlıklar” üzerinde yapılan ameliyatlarda nedense bu demokratik anlayışını bir kenara bırakıyor ve yapılmak istenen değişikliklerle ilgili azınlıklarla bırakın fikir alışverişinde bulunmayı, kendi aralarında bir temsilci ya da sözcü topluluğu yaratmak için fırsat dahi tanımıyor. Bu zavallılığa ortak olan muhalif siyasallar ise, dolaylı yoldan da olsa ne kadar demokratik(!) olduklarını gösteriyorlar. İşin daha da acıklı yanıysa, engelli yurttaşlar başta olmak üzere azınlıklarla ilgili yapılacak olan değişikliklerde siyasal alanda herhangi bir siyasal söz hakkı tanınmazken, bu aymazlığın yanına bir de “biz daha iyi biliriz” durumu iliştiriliyor. Çünkü engelli yurttaşlar bu “her şeyin en iyisini bilen” heyete göre cahil, bir şeyden anlamayan, politik ve bürokratik işlere kafası basmayan bir “azınlık.” Öyle mi peki? Değil elbette.

Otizm ya da halk arasında spastik engelli olarak yaftalanan ve benzeri sağlık sorunları yaşayan çocuklara ve gençlere bakmak gerek. Onların meziyetli oldukları alanda gösterdikleri azmi ve elde ettikleri başarıya göz gezdirmek gerek. Satrançta bile “Satranç Ustası”nı aratmayacak nitelikte hamleleri hesaplayabilen bu otizmli çocukların politika gibi kokuşmuş ve sonraki hamlenizi düşünmeden nabza göre şerbet verilebilecek olan bir sahada ne gibi yenilikler yapabileceklerini, o hep klişelere konu olan pürü pak dünya için ne gibi adımlar atabileceklerini hayal edin. Engellilerle ilgili çalışmalarda, yapılacak olan değişikliklerde, tanınacak olan haklarla ilgili atılan adımlarda söz hakkı verilmeyen engelli yurttaşların bu ötekileştirme sürecinde bile elde ettikleri başarıyı, bir de kendilerine hak verilecek olsa ne şekilde kullanabileceklerini düşünün. Şayet bir ülkenin siyasal zemini ötekilerden oluşuyorsa, o ülkede demokrasi vardır. Ama yok tam tersiyse ve bu azınlıkların ya da ötekilerin bir sözcüsü bile bu sahada kendine yer bulamıyorsa, o topraklarda demokrasi aramayın.
 

polo42

Üye
Katılım
Mar 18, 2011
Mesajlar
102
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Tok açın halinden anlamaz kardeşim. tırnağın varsa başını kaşı, Bak dünyaya rüzgar nereye eserse uluslar orda tersine estimi onlarda tersine esmeye başlıyorlar. utanma yok , haya yok , sıkılma yok herkes kendine demokrat, herkes kendine sosyalist, herkes kendine emperyal. zayıfların dünyası değil bu dünya güçlünün dünyası, mazlumun değil.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst