Onursuz bir yaşam mı onurlu bir ölüm mü?

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Zihnimde başkalarına ait yaşamları canlandırmayı seviyorum. Bu bana tuhaf bir şekilde haz verirken bir yandan da kendimi bir romanın kahramanlarını yaratan yazar gibi hissetmeme neden olur. Gerçek yaşamların, gerçekçi hayallerle ete kemiğe bürünmesi. Derler ki; Roman yazarları, karakter yaratma, ona şekil vermeleri nedeniyle “kendilerinde tanrısal” bir güç görürmüş. Forster ‘de yazarı bir yaratıcı olarak görmüş ve “Eğer Tanrı evrenin öyküsünü anlatabilseydi, o zaman evren bir romana dönüşürdü.” demiş. Belki iyi bir yazar değilim ama hayal gücümün çoğu yazara göre daha gelişmiş olduğunu iddia edebilirim. Duyduğum, gördüğüm ve hatta izlediğim haberlerden yola çıkar, habere konu olan kişilerin yaşamlarının en derin noktasına kadar inmeye çalışırım. Bu özelliğim (veya yeteneğim) sayesinde insanları ve olayları daha iyi anladığımı düşünüyorum.

Benim yarattığım hikâyelerde hikâyenin başkarakteri büyük bir trajedi yaşar. Hikâyelerimde, aşk, mutluluk şaşalı yaşamlar genellikle yer almaz. Çoğu yazar gibi kalemim acı, hüzün ve trajediden beslenir. Yaşanan trajediyi neden sonuç ilişkisiyle kendimce açıklar taşları yerli yerine oturturum. Böylece kafamda cevabı verilmemiş soru kalmamış olur. Ve fakat bu her zaman böyle olmuyor. Benimde cevapsız sorularım bitmemiş hikâyelerim var.

Bir yazar için bitmemiş hikâye yaşanmamış bir hayat gibidir. Bir elimde sigaram, diğer elimde ince belli bardakta yudumladığım çayımla TV karşısında haberleri izlerken ekrana düşen bir haber bu keyif anını yarı transa dönüştürerek zihnimde bir hikâye daha kurgulamama neden oldu. Bu hikâyenin sonu henüz yazılmadı. Zavallı zihnimin acizliği ve fakirliği bitmemiş bu hikâyenin sonunu belki siz dostlarım tamamlar diye bu satırları kaleme almamı emretti. Gelin bu hikâyenin sonunu birlikte yazalım… Umulur ki cevapsız kalan sorularım bir cevap bulur.

Hikâyemiz şudur…

Soğuk bir kasım ayında, istanbul’da bilinmeyen bir semtte ismi bilinmeyen, belden aşağısı ve bir kolu olmayan bir engelli akülü sandalyesiyle sahilde geziniyor. Kalabalık ve yaşamın koşuşturmacası içinde insanlar karıncalar misale sağa sola gidip gelirken akülü sandalye kullanan yaşı ilerlemiş engelli sırtını denize dönerek insanlara bağırmaya başlıyor. (Ben hikâyemde bu bağrışın nedenlerini kendimce yazdım. Sizlere onlara uzun uzun anlatacak değilim.)

Etraftan insanların anlamsız bakışları yaşlı engelliye doğrululurken, bir kısım insanlardan umursamaz bir tavırla yoluna devam ediyor. Sırtı denize dönük engelli aracını biraz daha geriye, denize doğru sürüyor. Yine öfkeyle bağrışması devam ederken kullanabildiği tek elini aracının joistiğine doğru götürüp ani bir hareketle kendine denizi atıyor. (yoksa kendini denizin kollarına mı bırakıyor demeliydim? ) Onu yaşamdan bıktıran sebepleri uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Herkesin az çok tahmin edeceği belki de yaşayarak gördükleri nedenler. Yaşı geçkin engellinin kendini denize attığını gören insan kalabalığında bir panik hali. Bağrışlar, çığırışlar. Kalabalık içerisinden bir genç çevik bir hareketle üzerindekileri çıkararak yaşlı engelliyi kurtarmak için denize atlıyor. Havanın soğukluğundan olsa gerek yaşlı engelliyi kurtarmak için gücü yetmiyor. Sıtmaya yakalanmış gibi tir tir titrerken, bir yandan da sahildeki kalabalığa sesleniyor. Ben bittim! Genç adamın soğuktan titrediğini görünce elimdeki çay bardağını daha bi sıkı kavrıyorum. Sanki ellerim üşümüştü. Bir can kurtarma telaşıyla gücünü son noktasına kadar kullanan genç yeniden bağırıyor. Ben bittim! Biri yardım etsin.

Bu haykırış karşılığını buluyor. Kalabalık içinde başka bir yüreği güzel insan beline bağlanan iple denize sarkıtılıp yaşı geçkin engelliyi tutarak dışarı çıkarıyor. Kalabalık içinde bir sevinç hali. Bir can kurtarılmıştı. Herkes yaşı geçkin engellinin etrafında toplaşıyor. Tam bu sırada yaşı geçkin engellinin dudaklarından herkesin (en azından benim) kanını donduran şu cümleler dökülüyor: Beni neden kurtardınız?

Hikâyemde yaşı geçkin engelliyi intihara götüren haklı nedenleri tek tek yazdım. İş ölmek isteyen birini zorla yaşatma gibi sinir uçlarına dokunan keskin ve hassas bir noktaya gelince cevapsız soruların ardı arkası gelmedi.

Yaşamında ki zorluklar nedeniyle ölümü tercih eden bir insanı yaşatmak ona yapılan bir iyilik mi yoksa kötülük müydü?
Elbette ki buradan yola çıkarak “kendini denize atan bu adamı keşke kimse kurtarmasaydı” demek istemiyorum. Yapılan insani bir davranıştı. Bende olsam aynısını yapardım. Bu soru sıradan akıl tarafından sorulacak bir sorudur. Bizim meselemiz sıradanlıktan çıkıp insan ruhunun derinliklerine inmek.

Onursuz bir yaşam mı onurlu bir ölüm mü?

Namus, şeref, ülke menfaati (savaş vb. gibi) söz konusu olduğunda insanlar ölmeyi ve öldürmeyi göz önüne alır. Bu uğurda öldüklerinde arkalarından onlar için “kahraman” denir.

Söyleyin dostlarım, insan onuru, “namus, şeref, ülke menfaati” gibi kavramların hangisinden daha değersizdir? Savaşarak ölen birini kahraman ilan edip, ayaklar altına alınan onurunu kurtarmak için ölmeyi tercih eden birine “korkak, aciz, akıl hastası” demek hangi vicdanla bağdaşır?
 

Birey

Üye
Üye
Katılım
Eki 13, 2011
Mesajlar
528
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
İslami gelenek ve düşünceden gelen bir toplum olduğumuz için intihar etmeyi acizlik olarak kabul ediyoruz. Bu bakış açısı bence burdan kaynaklanıyor. İslami gelenekten gelmeyen bazı ülkelerin intihara destek verdiğini bile söyleyebiliriz sanırım. Mesela ölmek isteyen insanları iğne ile ölmelerine yardımcı olan ülkeler..

ölmenin kutsal olduğu durumlar için de aynı durum söz konusudur diye düşünüyorum. İnanıyorum ki her toplum kendi inancından gelen düşüncelerle hayata bakar. Bizden farklı düşünenler de elbette vardır. Profesyonel askerliğin ( tümüyle maaşlı askerlik ) olduğu yerlerde vatan için ölmek bizim toplumda kutsandığı kadar kutsanmıyordur.

Hangi toplum doğru düşünüyor diye sorarsanız ben bizim toplum diye yanıt veririm ama doğruların göreceli olduğuna inandığımdan farklı düşünenlere de saygı duyarım.

Normal şartlarda evet onuru kırılmış ve bunu telafi edemeyen hayattan tat alamayan bir insanın ölmek istemesine saygı duymak lazım. Onu denizden çıkararak kurtarmış olmaz kimse. Ancak hayattaki sorunlarına da çözüm bulabilirse kurtarmış sayılır. Onu sadece denizden çıkararak kendi vicdanını rahatlatmış olur, üstüne düşen görevi yaptığına mutlu olur. Bana göre de doğru yapıyor çünkü İslama inanan biri olarak Allahın intiharı yasaklamasında bir hikmet olduğuna inanıyorum ve intiharı onaylamıyorum. Elbet bir gün ölüm gelecek o güne kadar sabretmek gerektiğine inanıyorum.
 

septik

Editör
Editör
Katılım
Şub 9, 2012
Mesajlar
3,399
Tepkime Puanı
443
Puanları
83
Hikaye güzel, yalnız sanki içime sinmeyen bir nokta var,

Neden deniz kenarına kadar gelipte bağırıp çağırarak dikkat çekme ihtiyacı duyarki bir insan, intiharmıydı yapmak istediği dikkat çekmekmi emin olamadım.

Bana göre gerçekten ölmek isteyen kişinin kendini öldürememesi gibi bir sonucu kabul etmiyorum, ben olsaydım sesiz sedasız hatta mümkün olabilecek en hızlı ve acısız yolla son verirdim hayatıma.

Yaşamındaki zorluklar nedeniyle ölmek isteyeni kurtarmak iyilikmi köttülükmüdür, tabiki sağlıklı, sağlıksız bir çok insanın kötü, hatta çok kötü çaresizlik içinde olduğu zamanlar olmuştur, çare ararkende her zaman olasılık olarak ortada olsada ölüm, çok az kişinin tercihi olur.

Empati yaparak düşündüğümde o kişiyi kurtarmanın onun o çaresizliğine çözüm olmayacağını bilsem dahi kurtarma çabasına girerdim, içgüdüsel olarak bir yaşamın ziyan olmasına engel olmak isterim, iyilik diye yorumlarım kendimce.
 

akanyildiz

Üye
Üye
Katılım
Ara 18, 2011
Mesajlar
49
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Sevgili Halil,

Öykün, eski Türkiye Engelliler Federasyon Başkanı Faruk Öztimur'un intiharını aklıma getirdi. O da tekerlekli sandalyedeydi. Arabasını denize sürerek ölüme gitmeyi tercih etmişti. Allah rahmet etsin. Bu topluluğa iyi hizmetler etmişti.

Neyse. Sanırım Flaubert demişti yazar “tanrının gözüdür” diye. Bir romanı ya da öyküyü 3.tekil kişiyle yazarsan, o kişiyi her açıdan anlatabilir, her şeyini bilebilirsin. Yani, adeta tanrının gözü olup tüm açılardan irdeleyebilirsin.

Bence, bir yazar asla karakterlerine toplumun gözünden bakmamalı... Karakterin içine girmeli... Edebiyat insan araştırması ise, o insanın acizliğini de, korkaklığı da, ölüm isteğini de tüm çıplaklığıyla anlatabilmeli... Eğer kafamızdaki şablonlarla yazarsak, bu insan araştırması olmaz.

Şimdi Anna Karenina, Madam Bovary, Aşkı-ı Memnu edebiyatın en önemli yapıtlarıdır. Üçünün de teması yasak aşktır. Bu üç romanın başkarakteri de romanın sonunda intihar eder. Zaten o karakterler intihar etmeseydi, bizlere o kadar etkileyici gelmezdi. Ha, burada şunu demek istemiyorum. İntihar kavramını yüceltmiyorum. Böyle bir şey haddim değil. Şunu demek istiyorum. Bir kişiyi intihar götüren nedenler, teker teker o yapıtta gösterilip nedensel bağlar kurulmuşsa, o yapıt bizlere insanı çözümlediği için güzel gelir. Bu insan türüne bir katkıdır. Örneğin, ben nerde aşkı idealize eden, nerde bir düşsellik içinde aşkı bulduğu sanan kadın görsem, Madam Bovary aklıma gelir. Böyle bir kadın, nerde olursa olsun, düş kırıklığına uğrayacaktır. Çünkü, somuttan yola çıkıp ona göre hareket etmiyor.

İster ağır engelli olsun, ister olmasın, isterse engelsiz bir kişi olsun. Bu yaşamın içinde intihar denen bir olgu varsa, birçok kişi de intihar ediyorsa, bir yazar bunu kaleme alabilir. Edebiyatta sınırlılık yoktur. Herşeyi konu edinebilirsin. Ben neye bakarım? Yazar, bir karakteri ölüme götüren nedenleri ilmik ilmik örerek bana göstermiş mi? Ha! İşte o zaman Anna Karenina'nın kendini bir trenin altına atması bana absürd gelmez. Ben o karakteri yargılayamam. Yalnızca yaşarım.

İşte bu açıdan bakıldığında, ne birine kahraman, ne de ötekine zavallı derim. Beni insana götüren, bana insanı gösteren her yapıt benim zenginliğimdir.
 

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Değerli arkadaşlar, intihar tüm dinlerde yasaklanmıştır. Elbette burada dini bir hüküm verecek konumda ve durumda değilim. Diğer dinleri bilmemde islam dini “akla ve vicdana” hitap eder. Aklımın ve vicdanın kabul etmediği her şeyi sorgularım ben. İslam dinide bunu emreder. Buradan hareketle birkaç örnek ve beraberinde birkaç soru sormak isterim. Siz buna sesli düşünmede diyebilirsiniz.

Biraz tarih okuyanlar hadi tarihide geçtik yakın dönemde savaş yaşayan ülkelerdeki (ırak suriye vs) olayları haberlerde izlerken “tecavüz edileceğini anlayan kadın intihar” etti gibisinden bir haberi mutlaka duymuştur. Namusunun kirlenmesi yerine intiharı tercih eden bir kadın.! Rahmeti sonsuz yaradan bu kadın için cennetimi yoksa cehennemimi reva görür acaba? Ve yine namusunun kirlenmemesi uğruna ölümü tercih eden bir kadınla onurunu ayaklar altına alınmaması için ölümü tercih eden bir engelli arasında ne fark olabilir ki? Bana kalırsa burada ki dini hüküm bir genellemedir ve tüm genellemelerde olduğu gibi istisnai durumlarda vardır/olmalıdır.

Olaylara bakarken neden sonuç ilişkisini çok iyi kurmalı ve genellemeleri bir kenara bırakmalı en azından genellemeler üzerinden sonuca varmamalıyız. Mesela psikiyatrinin intihar olgusu karşısında ki tutumu da tam bir genelleme içerir. Psikiyatri intihar olgusunu direk akıl hastalığına dayandırmış ve akıl hastalığı teşhisi koyarak tedavi yoluyla halletmeye kalkmıştır. Başka bir genelleme örneği de bu işte.

Bu arada intihar eğiliminde olan insanların %80-90’ının ruhsal açıdan sorunlu olduğu savına karşı çıkmıyorum. Ama geriye kalan %10-20 yide inkar etmemek gerekir.
DR Ölüm adlı filmi izlediniz mi bilmiyorum ( Doktor Ölüm (film) - Vikipedi ) İzlemediyseniz izlemenizi öneririm. Film hakkında uzun uzadıya fikir jimlastiği yapılabilir ama onu başka bir makalenin konusu yapmayı düşünüyorum.

Netice itibariyle şunu söylemek istemekteyim. İntihar olgusunu savunmuyor, sadece bir insanı intihara götüren nedenleri anladığımı ve saygı duyduğumu söylüyorum. Bu arada satı, Faruk Öztimur'un intiharının bu şekilde gerçekleştiğini hatta intihar ettiğini bile bilmiyorum. Ya o dönem gündemi takip edemedim yada izledim ama unuttum. Siz buna bunama belirtisi de diyebilirsiniz. Atış serbest. :)
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,071
Tepkime Puanı
98
Puanları
48
...................
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adli bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili


Sezai Karakoç (Zamana Adanmış Sözler)
 

septik

Editör
Editör
Katılım
Şub 9, 2012
Mesajlar
3,399
Tepkime Puanı
443
Puanları
83
Halil, dinimizin akıl vicdana dayalı sözlerin doğru gibi görünsede yanlıştır, doğru olan nedir dersen, neye yorarsan kısmıyla alakalı. sana katıldığım nokta ise zaten ayetle sabit olan aklıma mantığıma uymayan konuların sorgulanmasıdır tabiki bazı kurallara tabidir.


Konuya dahil içgüdüsel tavırla kurtarmak isterim demiştim, sebebse yine bir ayet tir hayatı veren alır vesile olursan sorumlusun gibi


Ben şahsen Satı arkadaşımızı taktirle ve severek okuyorum, yanlız hemen her konuda seninde dahil olduğun edebiyat adına veya bilim adına yayınlanmış bir takım isimleri sunarak kocaman bir soru işareti bırakmanızı anlayamıyorum, o soru işareti anlamak isteyeni fakat bu kim ne demişi zorrluyan bir davranış, düşünün şimdi biz bazı konularda tüm mantığa açmak istiyoruz fakat bir kaç anlatımla bu tüm konusu bitiyor benim ulaşamadığım konu oluyor.

Diyorumya anlamak istediğin le alakalıdır herşey nasıl onur denen duygu ve diğer duygular senle ve anlayışınla sabitse belkide acaba benle aynı şeyleri yaşayan benle aynı acıyı duyuyormu kısmı gibi, zaten felsefi bakılır konu çözülür, değil felsefeyi kiminle neyle hangi isteğinle karşılaştırıp kime veriyorsun ki , istediğin düşünürün kitabını istedeiğn gibi öngörü ile sabitliyorsun, realistlik söz konusu ise.

Bende beni yansıtan bir takım filozoflrdan veya konunu çürüten ongöleri söylersem neyi çözeriz, aradağımız çözümse eğer

İnsanı insan yapan duyguların yitimi ile başlar son ve intihar dediğimiz engel değil yaşam sevinci yaşama bağlı kalmamın bir şey ifade etmeyişidir, ne olacaksa olsun hangi din değil sadece bu sıkıntı sona ersindir, çünkü kalmamıştır bir ihtimal yaşama amacı
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Ben konuyu edebi vs. değilde sıradan bir şekilde düşününce bence bir insanın kendi yaşamına son vermesinin altında yaradılış kavramı vardır..

Örnek- 1:
Kişinin yaşantısı çok zordur hep mücadele,acı,zorluk,çaba istediği hiçbir şeye ''maddi,manevi'' sahip olamama yada tam anlamıyla kavuşama, fakat tüm bu zorluklara karşı hayata gülümseyerek yaşantısına şükrederek yaşayan bir çok insan tanıdım..

Örnek- 2:
Kişi hayatta ''maddi,manevi'' istediği herşeyi olan bir insan, sırf işleri kötüye gidiyor diye kendi hayatına kıyabiliyor.. İşte tamda bu yazılarıma ek Septiğin yazdıkları devreye giriyor..

Diyorumya anlamak istediğin le alakalıdır herşey nasıl onur denen duygu ve diğer duygular senle ve anlayışınla sabitse belkide acaba benle aynı şeyleri yaşayan benle aynı acıyı duyuyormu


Şimdi Halil sormak istediğin hikayedeki ''belden aşağısı ve bir kolu olmayan bir engelli akülü sandalye'' deki yaşı ilerlemiş kişinin çaresizlikleri, sağlık sorunları, önemsenmeme, yaşamda tutunamama vs. yüzünden kendi yaşamına kıymak istemesinin doğru veya yanlış olduğumu.. Yoksa ''Onursuz bir yaşam mı onurlu bir ölüm mü?'' sorusu mu? eğer ''Onursuz bir yaşam mı onurlu bir ölüm mü?'' sorusuysa


''Söyleyin dostlarım, insan onuru, “namus, şeref, ülke menfaati” gibi kavramların hangisinden daha değersizdir? Savaşarak ölen birini kahraman ilan edip, ayaklar altına alınan onurunu kurtarmak için ölmeyi tercih eden birine “korkak, aciz, akıl hastası” demek hangi vicdanla bağdaşır?''

Bu yazdıklarına tamamiyle katılıyorum!

Ancak hikayendeki ''belden aşağısı ve bir kolu olmayan bir engelli akülü sandalye'' deki yaşı ilerlemiş kişiyi kasdediyorsan hikayende adamın onuruna, şerefine ya da başına ne geldiğine dair birşey yazmamışsın :)

Hoş kalın..
 

akanyildiz

Üye
Üye
Katılım
Ara 18, 2011
Mesajlar
49
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Sevgili arkadaşım, zaten senin öykünle Faruk Öztimur'un intiharının bir ilişkisi yok. Ben kendim böyle bir ilişki kurdum. Algıda seçicilik olsa gerek. Faruk abi tanıdığım bir insandı. İntiharı beni etkilemişti. Belki de o yüzden hemen aklıma geldi.

Ben bir şeyi anlatırken edebiyattan ya da felsefeden örnek verdiğimde soru işareti mi bırakıyorum? Tam tersine ben düşüncemi temellendirmek için onlara giriyorum. Eğer o konularda anlatamadığım bir şey olursa, soru sorulduğunda yanıtlamaya çalışırım.

Benim yaşamımda kurallarım vardır. Onlardan birisi de insanlarla din üzerinde tartışmamaktır. Çünkü din Allah'la kul arasındadır. Tamamen inançla ilgili bir konudur.

İntihar olgusuna ne kesin çizgilerle bakıyorum ne de engellilik açısından düşünüyorum. İnsan yaşamı kutsaldır. Benim yaşama kutsallık yüklemem, bir insanın intiharını yadsıyacağım anlamına gelmez. Duygularin dili iyi ya da kötü olamaz. Zaten iyi ya da kötünün de kendisi görecelidir. Hayatta kimi şeyleri yalnızca yaşarsın ve yaşamadan bilemezsin. Çoğu zaman ateş düştüğü yeri yakar.

Ne bir başkasının intihar etmesini zayıflık olarak değerlendiriyorum ne de o insanları hasta olarak kabul ediyorum. Ben insanı seviyorum. O insanın dertleriyle dertleniyorum, sevinciyle mutlu oluyorum.

Sevdikçe dünyamın büyüdüğünü biliyorum. İntihara sürükleyen nedenlerden biri de, sevgi eksikliğidir. Şimdilik zamanım olmadığından burada kesiyor, intihar gerçeğini vaktim olursa, daha sonra konuşmayı umuyorum. İyi akşamlar herkese.
 

akanyildiz

Üye
Üye
Katılım
Ara 18, 2011
Mesajlar
49
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Ben kimi kez eleştiri yaptığımda bu eleştirilerim kişisel olarak algılanıyor. Şu biline ki, asla böyle bir amacım sözkonusu değildir. Yalnızca düşünce alışverişi yapıyor, hakikatı arıyorum.

Şimdi bu konuyu edebi ya da öznel olarak irdelemeyi bırakıp başa dönelim.

Bu öyküde X kişisinin hiçbir özelliği belirgin değildir. Yalnızca intihara teşebbüs ettiğini biliyoruz. Ve de yaşamak istemediğini.

Bu kişinin eğitim durumu nedir?
Nasıl bir kişiliği vardır?
Sosyo-ekonomik düzeyi nedir?
Evli midir? Bekar mıdır?
Çocukları var mıdır?
Yalnız mıdır? Ailesiyle mi oturmaktadır?
Engelliliği tam olarak nedir? (Hangi uzvunu kullanıyor ya da kullanamıyor)

Bunun gibi bir sürü soru sorulabilir öykü hakkında. Öykü de elimizde yok ki, üzerinden akıl yürütebilelim.

Eee, o zaman, atış serbest:)) Bu öyküyle ilgili binlerce kurmaca şey söylenebilir. Neye yarar bu durum? Hiçbir şeye:)) Neden mi? Çünkü elimde bir tanımlama yok. Tanımlama olmadan o şeyi bilip üzerinde konuşamam.

Demek ki öykü üzerinden gitmek yanlış. Yaşamdaki zorluklar nedeniyle ölümü tercih eden bir insanı yaşatmak tabii ki iyiliktir. Çünkü her ne olursa olsun, bu dünyada her canlının yaşamı KUTSALDIR.

İnsan ruhunun derinliklerine inmek mi? Hangi derinlikler? Ben o derinliklerde yıldızlar görüyorum:))

Savaşlara karşıyım. Vatan, millet senaryolarıyla insanın insanı kırmasını emperyalist güçlerin ikiyüzlü politikalarına bağlıyorum. Ben erkek olsaydım, kesin sivil itaatsiz olurdum:))

Bu yüzden o savaşlarda güçlülerin çıkarları için hem öldüren hem de öldürülen insanları kahraman olarak nitelemiyorum.

Kaldı ki, “ülkesi için ölen bir insanla”, “yaşamın zorlukları"( o da belirsiz) karşısında “pes eden” bir insan nasıl aynı kefeye konulup da karşılaştırılabilir? Çünkü, bu iki olgu da zaten birbirinden ayrı. Birbirinin aynı değil ki. Birbirinden farklı olan şeylerin farkını arıyorsak o başka!

Hem onur ne demek? Onura nasıl bir anlam yükleniyor ki, ölüm onuru kurtarmak oluveriyor? O da yazıda belli değil.

Bu arada ataerkil düzenin kadınlara dayattığı “namus” anlayışını namussuzluk olarak görüyorum. Erkek soyu, kendi erkini sağlamlaştırmak için hep kadının cinselliğini kontrol etmeyi amaçladı. Kadınlara yüzyıllarca namusun iki bacak olduğu arasında öğretildi. Kadınlar da buna inandı. Erkek egemen soy, kendi çirkinliklerini hep kadına yükledi. Kadını şeytan ilan etti. Kimi din adamları da buna sesini çıkarmadı. Hatta bu düzene alenen destek verdi.

Şunu demek istiyorum. Lütfen, şeytanın bacağını kıralım derken, şeytana hizmet etmeyelim. Kimi yanlışları kendi doğrularımızı meşrulaştırmak için kullanmayalım.
 

septik

Editör
Editör
Katılım
Şub 9, 2012
Mesajlar
3,399
Tepkime Puanı
443
Puanları
83
Akanyıldız çok güzel izah etmişsiniz, bir çoğumuzun düşüncelerine tercuman olmuşsunuz.
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,071
Tepkime Puanı
98
Puanları
48
Ben kimi kez eleştiri yaptığımda bu eleştirilerim kişisel olarak algılanıyor. Şu biline ki, asla böyle bir amacım sözkonusu değildir. Yalnızca düşünce alışverişi yapıyor, hakikatı arıyorum.

Şimdi bu konuyu edebi ya da öznel olarak irdelemeyi bırakıp başa dönelim.

Bu öyküde X kişisinin hiçbir özelliği belirgin değildir. Yalnızca intihara teşebbüs ettiğini biliyoruz. Ve de yaşamak istemediğini.

Bu kişinin eğitim durumu nedir?
Nasıl bir kişiliği vardır?
Sosyo-ekonomik düzeyi nedir?
Evli midir? Bekar mıdır?
Çocukları var mıdır?
Yalnız mıdır? Ailesiyle mi oturmaktadır?
Engelliliği tam olarak nedir? (Hangi uzvunu kullanıyor ya da kullanamıyor)

Bunun gibi bir sürü soru sorulabilir öykü hakkında. Öykü de elimizde yok ki, üzerinden akıl yürütebilelim.

Eee, o zaman, atış serbest:)) Bu öyküyle ilgili binlerce kurmaca şey söylenebilir. Neye yarar bu durum? Hiçbir şeye:)) Neden mi? Çünkü elimde bir tanımlama yok. Tanımlama olmadan o şeyi bilip üzerinde konuşamam.

Demek ki öykü üzerinden gitmek yanlış. Yaşamdaki zorluklar nedeniyle ölümü tercih eden bir insanı yaşatmak tabii ki iyiliktir. Çünkü her ne olursa olsun, bu dünyada her canlının yaşamı KUTSALDIR.

İnsan ruhunun derinliklerine inmek mi? Hangi derinlikler? Ben o derinliklerde yıldızlar görüyorum:))

Savaşlara karşıyım. Vatan, millet senaryolarıyla insanın insanı kırmasını emperyalist güçlerin ikiyüzlü politikalarına bağlıyorum. Ben erkek olsaydım, kesin sivil itaatsiz olurdum:))

Bu yüzden o savaşlarda güçlülerin çıkarları için hem öldüren hem de öldürülen insanları kahraman olarak nitelemiyorum.

Kaldı ki, “ülkesi için ölen bir insanla”, “yaşamın zorlukları"( o da belirsiz) karşısında “pes eden” bir insan nasıl aynı kefeye konulup da karşılaştırılabilir? Çünkü, bu iki olgu da zaten birbirinden ayrı. Birbirinin aynı değil ki. Birbirinden farklı olan şeylerin farkını arıyorsak o başka!

Hem onur ne demek? Onura nasıl bir anlam yükleniyor ki, ölüm onuru kurtarmak oluveriyor? O da yazıda belli değil.

Bu arada ataerkil düzenin kadınlara dayattığı “namus” anlayışını namussuzluk olarak görüyorum. Erkek soyu, kendi erkini sağlamlaştırmak için hep kadının cinselliğini kontrol etmeyi amaçladı. Kadınlara yüzyıllarca namusun iki bacak olduğu arasında öğretildi. Kadınlar da buna inandı. Erkek egemen soy, kendi çirkinliklerini hep kadına yükledi. Kadını şeytan ilan etti. Kimi din adamları da buna sesini çıkarmadı. Hatta bu düzene alenen destek verdi.

Şunu demek istiyorum. Lütfen, şeytanın bacağını kıralım derken, şeytana hizmet etmeyelim. Kimi yanlışları kendi doğrularımızı meşrulaştırmak için kullanmayalım.

