Tutamak

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,505
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
TUTAMAK
Dışarıda hoyratça uğuldayan bir rüzgâr, adeta pencere ve kapıları yumrukluyor.
Oysa havalar ısınmaya başlayınca , bahar kapıya dayandı sanmıştık. Hayat da bir bakıma böyle değil mi? Tam da bahar geldi derken, insan kendini birden karakışın ortasında buluveriyor. Tıpkı güneşe aldanıp çiçeklerle süslenen ağaçların, rüzgârın bir fiskesiyle yere dökmesi gibi çiçeklerini…
Şimdi de sağanak bir yağmur vokal yapıyor ona, birlikte ağlıyorlar sanki. Benimse yağmurlarım dökülemiyor gözlerimden. Parmaklarım üstleniyor bu görevi, gözlerimden değil ama yüreğimden harf harf damlıyorlar defterimin üstüne. Bazen çok arzuladığınız halde bir damla düşmez gözünüzden, bazen de ansızın akıp giderler de mani olamazsınız gözyaşınıza.

Ben de parmaklarımdan kayıp defterime süzülen kelimelere mani olamıyorum. Fakat yazdıklarımı göremediğim için düzgün ve okunaklı mı yoksa eciş bücüş ve okunaksız mı bilemiyorum. Sadece çok yakından dikkatle bakınca yazdığım satırın aşağı doğru yamulup yamulmadığını ve satırların iç içe geçip geçmediğini fark edebiliyorum. Bunun için de satırlar arasında epeyce bir boşluk bırakmam gerekiyor. Gözlerimde tam bir kış havası hâkim, yoğun bir sis tabakası ve sürekli kıpır kıpır yağan bir kar var. Dört Mevsimi çoktan geçtim ama mevsim hep kış. Bu anlattıklarımdan kışı sevmediğimi sanmayın sakın. Çocukluğumdan beridir yağmuru ve karı pek severim. Ama bana baharın geleceğini söylemişlerdi, bekleyişim ve biraz şaşkınlığım; çiçeklerimin apansız dökülüverişi bundan, zamansız esiveren rüzgârdan… Yüreğimi yaslasam ona, koraca çevirecek adeta…

Yazdıklarımı okuyamadığımdan bahsetmiştim değil mi? Hani pamuk ipliğine bağlı bir hayat deyimi vardır ya, benimkisi de “ pamuk ipliğine bağlı bir göz” desem yeridir.Gözlerimin arka kısmında tıpkı bir sinema perdesi görevini gören, aldığı görüntüleri beyne yollayan retina tabakası yırtıldı. Doktorların dediklerine göre bendeki bu tabaka normal gözlere göre çok daha ince. Başka insanlara hiç etki etmeyecek bir çarpma veya bir ağırlık kaldırmak benim gözlerimde yırtılmaya ve görme kaybına yol açıyor. Düşünün ki sırf bu yüzden birkaç kilogramdan fazla ağırlık kaldırmak yasak. Bu, çocuğunuzun bebekliğinden beş yaşına kadar ve bundan sonraki dönemlerinde onu kucaklayamamak, onu heyecanlandıran oyunları oynayamamak, kazara düşse elinden tutup kaldıramadığınız için seyirci kalmak; iki çaresizlik arasında tercih yapmak zorunda kalmak demek.Zorunlu ihtiyaçlarınızı karşılamak için , yardım istediğiniz insanların uygun zamanlarını kollamak, bir türlü uyuşmayan zamanlara oturup içerlemek anlamına geliyor bazen…İnsanların telaşlarına ayak uyduramayıp kimi zaman, taşıtlarda, kaldırımlarda, korkuyla , panikle hareket etmeniz demek. Sizin için iki dakikayı fazla gören bir şoför yüzünden bazen düşüp kalmanız hatta, ulu orta bir yerde…Hep bir korkuyla , sürekli bir şeylere çarpma endişesi taşıyarak yaşamak demek. camdan bir eşya kırılsa, saydam nesneleri göremediğiniz için toplayıp sakınamamanız demek, çocuğunuzun ayağından… Hele de minik yavrunuz hareketli ele avuca sığmaz bir çocuksa…
Kızımla birlikte yaşadığımız bir olayı unutamıyorum mesela; bir akşam vakti birdenbire elektrikler kesilmişti. Kızım oturduğu koltuktan kalkıp pencereden dışarı bakmak isterken sürahi ve yanındaki su bardağına çarpıp kırmış, bir cam parçası da onun ayağına batmıştı. Şangırtıyla birlikte daha ne olduğunu anlayamadan çocuğun feryâdını duymuştum. Anne anne! Ayağımın kanı durmuyor! Ani bir hareketle onun sesine doğru yönelmiştim, tam karşımdaki koltuktan haykırıyordu: anne sakın gelme, senin de ayağını cam keser ! ..

