Yaşamınızdaki Enstantaneleri Yakalamak: Küçük Şeylerden Büyük Mutluluklar Üretmek

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Günlük yasamda karsınıza çıkan küçük olayları, kendinizi
ve çevrenizi mutsuz edecek sekilde, "çok büyük ve kötü"
olaylar olarak algılayabilirsiniz. Böyle bir gücünüz vardır.
Örnegin trafikte size haksız yere korna çalan birisini
aracınızla izleyip, sıkıstırıp, kavga edip, karakollara,
hastanelere düsebilirsiniz. Bunu becermeye yetecek
zihinsel ve bedensel gücünüz vardır.
Ama sizin aynı zamanda size haksız yere korna
çalınmasını küçük, önemsiz bir sey olarak algılama ve
sıkıntıya girmeme gücünüz de vardır.
Ve dahası, sizin, çevrenizdeki bazı küçük seyleri fark edip
onlarda büyük lezzetler, büyük mutluluklar yakalama
gücünüz de vardır. Örnegin bir yolculukta, yoldan,
yolculuktan, teknolojiyle bütünlesiyor olmaktan* ötürü
keyif duymaya gücünüz vardır. Yasamınızdaki enstantaneleri
yakalamaya gücünüz vardır. Eger bunu
gerçeklestirirseniz -bir önceki bölümde belirtildigi gibiyarına
kalma ihtimaliniz artar. Eger küçük seylerde büyük
mutsuzluklar yakalar, üzülür kavgalar ederseniz, ölme
ihtimaliniz artar. Seçim size aittir.


Rezalet mi Nezaket mi; Felaket mi, Zarafet mi?

Epiktetus'un da dedigi ve bugün psikolojideki bazı
yaklasımlarda da vurgulandıgı gibi, olaylar önemli
degildir, onları algılama seklimiz önemlidir. Size korna
çalınmasını, anında cezalandırılması gereken büyük bir
kabalık olarak da algılayabilirsiniz, önemsiz bir ukalalık
olarak da algılayabilirsiniz.

Olaylar önemli degildir, onları algılama seklimiz önemlidir.

Neyin önemli, neyin önemsiz oldugu, neyin kabalık, neyin
kibarlık oldugu, üç boyutta degisir: Kisiden kisiye degisir,
toplumdan topluma degisir, zaman içinde degisir.
Dünyada bazı kültürlerde misafire dil çıkarmak zarafet
sayılıyormus. Eskiden Macaristan'da ev sahipleri, nezaket
gösterip "gece yatıya kal" anlamında misafirin at
arabasının tekerlerini söktürürlermis. Simdi biz
misafirimize dil çıkarsak zarafet degil felaket olur.

Misafirimizin arabasının dört lastigini çıkarıp arabayı
takozlara oturtsak, nezaket degil rezalet olur.
(çinde yasadıgımız toplumun kültürüne, degerlerine uyup
uymamakta kısmen özgürüz. Tamamen özgür degiliz.
Sehir parkında tüfekle kus avlamaya veya çırılçıplak
dolasmaya karar verirsek ciddi problemler çıkar ortaya. Bu
konuda basınız emniyetle derde girdiginde, "Bakın benim
çıplak dolasmam küçük bir olaydır; fazla büyütmeyin"
demeniz, pek anlamlı degildir. Zamanı ve mevcut
toplumsal degerleri hiçe saymak konusunda tamamen
özgür degiliz. Ama bireysel boyutta, galiba büyük ölçüde
özgürlük var.

Örnek:

Çıplak dolasamazsınız; ama sokakta yürürken elbisenizin
lekeli oldugunu gördügünüzde, bu olayı bir felaket olarak
da algılayabilirsiniz, fazla büyütmeyebilirsiniz de.
Misafirinize dil çıkarıp çıkarmama konusunda tamamen
özgür degilsiniz. Misafirlerinize sürekli dil çıkarıyorsanız,
size gelen misafir sayısında, en azından azalma ortaya
çıkar. Ama misafire sundugunuz cevizli kekin içinden
ceviz kabugu çıktıgında, günlerce üzülüp üzülmemekte, bu
olayı fazlaca büyütüp büyütmemekte tamamen özgürünüz.
Yasamınızda ortaya çıkan bazı aksilikleri büyük degil,
küçük olarak algılamak, bazı güzellikleri ise büyük/önemli
olarak algılamak mümkündür. Bu konuda kendinizi
egitebilirsiniz. Baslangıç olarak sunu düsünebilirsiniz:
Karsılastıgınız olayları "rezillik mi" yoksa "güzellik mi"
olarak algılayacagınız; eger güzellikse ne büyüklükte bir
güzellik olarak algılayacagınız ögrenilebilen bir seydir. Ve
sizin bunu ögrenmeye gücünüz vardır. (Ve tabii
ögrenmeye direnme konusunda da gücünüz vardır. Seçim
size aittir.)

Yasamınızdaki Enstantaneleri Yakalamak

Fotograf sanatçıları enstantane yakalamaktan söz ederler.
Sürekli degisim içindeki bir dünyada, bir an için ortaya
çıkan ve tekrarı mümkün olmayan bir hareketin, bir
durumun fotografını çekmek demektir enstantane
yakalamak.
Vesikalıklar enstantane degildir; poz veririz çünkü. Ama
Afgan kızın o bir anlık bakısı veya duvar dibindeki
amelelerin bir anlık varolusları birer enstantanedir.
Enstantane küçük bir andır; ama o anı yakaladıgınızda, o
an ömür boyu karsınızdadır.
Karsınıza çıkan birtakım olayları önemsemeyebilirsiniz.
Ya da onlardan bazılarını çekip çıkarma ve onlardan
büyük lezzetler alma konusunda, kısacası yasantımızdaki
enstantaneleri yakalama konusunda kendinizi
egitebilirsiniz.
Dünyada, bir insan olmadan kendi kendine enstantane
olmayı hak eden hiçbir manzara yoktur. Enstantane
sanatçının beynindedir. Sanatçı, enstantane yakalama
konusunda, daha dogrusu, bir seyi enstantane haline
getirme konusunda kendini egitmis kisidir. Dilerseniz siz
de kendinizi egitebilirsiniz.


Enstantane küçük bir andır; ama o anı yakaladıgınızda, o an ömür boyu karsımızdadır.


28.08.2003 Persembe 19.50

Su anda balkondayım. Yanımda babaannem var. Babam içeri
gitti. Kitap yazıyor galiba.
ki satır da benim katkım olsun.
Garibim babaannem de böyle mahzun mahzun, bir ates topu
gibi görünen günesin batısını izliyor. Bayan Vasfi'nin üstünde
degisik renkte bir sal var. Manzara süper. Böyle masmavi bir
manzaranın karsısında oturup yazı yazmak, kitap okumak ve
aval aval bakmak insana büyük bir zevk veriyor.
Babaannem "Tugcan bir kayık alalım" diyor. Dagları delen
Sabahat Dökmen, biz tekneyi ne yapalım? Nasıl kullanırız?
Alırız ama babamın aldıgı o gereksiz esyalar gibi bir kösede bos
bos durur. Haksız mıyım? Ya bu ses ne? Uçak desem degil, gök
gürültüsü desem hiç degil. Burada
....................lütufta bulunmus defterine bir iki sey yazıyor,


simdi Üstün Bey bu ise kızar mı? Sanırım anlattıklarıyla tutarlı
davranmak için kızmaz. Kızarsa onun problemi. Bre...

Degerli okuyucularım, yukarıdaki çerçeve içindeki yazı
nereden çıktı diye düsüneceksiniz. Olay su: Bir yaz
aksamı balkonda oturmus bu kitabı yazıyordum; deftere
kalemle. Yanımda küçük kızım (o yıl ilkögretimi
bitirmisti) ve tekerlekli sandalyesinde annem oturuyordu.
Bir ara içeri girdim. Balkona tekrar çıktıgımda gördüm ki
kızım deftere yukarıdaki yazıyı yazmıs. Saka olsun diye.
Silesim gelmedi. Daha sonra çıkarırım diye düsündüm,
unuttum. Yayınevindeki arkadaslarım müsveddeyi temize
çekerken, bilmeden bu yazıyı da yazmıslar. Yine içimden
silmek gelmedi, kaldı. Sonra bir ara düsündüm ki, bu da
bir enstantane ya da ne bileyim, bir güzel tesadüf. Öylece
bıraktım. (ste bu yazının öyküsü bu. Devam edelim:
Galiba, akıp giden zamandan elimizde kalan bir avuç seye
enstantane diyoruz. Sizin evinize bugüne kadar Ara Güler
hiç gelmedi; bundan sonra da gelmeyecek. Bu demektir ki,
evinizdeki, yakalanması mümkün binlerce enstantane
ziyan oldu ve ziyan olacak. Ama üzülmeyin, evinizdeki
enstantaneleri siz yakalayabilirsiniz.

Sizin evinize Ara Güler hiç gelmeyecek. Evinizdeki ve yasamınızdaki enstantaneleri yakalamaktan siz sorumlusunuz.

Su an bu yazıyı okumaktasınız. Birazdan okumayı
bırakacaksınız. Ve tarih boyunca, su andaki durusunuz,
pozunuz bir daha hiç varolmayacak. Bakın ve bu
enstantaneyi fark edin. Gözlerinizle, zihninizle, içinde
sizin de bulundugunuz su enstantaneyi yakalayın. Tek
kopya halinde zihninizde saklı kalsın.
Su an evinizin en dagınık kösesini düsünün. Benim
görmemi istemezsiniz. Ama bir fotograf sanatçısı gelip o
köseyi öyle bir açıdan çeker ki, sergilere koyarlar;
görseniz iftihar edersiniz. O halde o köseyi bugün siz fark
edin. Gözlerinizle, zihninizle o kösenin resmini çekin.
Hiç fark etmeden geçip gittigimiz sokaklar vardır; kapı
önlerinde çocuklar vardır. Ara Güler onları ölümsüz hale
getirmistir. Semsi Güner onları ölümsüz hale getirmistir.
Hiç fark etmedigimiz, çalarken bile tam bakmadıgımız
kapılar vardır. Sakir Eczacıbası, Laleper Aytek veya
Yılmaz Bulut, onları ölümsüz hale getirmistir. Onlar,
binlerce kez açılıp kapanan kapıların resmini bir kez
çektiler sözgelisi; ve o bir defalık görüntü, çok uzun bir
zaman, çok sayıda insan tarafından görülebilir oldu.
Sadece (onlar degil; nice ressam, nice yazar, nice
fotografçı...
Bizim hiç duymadıgımız, baktıgımızda yalnızca pismis
hallerini hayal ettigimiz alabalıkların sesini Schubert
olmasaydı nasıl duyabilirdik. Eger Osman Hamdi Bey'in o
gözleri olmasaydı, o halıları, o kaplumbagaları nasıl
görebilirdik. Van Gogh'un o basit ve dagınık odasının, o
öylesine atılıvermis eski postallarının böylesine ihtisamlı
oldugunu, o göstermese nasıl görebilirdik.
Ve bugün, sizin tarafınızdan algılanan ve bir gün kayl)
olacak bir dünyayı, küçük--büyük, önemli--önemsiz
demeden, siz topyekûn fark edip kucaklamazsanız, bir gün
kim fark edecektir?

Yasamınızdaki küçük seylerde büyük tatlar bulmak sizin sorumlulugunuzdur.

Sofrada, yakınlarınızdan birisinin bardaga su doldurmasını
basit bir olay olarak algılayabilirsiniz. Ya da bu olayı tarih
boyunca tekrarı olmayacak bir enstantane, muhtesem bir
an olarak da algılayabilirsiniz. Bir kadının bir odadan
digerine giderken etegini savurması kocasının, veya bir
erkegin kravatını düzeltmesi karısının yıllar sonra hasretle
hatırlayacagı bir anı olacak belki. Acaba bunları,
gördügümüz o ilk anda keyifle seyretsek ve keyif
aldıgımızı onlara söylesek nasıl olur?

Dünyada enstantane sıkıntısı yoktur; önemli olan sizin objektifinizin kaydetme gücüdür.



Prof. Üstün DÖKMEN
 
Tekerlekli Sandalye
Üst