Spastik engelli damgası

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,505
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
25 yaşındaydı şu an Ateş. Doğum esnasında oksijensiz kalıp “spastik engelli” damgasını aldı. Yıllarca acımıştı kendine başkalarıyla beraber. Taa ki babadan sonra anneyi de kaybedene kadar…

En zorlu dönemi atlatınca kitaplara daldı. Şimdiye dek aptal gibi büyütüldüğünü hissediyordu. Fanusun içinde beyinsiz yetişmiş, dış etkenlerden hep korunmuştu. Kitapları okudukça zarar görüyordu aslında. Bir türlü kabuğuna, evine sığamıyordu. Şiir yazarak atıyordu içindeki öfkeleri, tutkuları, arzuları… Ama yetmiyordu. Söz yazarı olmaya karar verdi Ateş. Yazdığı şiirlerin müzikle buluşup insanlara söylenmesini istiyordu. Öyle büyük bir aşktı ki bu hedefe gidemedikçe bozuluyordu.
İstanbul’u keşfetti bir gün. Ne kadar şah şahlı ne kadar acımasız ve ruhu gibi edepsiz olduğunu… “Orası… Benim ruhumu tamamlayacak yer İstanbul!” Ama nasıl gidecek? Bedeni azcık umut verse de, korkaklığı… Cesaret edemiyordu yarım ağızla eksik bedenle yollara vurulmaya. Her gün söverek yaşıyordu artık. “Bu şehir örtülü, bu şehir gizliden bana acıyor. Gitmeliyim…” Teoman onu kamçılıyor sanki sözleriyle. Ateş artık daha sert daha özgür yazmaya başlamıştı. Sadece yazılardan ibaret olmamalıydı. Belki de “dünyada ilk” unvanıyla sahnede olmalıydı Ateş…
******* ************************************** ******
***

Sessizdi evin içi. Ateş elinde Elif Şafak “Siyah Süt” kitabıyla koltukta uyumak üzeriydi. Aniden kapattı kitabın yüzünü. Bir hıcımla fırladı. Odasına gitti, sırt çantası çıkardı, bütün iç çamaşırlarını koydu. Ardından 3 üst, 2 kot, 1 mavi alt ve bide gömlek aldı. Hızla giyinmeye başladı ardından. Koyu mavi kotla siyah askılı badi giydi. Siyah, küçük, çapraz taktığı çantasını da aldı. Cüzdanını, ıslak kuru mendili, mp3’ü, telefonu ve yolda lazım olabileceğini düşündüğü eşyalarını çantasına koydu. Heyecan, korku, heves, hata hepsi kalbini sıkıştırıyordu. Birkaç saat sonra eve gelecek ablasını düşünmemeye çalışıyordu. Düşünürse yapamaz, yapamazsa yaşayamazdı artık. Defteri aldı, “ablam ben dışarıdayım. Seni çok seviyorum öptüm. Görüşürüz.” yazdı kalem tutmamış karmaşık yazısıyla. “görüşürüz…” Yazdığı son kelime takıldı aklına. “kim bilir ne kadar üzülecek.” ”hayat yaşanılmışlardan ibaret” diye okumuştu bir yazıda. Bu cümleyi beynine astı ve koltuğun üstüne fırlatılmış Siyah Sütü çantanın ön gözüne koydu. Kapıyı açıp ayakkabılarını giydi. Kapıyı usulca çekti. Anahtar içeride kalmıştı… Merdivene oturdu, tek tek 3 katı oturarak indi. Kimsenin olmamasına sevindi. Girişte duran el arabası gibi 4 tekerlekli volkırını ayarladı. Sırt çantasını ve mp3 kulaklığı taktı. Sokak kapısını açtı…**

“Dışarısı içine alacak birazdan beni. Korkuyorum… Yapmamalıyım.” kapının girişinde öyle düşünüyordu. Vazgeçmek üzereydi, cesareti kaybolmuştu.* Kapıyı tuttu örtmek için. Bir adım attı geriye evine eskiye gitmek istiyordu. O an durdu… Kulağına gelen sese yoğunlaştı. Teoman “Yağmur” şarkısını onun için söylüyordu sanki. Az önce kalp çarpıntılarını tekrar yaşayıp düşünmeye meal vermeden sokağı çıktı…

Takılmıştı şarkı sürekli Yağmur çalıyordu. Yardım etmesinler diye cadde kenarından yürüdü Ateş. Her seferinde birileriyle geçtiği yollardan tek geçmenin verdiği güven yüzüne aptalca bir gülümsemeyle yansıyordu. Arabaya binmesi gerekiyordu. Kalabalığı pek sevmezdi. Tonlarca insan sürüsü durakta bekliyordu, onların arasına dalıverdi. Otobüs geldiğinde kapıya yöneldi. Birkaç yardımsevere ihtiyacı vardı. “Siz arabamı alın” dedi genç bir adama. Anlaşılmadığını anlayınca işaret etti ve anlaştılar. Koluna girmeye çalışanlara istem dışı ters baktı ve el uzatanları görmeden otobüsün merdivenlerini çıkıp tek koltuk buldu. Bazı gözler ona bakıyordu farkındaydı. Dışarısını izliyordu. “Ben ne yapıyorum? Ne olacak şimdi? Hayallerime mi gidiyorum?” birçok soru işareti kafasındaydı. Korku, heyecan, tedirginlik, cesaret ve cesaretsizlik hepsi nefesinde tıkanıklığa sebep oluyordu. Otobüs garaja geldiğinde Ateş düşüncelerden yorgundu. Arabasına bakındı. Arkasında duruyor, genç adamın ayaklarıyla destekleniyordu. Gülümsedi. Herkes indi, genç adam arabayı aldı. Ateş çantasını tekrar takıp tutunarak aşağı indi. Araba merdivenin önünde onu bekliyordu. Volkırından tuttu ve genç adama dönüp “çok teşekkür ederim” dedi. Genç adam gülümseyişle karşılık verdi.

Bank bulup oturdu ve öylece bir müddet durdu. Gerçekten otogardaydı ve inanamıyordu. Rüyada gibiydi ve uyanmak hem istiyor hem istemiyordu. Çapraz taktığı kol çantasından cüzdanı aldı ve para çıkarıp çantanın ön cebine koyup bilet almaya gitti. Önünde bir adam vardı, 2 kişilik bilet alıp gitti. Sıra Ateş’e geldiğinde gişedeki kız “Annen nerde?” diye sordu. Ateş sinirlendi. “bilet istiyorum!” dedi. Kız “bir saniye” deyip orta yaşta adamla geri döndü. Adam Ateş’in yanına gelip “yalnız mısın? Kimse yok mu yanında?” dedi. Ateş sinirden titriyor ama sakin olmaya çalışıyordu. Tane tane konuşmaya çalışarak “bakın ben yalnızım. Ve yalnız olma hakkımı kullanarak bilet istiyorum! Aklım gayet yerinde… Bilet istiyorum!” Adam şaşkın ve karasız bir ifadeyle “kimliğin yanında mı?” Ateş titrek elleriyle 3 dakikada anca çıkardı kimliğini. Adam derin bir incelemeden sonra gişede merakla olanları izleyen kıza onay işareti verdi. Ateş kimliğini çantaya atıverdi. “nereye gideceksin?”* dedi kız. “İstanbul…” kısa öz ve kendinden emin söyledi bunu Ateş… 15 dakika sonra kalkacağını söyledi kız. “hangisi?” dedi Ateş. Kız “Kerem Bey bayana yardımcı olur musun?” diye seslendi. Kerem Bey gişeden bileti alıp Ateş’le otobüse yürüdüler. Otobüse geldiklerinde 20 yaşlarında bir çocuk arabayı bagaja koymak üzeri aldı. Kerem Bey Ateş’e koltuğa kadar yardım etti. Ateş bu yardımı geri çeviremeyecek kadar yorulmuştu. “muavin Kaan Bey senle ilgilenecek.” dedi Kerem Bey.

YAZAR: Damla Putin
 
Tekerlekli Sandalye
Üst