Düşüncelerinizin çoğuna katılmıyorum Sn. akanyıldız,
Sondan gidelim:
1- ‘Erkek Egemen Soy’ diye bir tamlama kurmuşsunuz doğru gözüküyor gibi ama erkekler kendi aralarında çiftleşip doğum yapmıyorlar. Soyun devamı için kadın cinsi de olmalı değil mi? (Ve sizin erkek soyu diye beğenmediniz cinsi de kadınlar doğuruyorlar. Yani erkek/kadın hiçbir insan evladı ağaç kovuğunda yetişmiyor.(Çocuklar) İlk terbiyesini de genellikle evde annelerinden alıyorlar birazda bunda kadınların sorumluluğu yok mudur sizce?
2- Erkeklerin kadınları şeytan ilan ettiği savınız da yanlış bence. Kadın önce ANADIR, sonra BACI’dır, sonra Sevgilidir. Sonra EVLATtır. Erkeğin de kadının da iyisi kötüsü vardır o ayrı.
3- Kimi din adamları ‘kadınların şeytan ilan edilmesine(?)’ ses çıkarmadı demişsiniz. Bu da yanlış bir düşünce bence. Geçen yüzyıla kadar ‘kadının adı yok’tur yeryüzünde. Çoğu Batı ülkesinde, birey olarak kabul edilmeleri Cumhuriyet’in kurulmasından sonradır. Bizde ise (İslam’ın kabulünden sonra) eşini’erkeğini’ üç veya daha fazla kadınla paylaşan yine kadındır. İslam Miras Hukuku’nda Atasından/babasında kalan Mirasın, erkek kardeşinin aldığının yarısını alan da yine kadınlardır. Örnekler çoğaltılabilir.
4- Onur ne demek TDK Sözlükteki anlamı Şöyle:
Başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, şeref, itibar
İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı, haysiyet, izzetinefis.
Ölüm onur’u şöyle kurtarıyor: Misal Kurtuluş savaşında Anadolu halkı savaşmayıp işgale boyun eğmektense savaşıp ölmeyi yeğlemiştir. O yüzden onlara ŞEHİT diyoruz.
5- Yaşamım zorlukları karşısında ‘pes edip’ İNTİHAR’ı denemişliğim vardır. Haklısınız başarılı olsam ŞEHİT olmayacaktım; hatta Cehennemlik olacaktım. (Belki bu yüzden başaramadım) Ama bunda ayıplanacak bir taraf bulamıyorum hala. Diyeceğim o ki Allah kimseyi O derece çaresiz bırakmasın.
6- Savaşa ben de karşıyım ama şartlar bazen savaşı gerekli kılabiliyor. Atatürk ‘yurtta sulh cihanda Sulh’ sözünü ne zaman söylemiştir sizce? Bence kurtuluş savaşı’nı kazandıktan sonra.
Mekke ne zaman feth edilmiştir: Bedir, Uhud, Hendek savaşlarından sonra.
7- ‘ Ben kimi kez eleştiri yaptığımda bu eleştirilerim kişisel olarak algılanıyor. Şu biline ki, asla böyle bir amacım sözkonusu değildir. Yalnızca düşünce alışverişi yapıyor, hakikatı arıyorum. ‘ Diye yazmışsınız. Siz de
Umarım benim eleştirilerimi kişisel algılamazsınız Ve/veya öylesine yazmıştım diye vereceğiniz cevabın sonuna Simley :) eklemezsiniz.
Saygılar..
 

akanyildiz

Üye
Üye
Katılım
Ara 18, 2011
Mesajlar
49
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Yoo, asla eleştirilerinizi kişisel olarak algılamıyorum. İstediğiniz kadar eleştirebilirsiniz. Ben kusursuz değilim. Benim de hatalarım olabilir. Eğer, hata yaptığımı görürsem, kabul ederim. Sonra da düşüncemi değiştiririm. Hem ben şerbetliyim:)) Bana birşey olmaz:))

“Erkek egemen soy” demem de ne sakınca var, anlamadım! Erkek milleti de diyebilirdim. Öyle dememişim de böyle demişim. Laf aramızda erkek milletini beğenmiyor değilim, daha fazlası:)) Bu türü sevmiyorum:))

Ha! Bu arada “soy” sözcüğünün bir anlamı da cins, tür, çeşit demektir. Erkek egemen cins yani:)) Gayet yerinde bence:))

Evet, erkekleri de yetiştiren kadınlar. Ben kadınların bunda sorumlulukları olmadığını söyledim mi? Söylemediğime göre, bu ne perhiz ne lahana turşusu:))

Erkek kadını şeytan ilan etti benim savım değil. “Kadın şeytandır” lafını hiç duymadınız mı? Yine erkeklerin uydurmacası bunlar. Evet, ya! Kadını yere göğe sığdıramaz bu sistem!!! Ama aynı zamanda kadınlara tüm kötü nitelikler de yüklenir de yüklenir!!! Aman! Ne samimiyet! Gözlerim yaşardı:(

Ben yukarıda kadın sorununu enine boyuna irdelemedim ki. Öylesine bir iki kelime söyleyiverdim. Oooo! Kadın sorununa girecek olursak, çıkamayız.

Unuttum29 nickli arkadaşım! Savaşlardaki “şehitlerin” onurlu ölümünden söz etmiyorum ben. Bu yazının ana konusu olan “onurlu ölümden” söz ediyorum.

Kim kimi ayıplamış? Ben mi? Evet, bana yönelik olarak yazmışsınız. İyi de benim karakterimde yoktur, birini ayıplamak. Benim ne haddime düşmüş bir kişiyi yargılamak. Nerde, yapmışım böyle bir kabahat?

Savaş ve barış... Tabii ki, tercihim barıştan yana... Ben hala savaşları güçlülerin çıkarttığına inanıyorum. Savaşları kapitalist ülkeler çıkartır, masumlar ölür. Bu iş bu kadar basit benim gözümde. Bir ülke işgal edilmişse, tabii ki, ülkemi savunmak için canımı da yeri geldiğinde feda ederim.

İnanın, bu konular çok uzun ve derin. Kadınların tarihini de okudum. Devrimler tarihini de... Şu bilinmeli ki, insanlık bu aşamaya kolay kolay gelmemiş.

Yine de insanlığın halen emekleme döneminde olması beni üzüyor. Hani, erkek milletini sevmiyorum, filan diyorum ya! Aslında espri yapıyorum. Siz ciddiye almayın. Kadının ve erkeğin de iyisi ya da kötüsü vardır. Haklısınız. Ama ben hemcinslerimi her ortamda savunmayı kendime bir ödev edindim. O da benim karakterim. Sürç-i lisan ettiysem affola!
 

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Mehmet, yazılı bir metinde, edebiyat, sanat, bilim dalında ün yapmış, sözleri kendileri gibi tüm insanlığa mal olmuş, aynı zamanda biz insancıklara ışık olmuş kişilere atıfta bulunmayı seviyorum. Bu hem bir fikri, düşünceyi anlatırken atıfta bulunulan kişilerin sözleri o fikre düşünceye bir destek oluyor hem de yazıya renk katıyor. :)

Satıcım bu makaleye elbette “öykü” diyemeyiz. Olsa olsa “öykümsü” bir şey denilebilir. Yapmak istediğim şey, insanları sıkmadan “intihar gibi sevimsiz bir konuyu” hikayemsi bir anlatımla insanlara sunmak. Giriş kısmı hikayemsi bir şekilde olunca moda deyimle insanların empati kurmasının daha kolay olacağını ve mevzu üzerine kafa yoracaklarını düşündüm. Yanılmışta olabilirim. :)

Ek olarak “Kaldı ki, “ülkesi için ölen bir insanla”, “yaşamın zorlukları"( o da belirsiz) karşısında “pes eden” bir insan nasıl aynı kefeye konulup da karşılaştırılabilir?” sorusuna çok pis muhalefet edeceğim haberin ola. Orta yerde psikolojik bir sorun yoksa, kişinin onuru uğruna ölümü tercih etmesine “yaşamın zorlukları karşısında pes etme” diyerek itibarsızlaştırma yapmayalım lütfen. :) İntihar tek başına itibar meselesidir. :)

Bilahere konuya ilişkin fikirlerimi daha detaylı şekilde konu altında yazacağım. Ek olarak illa feminist damarın tutacak :)

Başka bir ekleme daha yapıp sözlerime (şimdilik) son vereyim. Sözlerinin yada eleştirilerinin kişisel algılandığını sanmıyorum. İnsanı diğer canlılardan ayıran tek fark düşünmesidir. Düşündükce insan olur, insan oldukça düşünürüz. Düşüncenin olduğu yerde eleştiri, (saygı çerçevesinde) o düşünceye zenginlik katar. Dedik ya “atış serbest” sıkıntı yok. :)
 

akanyildiz

Üye
Üye
Katılım
Ara 18, 2011
Mesajlar
49
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Helal olsun sana Halil Yılmaz. İşte benim tanıdığım Halil Yılmaz bu! Acayip pis muhalefet etmene hazırım arkadaşım:)) Ooo! Ben öyle bir yerin tozunu toprağını yuttum ki, bunlar bana vız gelir, tırıs gider, dermişim:)) Valla! Öyle ama! 2,5 ay bir roman değerlendirmesinde bir paragrafı geçemedim ben:)) Gelen eleştirdi, giden eleştirdi. Hem de ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. Burada hiç olmazsa cevap verme hakkım var. Bu bile bir nimet dermişim:))

Ha! Bu arada, ben kendimi anlatamıyorum, sanırım. Ben bu makaleye öykü demedim. Aslında senin hikaye demene öykü dedim. Yani, Türkçeleştirdim. Tabii, sen bilmiyorsun beni. Benim bir de sözcükleri Türkçe kullanmak gibi bir takıntım vardır. İşte o merakımdan kaynaklanıyor öykü demem. Bilmem, anlatabildim mi? Şimdilik bu kadar...

Hadi tüm dostlara iyi akşamlar...
 

akanyildiz

Üye
Üye
Katılım
Ara 18, 2011
Mesajlar
49
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Ben neyi düşünüyorsam, gece rüyama o giriyor. Gecenin bir yarısı korkunç sarsıntılar içinde uyanmaz mıyım? Kalbim güp güp atıyor... Sonsuz bir yalnızlık ve karanlık içindeyim. Gidecek bir yer arıyorum... Gidemiyorum... Tüm bedenim tutsak! Sonra ışığı yaktım, oturdum mutfak masasına. Babamın gasilhanedeki huzurlu yüzü aklıma geliyor... Sonra annem... Soğuk bir morg odası... Adımlarım büyüyor... Sesler küçülüyor... Bir görevlinin peşinden gidiyorum... Görevlinin tabutu açtığını annemin de huzurlu yüzünü göreceğimi düşünüyorum... Heyhat! Halen sanrılarla yaşıyorum... Annemin çektiği her acı yüzünde asılı kalkmış... Şaşırıyorum... Bedeni halen soğumamış... Yüzü Ankara'nın bozkırları gibi... Ben annemi hep rüyalarımda sağlıklı görüyorum... Nerde olursa olsun, yardımıma koşuyor... Her rüyadan uyandığımda anneme koşmak istiyorum... Yok, yok, yok... Işığı yaktım, oturdum mutfak masasına... Gecenin bir yarısı herkes uykudayken ölümü düşündüm...

Ne kadar çok ölüm görmüştüm. Ne kadar çok ölü... Bir ölünün ardında bıraktıklarını çok iyi biliyordum. Ama ben ölmediğim için ölümün kendisinin ne olduğunu bilmiyordum. Acaba nasıl ölecektim? İşte en merak ettiğim buydu. İkincisi, bu dünyada ölüm varsa, yaşam da vardı. Ölümün varlığı yalnızca onun kendisine odaklanmamamı sağlamıyor, yaşamı da sorgulamamı sağlıyordu. Öyleyse, nasıl yaşıyorum sorusu can alıcı noktaydı! Üçüncüsü, ölüm yaşamı hem anlamlı kılıyor hem de kılmıyordu. İyi ki ölüm var demeden alamıyordum kendimi. Yoksa bu dünyanın hali nice olurdu?
 

mir33

Üye
Üye
Katılım
Ağu 17, 2014
Mesajlar
243
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Başka çare bırakmıyorlar galiba.
 

septik

Editör
Editör
Katılım
Şub 9, 2012
Mesajlar
3,399
Tepkime Puanı
443
Puanları
83
Halil 'im anlıyorum baştan beri sen beni anlamamışsın yada anlatamamışim kendi düşüncemi,, ben diyorumki bu yazarların toplumda okunma olayı nedirki, ayrıca isim verince üstelik yabancı yazarlar anlamsız kalıyor gibi,


Birde ana konu diyebileciğim bir nokta var, diyelim kimin olursa olsun yazısında çok süper bir anlatım var ama tamamını kapsamıyor yazının, beğen demek tüm fkri ele alıyor beğenmemek yanlış anlama gelir, bölüm alıp aktarmak uzun hikeye,


Yanlız doğru olan ne dersen hikayeni yaşayan çok, yapmak gereken kişisel bazda belki doğru belki hatalı ama o kişilere ne kadar empati ile baksanda anlamak zordur genel durumu görürüz ve ordan karar çıkarırız ki alakası yoktur, engel ve dğer sağlıklı olupta engelli olan arasındada fark fazla yok yaşamsal anlamda, bir gün sen yaz inan ve eminim birkaç sayfa sürecektir bu farkı anlatmak.


:) Birde sakın akanyıldıza muhalif olma derim baya tehlikeli geldi bana


Birde ortamımız rahat duygu düşünce ve anlıkta olsa fikir beyanına ve herkes rahatça kullansın isterim ne düşünüyorsa


Birde Satı arkadaşımızın son parağraf çok etkileyici duymuş gibiyim ( bir yandan ise işte diyecek neden yazarlardan bahsettiğimi anla şimdi )..haklıda ben bilmeyene nokta koymuştum,... femisit duyguları karşısında sorun değil üstelik doğru kavramını anca felsefi aşar :)cevap zaten hazırdır arkanda ben varım ne kadar yeterse , aklım yani.:)
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Selam Arkadaşlar,

Son derece sevimsiz bir konuyu bile kendi sevimliliğinizle bir o kadar sempatik hale getirebilmeyi başarmışsınız :) Bu konuda her birinizi ayrı ayrı tebrik etmek geldi içimden öncelikle :)

Konu öylesine karışık bir hal almış yada ben çok fazla biriktirdiğim için şimdi yanıt yazıp yazmamak arasında gidip geliyorum.

Ötenazi yani insanın yaşama hakkı olduğu gibi YAŞAMAMA HAKKI olmasını destekleyen kalbim, insanın ne olursa olsun ki ( bu konuda hiç bir kabullenebilir nedeni kabul edemiyorum şahsım adına) İNTİHAR kişinin kendi yaşamından vazgeçmesinin Onur kavramıyla nasıl ilişkilendirildiğini de yazılarınızı okumama rağmen hala çözebilmiş değilim :(

Bu konuda tavsiye üzerine izlediğim Dr. Ölüm You Don't Know Jack filmi bana ötenaziyi bile anlamlı, kabul edilebilir, olması gereken olmaktan hayli uzaklaştırdı diyebilirim. Bunun adı doktorluk değil ki bunun adı cinayeti meşrulaştırmak geldi bana üzgünüm Sn. Halil YILMAZ :(

Onurlu Yaşamak adına ölümü seçmek onurlu bir davranış mıdır? Ölüme yol almak yani intihar kime göre neye göre onurludur?

Onur nedir ki aslında kişinin kendi benliğine olan saygısı değil midir? Ben onurumu kaybettiğimde diyelim ki yaşamıma son vermek istesem de bunun geride kalanlara nasıl bir faydası olacak ki? Ben kaybettiğim onurumu kendime olan sevgimi yaşamıma son vererek mi geri alacağım? yada her gün İstanbulda yaşanan ,köprü trafiğini alt üst eden , binlerce kişiyi mağdur eden bir şovmenin gösterisi ne derece haklı ve onurlu bir seçimdir?

Yaşamak hakkı tamamen bana aitse ki öyle canım istediğinde ben bu hakkımdan vazgeçiyorum eee sebep onurlu ölümü seçiyorum :( üzgünüm ama bu bir ONUR meselesi değildir ki !!!

İntihar kim ne derse desin bana göre bir insanın TÜKENİŞİDİR! Çaresizliğin diz boyu yaşandığı ruhunda yaşamının değil, yaşama anlamının kalmadığı son zamandır. Herkese göre değişmekle birlikte tükenişin sebebi de çok önemli değildir aslında önemli olan intihara sürükleyen sebeplerin sonuçlarıdır ve yine bana göre yeryüzünde haklı intihar yoktur. Bu bir acizlik değildir, çaresizlik değildir, onurlu ölüm hiç değildir ama yine de insan filmin sonunu bekleyip görmeli diyorum ben kendimce yoksa bu dünyadan göçüp gitmek kolay saniyelik iş ama onurlu olan insanın insanca yaşaması yani kendine olan sevgin, saygın yoksa zaten bu dünyada yaşamıyorsun benim için o yüzden yokluğunda fark etmeyecektir hayatımda gibi :(((

Bilmem anlatabildim mi?
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Sevgili Halil Yılmaz,

İntihar tek başına itibar meselesidir. demişsin ya abicim güldürme beni Allahaşkına bu ülkede hani o trilyonluk işadamları iflasın eşiğine geldiğinde beylik tabancalarını dayıyorlarya şakaklarına işte o sahne geldi gözümün önüne(!) ne itibar ama !!! ne onurlu ölüm ama ???

Sen yaşarken yıllarca bu ülkeyi sömür sömürebildiğin kadar, sade vatandaşın ödediği vergilerle ithal ürünlerle beslen,ye iç tıksırıncaya kadar, masum hayvancıkların postlarıyla ısın, kimseye mazluma, mağdura, yaşlıya, engelliye, düşküne kimseye ama kimseye bir kuruşluk sosyal yardım yapma, her gün bankadaki hesabına misil yap eee sonra dibe vurdum diye korkakça, alçakça kaç git! Ne bu şimdi???

Çok mu onurlu yaşadı da onursuzca ölümü seçecek??? Bu örnek, bu ülkede sayısız yaşanmış intihardan sadece bir tanesidir ve sonuna kadar tartışmaya açıktır:) hangi onur ? hangi onurlu ölüm?
 
Tekerlekli Sandalye
Üst