Din ve siyaset, insanları birbirinden ayırmak için siyasi otoritenin elinde bulundurduğu güçlü silahlardır. İkisi bir araya gelecek olursa, ötekileştirme ve kutuplaşma başlar. Nitekim yakın ya da uzak tarihe eğildiğimizde “insanlık suçu” olarak tanımlayabileceğimiz bütün suçların temelinde bu iki kavram yatmaktadır. Hayatımızın, alışkanlıklarımızın ve hatta kimliğimizin temeline oturttuğumuz bu kavramlar, çoğu zaman “birleştirme”, “bir araya gelme” gibi kılıflarla servis edilir toplumsal olaylarda. Her ne kadar ülkemizde bu iki kavram yanlış kullanılsa da, topluluk arasında olduğu kadar, bireysel anlamda da kimlik kazandıran bir özelliğe sahiptir. Bir yere, bir şeye, bir topluluğa mensup olmak kadar, bir siyasi fikre, dini bir kabileye mensup olmak da insanlara kimlik kazandırır: Kişiye aidiyet duygusu verir. Bu aidiyet duygusu ise, beraberinde "milli şişkinlik", "söz söyleme hakkı", hatta "sesini yükseltebilme" hakkı bile tanır insanlara.
Çocukluk yıllarımdan bu yana, kendi içimizdeki Doğu ve Batı çatışmasının merkezinde yer almış, bu iki kültürün ortak ya da karşıt, ortaya serdikleri neredeyse bütün çatışmalarına tanıklık etmişimdir. İki farklı kültür, iki farklı alışkanlıklara sahip hayatlar. Fakat tüm bu karşıtlığa rağmen değişen politik düzenle birlikte hayatımızın merkezinde yer eden bazı alışkanlıklar, anlam veremediğim bir şekilde hayatımızın, hatta kimliğimizin ana hatlarını oluşturan alışkanlıkları arasında yer almaya başladı: Siyasi fanatiklik.
Elbette Özal ya da Ecevit dönemindeki “naif” rekabete buradan çanak tutacak değilim. Hem bu döneme canlı tanıklık etmemiş olmanın eksikliği, hem de içinde bulunduğumuz siyasi şartlar, bizi farklı noktalara iletiyor.
AKP iktidarıyla birlikte “onlar ve biz” diye hayatlarımızın merkezine giren ve bu iki farklı kesimin siyasal anlamda olduğu kadar toplumsal anlamda da birbirine duyduğu politik nefret, çoğunluk kadar azınlıkları, hatta azınlık hâline getirilen kesimleri de siyasal anlamda etkilemiş durumda. Azınlık hâline getirilen topluluklardan biri olan engelli vatandaşlar, bu iki karşıt grubun ortasında tıpkı savaş sonrası muharebe alanında yaralılar arasında dolaşan bir gazeteci gibi geliyor bana. Hiçbir suçu yokken bu vahşete tanıklık etmek zorunda kalan engelli vatandaşlar, ne yazık ki son dönemde kendi iradeleriyle ya da dolaylı yoldan bu savaşın kanlı figürleri arasında yer almak zorunda kalıyor.
Bir süredir bürokratik yapılanmalarda tribünlere oynayan bürokratlar, engelli vatandaşlar gibi “azınlık hâline getirilen” ‘çoğunluğa’ karşı gerzekçe bir tavır takınıyor. (Engelli vatandaşlar ile ilgili yapılan gaflar ve sarf edilen nefret söylemlerine göz gezdirmek yeterli olacaktır.) Fakat az evvel de söylediğim gibi; siz engelli yurttaşlar, bu kanlı savaşın “fanatik” bir figürü olmak yerine, hiç değilse muharebe sonrası savaş alanında gezinen suçsuz gazeteci olun. Şu an mensubu olduğumuz bu oluşumun içinde bile zaman zaman yükselen tansiyon nedeniyle bazı benzer durumlarla karşılaşmak bile mümkünken, bu yüksek tansiyonun sokakta ya da siyasi arenada ne gibi bir reaksiyon doğuracağını siz hayal edin.
Emsalini verdiğim ve binlerce üyesiyle kendi misyonu çerçevesinde ilerleyen bu forumda dahi zaman zaman çıkan siyasal çatışmalarda, ne yazık ki hâlâ desteklediği parti nedeniyle yapılan yanlışı halı altına süpüren yurttaşlarımız mevcut. Bilinçaltımıza sokulan “sorgulamadan kabullenme” dürtüsü nedeniyle çoğu zaman bu tevekkülcü tavır, yalnızca bir yanlışı görmemezlikten gelmemize değil, kendi içimizde de bir ayrımcılığa neden oluyor. Temelde yatan siyasal çatışmalar, geçen zamanla birlikte, tıpkı bizi “öteki hâline getiren” siyasal otorite gibi, kendi içimizde de ayrışmamıza neden olur.
Toparlamak gerekirse;
AKP iktidarıyla birlikte –bunu yalnızca AKP yapıyor diye değil, en çok AKP yapıyor diye söylüyorum- hayatlarımızın merkezine koyduğumuz din ve siyaset, bizim kendi içimizde de ayrışmamıza neden oluyor. Hayatlarınızı değiştirecek, ya da; “Evet, işte bu!” diyebileceğiniz bir sırrı paylaşacak bir adam değilim. Söyleyebileceğim en büyük söz, kibar olmanızı istemektir. İkisi bir araya geldiğinde ölümcül bir silah olan ve yaşamımızın merkezinde yer eden din ve siyasetin bireysel anlamda bize verdiği zararı en aza indirmek, yine bizim elimizdedir. Size düşense, yine sizin üzerinizden prim yapan siyasal figürlere değil, kişisel taleplerinize göre fikrinizi beyan etmektir.
Hepinizin ortak noktası olan engeliniz, size yalnızca maruz kaldığınız bir ortak duyguda buluşma şansı değil, söz söyleme, ama bu sözü kibarca söyleme şansı tanır. Çünkü herkes adam öldüremeyebilir, ama herkes kibar olabilir. Sizler kibar insanlarsınız, birbirinizi öldürmeyin.

Çocukluk yıllarımdan bu yana, kendi içimizdeki Doğu ve Batı çatışmasının merkezinde yer almış, bu iki kültürün ortak ya da karşıt, ortaya serdikleri neredeyse bütün çatışmalarına tanıklık etmişimdir. İki farklı kültür, iki farklı alışkanlıklara sahip hayatlar. Fakat tüm bu karşıtlığa rağmen değişen politik düzenle birlikte hayatımızın merkezinde yer eden bazı alışkanlıklar, anlam veremediğim bir şekilde hayatımızın, hatta kimliğimizin ana hatlarını oluşturan alışkanlıkları arasında yer almaya başladı: Siyasi fanatiklik.
Elbette Özal ya da Ecevit dönemindeki “naif” rekabete buradan çanak tutacak değilim. Hem bu döneme canlı tanıklık etmemiş olmanın eksikliği, hem de içinde bulunduğumuz siyasi şartlar, bizi farklı noktalara iletiyor.
AKP iktidarıyla birlikte “onlar ve biz” diye hayatlarımızın merkezine giren ve bu iki farklı kesimin siyasal anlamda olduğu kadar toplumsal anlamda da birbirine duyduğu politik nefret, çoğunluk kadar azınlıkları, hatta azınlık hâline getirilen kesimleri de siyasal anlamda etkilemiş durumda. Azınlık hâline getirilen topluluklardan biri olan engelli vatandaşlar, bu iki karşıt grubun ortasında tıpkı savaş sonrası muharebe alanında yaralılar arasında dolaşan bir gazeteci gibi geliyor bana. Hiçbir suçu yokken bu vahşete tanıklık etmek zorunda kalan engelli vatandaşlar, ne yazık ki son dönemde kendi iradeleriyle ya da dolaylı yoldan bu savaşın kanlı figürleri arasında yer almak zorunda kalıyor.
Bir süredir bürokratik yapılanmalarda tribünlere oynayan bürokratlar, engelli vatandaşlar gibi “azınlık hâline getirilen” ‘çoğunluğa’ karşı gerzekçe bir tavır takınıyor. (Engelli vatandaşlar ile ilgili yapılan gaflar ve sarf edilen nefret söylemlerine göz gezdirmek yeterli olacaktır.) Fakat az evvel de söylediğim gibi; siz engelli yurttaşlar, bu kanlı savaşın “fanatik” bir figürü olmak yerine, hiç değilse muharebe sonrası savaş alanında gezinen suçsuz gazeteci olun. Şu an mensubu olduğumuz bu oluşumun içinde bile zaman zaman yükselen tansiyon nedeniyle bazı benzer durumlarla karşılaşmak bile mümkünken, bu yüksek tansiyonun sokakta ya da siyasi arenada ne gibi bir reaksiyon doğuracağını siz hayal edin.
Emsalini verdiğim ve binlerce üyesiyle kendi misyonu çerçevesinde ilerleyen bu forumda dahi zaman zaman çıkan siyasal çatışmalarda, ne yazık ki hâlâ desteklediği parti nedeniyle yapılan yanlışı halı altına süpüren yurttaşlarımız mevcut. Bilinçaltımıza sokulan “sorgulamadan kabullenme” dürtüsü nedeniyle çoğu zaman bu tevekkülcü tavır, yalnızca bir yanlışı görmemezlikten gelmemize değil, kendi içimizde de bir ayrımcılığa neden oluyor. Temelde yatan siyasal çatışmalar, geçen zamanla birlikte, tıpkı bizi “öteki hâline getiren” siyasal otorite gibi, kendi içimizde de ayrışmamıza neden olur.
Toparlamak gerekirse;
AKP iktidarıyla birlikte –bunu yalnızca AKP yapıyor diye değil, en çok AKP yapıyor diye söylüyorum- hayatlarımızın merkezine koyduğumuz din ve siyaset, bizim kendi içimizde de ayrışmamıza neden oluyor. Hayatlarınızı değiştirecek, ya da; “Evet, işte bu!” diyebileceğiniz bir sırrı paylaşacak bir adam değilim. Söyleyebileceğim en büyük söz, kibar olmanızı istemektir. İkisi bir araya geldiğinde ölümcül bir silah olan ve yaşamımızın merkezinde yer eden din ve siyasetin bireysel anlamda bize verdiği zararı en aza indirmek, yine bizim elimizdedir. Size düşense, yine sizin üzerinizden prim yapan siyasal figürlere değil, kişisel taleplerinize göre fikrinizi beyan etmektir.
Hepinizin ortak noktası olan engeliniz, size yalnızca maruz kaldığınız bir ortak duyguda buluşma şansı değil, söz söyleme, ama bu sözü kibarca söyleme şansı tanır. Çünkü herkes adam öldüremeyebilir, ama herkes kibar olabilir. Sizler kibar insanlarsınız, birbirinizi öldürmeyin.