Allahım! Ben düşünüyordum ciğerparemi, ciğerparem düşünüyordu beni…
Bir yandan korku bir yandan da çaresizlikle sordum: yavrum tam olarak ayağının neresi, kesik derin mi? Kızım panik ve acı içinde kıvranak ağlıyordu.. hemen yanı başındaki sehpada peçeteler olduğunu, onlardan alıp kesilen yerin üstüne sıkıca bastırmasını söyledim. Bir yandan da atardamar olmasın diye dualar ediyordum içimden. Eşim dışarıya çıkmış ve telefonunu evde unutmuştu. Neyse ki çok geçmeden, önce elektrik sonra da eşim gelmişti ve ciddi bir durum olmadığını anlayıp rahatlamıştık...Sonra saatlerce, kıpırdamadan öylece yerde oturmuştuk birlikte, biraz üzüntü biraz da birbirimize verdiğimiz gücün sevinciyle…

Elbette ki hayatta yalnızca olumsuzluklar yaşanmıyor. Rengini seçemesem de, sıcaklığını hissettiğim o güneş, biliyorum ki sarı çehresiyle bazen bulutların arasından gülümsüyor. Hatırımdaki kederli ve sevinçli anılar birbirinin kardeşi. Bazen yüzümde beliren tebessüm, bazen de içime doğru yol alan üzüntü, tıpkı iklimler gibi.Bu da benim iklimim.Bir yanım kış bir yanım bahar … Bir yanımda yeni ışkın vermiş asma dallarını düşlemenin , taze çimenlerin ve çiğdemlerin kokusunu ciğerlerime çekmenin verdiği saadet, bir yanımda yazdıklarımı göremeden kağıda kelimeleri dökmenin, karanlıkta iğne aramaya benzeyen , önümde duran engellerin verdiği çaresizlik…
Dedim ya, hayat güzel süprizleriyle de geliyor bazen insana.Mesela beş yaşındaki oğlum benim eksik kalan yanlarımı tamamlamak için,(belkide farkında olmadan) rakamları az bilmesine rağmen , başkalarına sık sık saati sormamdan etkilenmiş olmalı ki rakamları yan yana sıralamaya başladı artık. Saat : “bir- sıfır-dört-beş kaç oluyor anne” diyordu. Böylece ben saatin 10.45 olduğunu anlıyordum aynı zamanda oğlum da saati öğrenmiş oluyordu.

Yine bir gün oğlum, çizgi film izlemek istemişti. Bilgisayardan onun istediği filmi açamazdım ama hemen aklıma başka bir yol geldi. Filmin adını bir kağıda harf harf yazıp, ona da bu harfleri bilgisayara aynen yazmasını söyledim. Çizgi filmin açılmasıyla birbirimize sarılmamızın mutluluğunu asla unutamam.
Şimdi, bütün bu güçlüklerin içinden tıpkı bir inci tanesi gibi avuçlarıma topladığım sevinçlerimi de yanıma alarak, hem yaşamın hem yazmamın önünde duran zorluklara rağmen, bu tutkunun peşini hiç bırakmadan, ellerimi, sevdiklerimi , kendime göz eyleyerek; dar olsa da, upuzun, bitimsiz bu yolda yürümek istiyorum. Hem baharın sevincini yaşayıp hem kışın ayazına karşı siper ederek gövdemi…

Bir kitaptan anımsıyorum ; “engeli olan bir insanın hayatta tutunacağı bir dalı olmalı.” diyordu. Düşünüyorum da, tutunacağı o dal, yere sağlam basacağı bir ayak, sıcak bir el, karanlığına ışık tutacak bir meşale yerine geçebilmeli insanın. Engeli olan her kimse için bu tutunacak dal; kimi için resimlerle, kimi için müziklerle, kimi için filmlerle ifade etmek olabilir belki kendini . Benimse tutunduğum dal, okumak ve yazmak. Her an kendini hatırlatmaya çalışan engellerle rağmen, Sımsıkı sarıldığım bu tutamağı hiç bırakmadan yürümek istiyorum.Yoksa ellerim boşlukta asılı kalır. Gözlerimden akan yaşlara nasıl tercüman olur kalbim ve kalemim. Harfleri yutkunurum; kelimeler sustukça, düştüğü yeri yakan lavlara dönüşür.


EMİNE GÜZEL

KISA ÖZGEÇMİŞ:

3 Nisan 1975’te Gaziantep’te doğdum, ilkokulu bitirdikten sonra öğrenimime beş sene ara verdim, ortaokulu dışarıdan bitirme sınavıyla tamamladım. Liseyi örgün eğitim alarak bitirdim. Üniversite sınavını kazandığım halde eğitimime devam edemedim. En büyük hayalim Türk dili ve Edebiyatı bölümünü okumak. Bunu er veya geç gerçekleştirmek istiyorum. Evli ve üç çocuk annesiyim. İlk şiirimi ilkokul ikinci sınıfta öğretmenime yazdım. Yine Lise yıllarında şiir yazmaya devam ettim birkaçı okul gazetesinde yayınlandı. O günden bu yana öykü ve şiir denemelerim devam ediyor.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst