Yüzde Yüz Haklı Olunur mu?

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Hiç Yüzde Yüz Haklı Oldunuz mu?

Su an geçmiste yasadıgınız ve kendinizi yüzde yüz haklı
gördügünüz birkaç çatısmayı hatırlamanızı rica ediyorum.
Evde, trafikte veya isyerinizde, haklılık konusunda,
kendinize yüz, çatıstıgınız kisiye sıfır puan verdiginiz en
az bir çatısma düsününüz.
Bu çatısma konusunda yüzde yüz haklı oldugunuza eminmisiniz?
Bence emin olmayın. Bugüne kadar yasayarak ögrendigim
seylerden birisi su: Taraflardan birinin yüz, digerinin sıfır
oldugu hiçbir çatısma yoktur. Bakınız niçin? Öncelikle
sunu düsünmek gerekir: Sizin "Yüzde yüz haklıyım"
iddianızın matematiksel olarak dogru olabilmesi için
çatıstıgınız kisinin de kendisini yüzde yüz haksız görmesi
gerekir. Eger o kisi kendini yüzde on bile haklı görüyor ise
ortaya bir islem hatası çıkar. Bir seçime katılan adayların
aldıkları oy oranları toplandıgı zaman sonuç yüz olmalıdır.
Yüzden büyük çıkarsa bir islem hatası var demektir. Haklı
olma konusunda da öyle. (Kavga eden pek çok kisi
kendini yüzde yüz haklı gördügü için, ortada yüzde iki
yüzlük bir hakkaniyet durumu var gözüküyor. Bu, sanal
bir durum olmalı. Yüzde iki yüz kagıt üzerinde olur da pratikte imkânsızdır.)

Taraflardan birinin yüz, digerinin sıfır oldugu hiçbir çatısma yoktur.

Annem mi Haklıydı Babam mı?


Ben küçükken annemle babam birbirlerine güzel sıfatlarla
seslenirlerdi; "Hayatım, canım!" gibi. Ancak tartıstıkları,
kavga ettikleri de olurdu. Tartıstıkları zaman üzülürdüm.
O yıllarda, tartıstıklarında hangisi haklı diye
düsündügümde, bana hep annem haklı geliyordu. O günkü
degerlendirmeme göre, bütün tartısmalarda annem yüzde
yüz haklıydı, babam ise yüzde yüz haksız.
Büyüdüm, evlendim. İlk aylarda esimle kavgamız yoktu;
tartısmadık bile. Bebegimiz dogduktan sonra bu durum
degisti. İkimiz de doktora yapıyorduk, bebegin bakımı,
doktoru, asısı, evin sorumlulukları agır geldi. Tartısmaya,
kavga etmeye basladık*.
O günlerde "Kim haklı?" diye baktıgımda, yüzde elli ben,
yüzde elli esim haklı gibi geldi. Olabilir. Sonra bir gün,
birden bire bir seyi fark ettim: Annemle babamın
tartısmalarında meger yüzde elli annem haklıymıs, yüzde
elli babam. O yıllarda babam hayattaydı. Bunu ona
söyledim; "Baba ben küçükken seni hep haksız, annemi
haklı görürdüm, simdi anladım ki meger yüzde elli sen
haklıymıssın, yüzde elli de annem. " Bunu duyan babam,
"Tabii oglum" dedi, "Ben sana hep söylerdim, büyüyünce,
baba olunca anlarsın diye, bak anladın". Evet, anladım.
Yüzde yüz haklı, galiba yoktu.


"Kabul Et Haksızsın!"

Su ifade kulagınıza tanıdık gelecek mi? Bazen karı koca
tartısırlar ve kadın öfkeli, incinmis bir halde parmagını
esine uzatarak, "Kabul et haksızsın; kabul et, bisicikler
demeyecegim!" der. Burada evin hanımı, "Ben tamamen
haklıyım, sen sıfırsın" demek istiyor olmalı. (yi de, evin
beyi de kendini tamamen -yüzde yüz- haklı görüyor.
Erkek kendini biraz olsun haklı görmese çatısmaya
girmez.

O günlerde tartısmalar yüzünden evliligimizin rengi kaçmaya basladı.
Esimle birlikte bir hocamıza, psikolog Prof. Dr. Isık Savasır'a gitmeye karar
verdik. Gittik. Çok yararlı oldu. İhtiyacı olan bütün çiftlerin böyle bir destek
alabilmelerini diliyorum Isık Hoca'mızı da sevgi ve rahmetle anıyorum.

Evde veya isyerinde yüzde yüz haklı oldugunuza
inansanız bile, bunu ille de karsınızdakine söyletmeyin,
haklı oldugunuzu tescil ettirmeyin, bir anlamda
haksızlıgını karsınızdakinin gözüne sokmayın, onun
burnunu sürtmeyin. Eger böyle yaparsanız, yani yüzde yüz
haksız oldugunu karsınızdakine itiraf ettirirseniz, bu
durumun kokusu ilerde kötü çıkar genellikle. Yüzde büyük
ölçüde, sözgelisi yüzde doksan bes haklı olabilirsiniz ama
karsınızdakine de bir yüzde bes pay bırakın; onun da
kendince bir nedeni vardır, onu böyle davranmaya iten
kendi dısında nedenler bulunabilir.

Evde veya isyerinde yüzde yüz haklı oldugunuza inansanız bile, bunu ille de karsınızdakine söyletmeyin.


Kissinger Siyaseti, Hitler' in Vagonu,

Kissinger Siyaseti denilen bir sey var. Özetle su:
Uluslararası barıs görüsmelerinde yüzde yüz haklılar ve
yüzde yüz haksızlar üretmemek, 1-0 diye ayrılmıs galipler,
magluplar yaratmamak gerekli. Eger bunu yaparsanız,
yani kayıtsız sartsız teslim anlasmaları imzalarsanız, bu
durumun kokusu ilerde kötü çıkar. Müzakereden sıfırla
çıkan taraf, bunun rövansını bir gün mutlaka almak ister.
Kissinger Siyaseti'nin Türkçe'si belki de su: 'Yenilen
pehlivan doymazmıs. " Bu sözde, yenilen pehlivanın,
kazanana veya berabere kalana oranla bir maç daha yapıp
kazanmaya daha çok güdülendigi ifade ediliyor.
Gerçekten de tam yenilgi, kısmi yenilgiye oranla kazanma
konusunda daha güdüleyici olabilir. Sevr bir kayıtsız
sartsız teslim antlasmasıydı. İmzalandıgı gün kazanan için
kârlıydı; ama az sonra kaybedeni kazanma konusunda
daha güçlü bir sekilde güdüledi. (Belki de "Bir musibet
bin nasihattan evlâdır", yani bir bela binlerce ögütten daha güdüleyici olabilir.)

Rivayete göre Birinci Dünya Savası sonunda Almanya'nın
kayıtsız sartsız teslim antlasması bir vagonda imzalandı.
(Versailles'da imzalandıgı da söyleniyor; ancak sanırım
görüsmeler Versailles'da yapılmıs, antlasma vagonda
imzalanmıs.) Almanlar, kayıtsız sartsız teslim olayına çok
üzülmüsler. İkinci Dünya Savası sırasında Almanya
Fransa'yı isgal edince bu sefer Fransa'nın kayıtsız sartsız
teslim antlasması imzalanacak. Almanlar bir önceki
antlasmanın imzalandıgı vagonu arayıp bulmuslar,
Fransızlara antlasmayı orada imzalatmıslar. Fransızlar da
bu ise çok üzülmüs. İkinci Dünya Savası bitince
Almanya'nın tekrar kayıtsız sartsız teslim antlasması
imzalanacak. Fransızlar ne yapmıslar, tahmin edin!

Süphesiz onlar da aynı vagonu aramıslar. (O vagon
olmadan olmuyor.) Ancak aksilige bakın ki vagon yok.
Çünkü Hitler, "tarih boyunca Almanya dünyanın hakimi
olacak, artık vagona ihtiyaç yok" diyerek vagonu
söktürmüs. İleri sürüldügüne göre vagonu bulamayan
Fransız lar çok üzülmüsler, ancak sonunda sorunu
halletmisler. Ne yapmıslar? Bir önceki antlasmanın
imzalanmasında kullanılan kalemi müzeden bulup
getirmisler; Almanları onunla imzalatmıslar.

Bütün bunlar ne anlama geliyor? Süphesiz savasların,
askeri, ekonomik, politik, sosyolojik, antropolojik...
sebepleri var; ancak bir de psikolojik sebepleri var. Ve
galiba, sıfır--yüz seklindeki kayıtsız sartsız teslim
antlasmaları, savasların psikolojik nedenlerini körüklüyor,
toplumların içinde bitmemis--isler (ukdeler) olusmasına
yol açıyor. Kissinger Siyaseti diye adlandırılan görüs,
benzeri tecrübelerden sonra ortaya atılmıstır.


Çocugunuz Yalan Söylerse


Bazen çocuklar, gençler yalan söylerler. Ana babalar da bu
yalanı yakalar. İste bu an kimi ana baba, adeta lüfer
yakalamıs gibi sevinir. Ana babanın gözünde çocuk/genç
yüzde yüz haksızdır, sıgınacak hiçbir limanı, mazereti
yoktur, bir anlamda batmıstır, bitmistir. Ana baba, bu
kesin galibiyetin tadını çıkararak parmagını çocuga uzatır
ve magrur bir eda ile "Sus, ayıbınla otur, bana yalan
söyledin!" der. Ana baba burada muhtemelen, "Ben yüzde
yüz haklıyım, sen sıfırsın" demektedir.

Olabilir; çocugun/gencin yalan söylemesinde kendi payı
yüksektir. Fakat bu yalanda ana babanın hiç mi payı
yoktur? Bence, çocuklarımızın söyledikleri her yalanda,
biraz olsun bizim de tuzumuz vardır? Bakınız niçin:

1. Çocugumuz yalan söylemis ise, yalan söylemeyecek
yapıda güçlü bir çocuk yetistirememisiz demektir. Yalana
basvurmayacak kadar güçlü bir yapısı yoksa, bu durum,
biraz onun sorumlulugudur, biraz da bizim.

2. Çocuklarımız, bazı hatalarını yalana basvurmadan
açıkça ifade ettiklerinde, bu durumu her zaman olgunlukla
karsılar mıyız? Galiba hayır. En azından bazılarımız,
samimi itiraflar karsısında bazen bagırır, bazen de
bayılırız. Bu tavrımızla da çocuklarımızı istemeden yalana iteriz.

3. Biz büyükler -kendimizce haklı nedenlerle- bazen
çocukların yanında baskalarına yalan söyleriz. Bazen de
"onlara küçük beyaz yalanlar söylenir" diye çocuklara
yalan söyleriz. Gün gelir bizim, belli durumlarda yalan
söyledigimizi anlarlar. Onlar da belli durumlarda -
kendilerince haklı gerekçelerle- yalan söylerler.
(Çocuklara küçük beyaz yalanlar söylenebilir düsüncesi
tamamen yanlıstır.)

Sonuç: Yukarıda ifade edilenler, yalan söyleyen çocuklara
aldırmayalım, hos görelim anlamına gelmiyor. Yalan
söylediklerini fark ettigimiz zaman, üzüldügümüzü,
rahatsız oldugumuzu belirtelim. Ancak, kendimizi yüzde
yüz haklı görüp önlenemez bir öfke içine girmeyelim.
Çocugumuzun yalanını yakaladıgımızda kendimizi yüzde
yüz haklı görürsek, öfkemiz de yüzde yüz olur. Eger
çocugunuz size yalan söylem isse bu yalanda sizin de
payınız vardır. Bu gerçekten yola çıkarak olaya
baktıgımızda, daha ılımlı olabiliriz. Ilımlı oldugumuz
zaman ise çocugumuzu arzu ettigimiz yönde degistirme,
gelistirme sansımız artar. Onların bir yalanlarına bugün
asırı öfkelenirsek, yarın daha dürüst olmalarına degil, daha
iyi kamufle edilmis, daha organize yalanlar söylemelerine
yol açarız.

Eger çocugunuz size yalan söylemisse bu yalanda sizin de payınız vardır.

"Yalan Yakalamak" İyi Bir İfade mi?

"Yalan yakalama" ifadesi bence pesinen gerginlik yaratan bir
ifade. Bu ifade galiba içimizdeki avcılık isteginden
kaynaklanıyor. Kaçıp kurtulmaya çalısanlara sessizce yaklasıp
bir avcı atikligi ile onları yakalamak istiyoruz. Evlerde ve
isyerlerinde, yas tahtalara basmamak için, bir kedi, bir panter
gibi adımlarını yavas ve yumusak atan avcılara benziyoruz.
(Eger avcılık yaparsanız, avları yok ettiginizi düsünebilirsiniz;
ama bir yandan da avları kaçmaya, korunmaya tesvik
edersiniz.) Olaylara bakıs tarzlarımız ile onları adlandırma
seklimiz arasında karsılıklı iliski vardır; birisi degisince digeri de
degisebilir. Bu durumda, "yalan yakaladım" yerine "yalanı fark
ettim" veya "gerçegi sakladıgını fark ettim" diye düsünsek nasıl olur?

Not: Konuyla ilgisi yok ama istemedigim bir çagrısıma yol
açmasın diye sunu belirtmek isterim: Ben, genelde avlanmaya,
bu arada özellikle ülkemiz gibi dogal yasamı büyük ölçüde
tahrip olmus topraklarda avlanmaya karsıyım.


Futbolda Bir Acı Anı


Beni üzmüs bir olayı paylasmak istiyorum: Çocuktum, iki
ünlü takımımız futbol ligindeki son maçlarını
yapacaklardı. A ve B takımları diyelim. Puanları esit,
averajla A takımı önde. Yani maç berabere biterse A
sampiyon olacak, sonuç 1-0 B'nin lehine olursa da
sampiyon o olacak. A takımından, yanlıs hatırlamıyorsan
Güven isimli bir oyuncu, heyecanlanıp gereksiz yere ceza
sahasında topa elini sürdü. Penaltı verildi. B takımı
penaltıyı gole çevirdi. B 1-0 galip gelerek sampiyon oldu.

A takımı ve taraftarları bu sonuç karsısında kahroldular.
Eger Güven topa gereksiz yere elini sürmeseydi biz
sampiyon olacaktık diye hayıflandılar. A takımının
antrenörü Güven'e çok kızdı ve hiç affetmedi. Yıllarca
Güven'i sahaya çıkarmadı, yedekte tuttu. Güven'in A
takımından baska bir takıma satılmasını istedi. Satmadılar,
oynatmadılar. Böylece bir gencin hayatı mahvoldu.

A takımının antrenörü ve yöneticileri, pek çogumuzun
yaptıgı bir hatayı yaptılar, yüz--sıfır diye düsündüler;
bütün suçun Güven'de olduguna inandılar. Penaltının
ortaya çıkısında Güven'in payı/hatası vardı. Ancak
antrenörün ve takımdan sorumlu olan herkesin de bu
penaltıda payı vardı. Örnegin, futbolcuları maç öncesinde
rahatlatmayı beceremediler, belki de bir ölüm--kalım
mücadelesine çıktıkları mesajını vererek onları daha da
gerdiler. (Üniversite sınavı öncesindeki bazı ana babalar
gibi.) Ayrıca olayın dogasında gerginlik oldugunu,
Güven'in bu gerginlige kurban gittigini düsünmediler.
(Denk takımlar sampiyonluk maçına çıktıklarında,
avantajlı baslayanlar çogunlukla avantajsız konuma
geçerler. Son maçlarda ilk golü atan taraf genelde maçı
kaybedermis.) Eger bunları düsünselerdi, çok daha iyi
olurdu.


Trafik Canavarı Tamamen Canavar mı?

Size bir sorum var: Tek arabalık dar bir yolda
gidiyorsunuz. (İki yana park etmis araçlar yolu daraltmıs.)
Yolun sonunda kırmızı ısık yanıyor, ısıkta bir araba
durmus. Mecburen siz de durdunuz, çünkü hem kırmızı
yanıyor hem de önünüzdeki araç durmus. Bu sırada
üçüncü bir araç gelip arkadan size çarpıyor. Acaba
"Efendim bu durumda bendeniz yüzde yüz haklıyım!" dermisiniz?

Bence siz, yukarıda belirtilen durumda hukuksal açıdan
yüzde yüz haklısınız; ancak ahlaki açıdan yüzde yüz haklı
degilsiniz. Size arkadan çarpan adamın davranısında bir
miktar sizin de tuzunuz vardır. Hatta bu olaydan
kilometrelerce uzakta bulunan bendenizin de çarpma
olayında tuzu/katkısı var. Bakınız niçin:

Yirmi yasıma geldigimde ehliyet için basvurdum. O
yıllarda ehliyet çok zor alınıyordu. Sınavlar çok zordu;
arabayla geri giderek 8 çizmenizi isterlerdi. Hemen herkes
pek çok defa girdikten, araba kullanmayı iyice ögrendikten
sonra ehliyet alırdı. Sonra, seksenli yıllarda bir mucize
oldu, özel kurslar açıldı ve ehliyet almak birden kolaylastı.
Adeta kontagı çevirebilenlere ehliyet verilmeye basladı.
Kimse bu duruma itiraz etmedi. Örnegin o yıllarda ben
ögretim üyesiydim; hiçbir yere, "Bu ülkede trafik kazaları
zaten çok olur, ehliyet bu kadar kolay alınırsa kazalar
artar" diye iki satır yazı yazmadım. Çevremdeki herkes, bu
arada ben de ehliyet almak kolaylastı diye sevindik.
Sehirlerimizde metro yoktur, apartmanlara park yeri
yapılmaz... Bütün bunlara toplumca itiraz etmedik. Bu
durumda, size arkadan çarpılmasında, siz dahil herkesin
biraz sorumlulugu vardır. En azından ahlaken sorumluyuz.


Mafyaya Destek Olmuslugunuz Varmıdır?

Baslıktaki soruya herhalde pek çogunuz "Hayır" dediniz.
Emin misiniz? Eger sokaktaki dilenci çocuklara, en az bir
defa para verdiyseniz -pek çogumuz hatalı oldugunu
bildigimiz halde dayanamayıp bu isi yapıyoruz- siz dilenci
mafyasına destek oldunuz demektir. O çocukların
sokaklarda açıkça ihmale ve istismara ugramalarının
nedeni aileleri, dilenci mafyası, bu durumu önleyemeyen
ilgili kuruluslar olabilir. Ama onlara bilinçsiz sekilde para
veren bireyler de bu isin sürmesine destek oluyorlar
diyebiliriz. Bir sehirde iki yıl kimse dilenci çocuklara para
vermese, bu trajedi biterdi. (Dilenci çocukların
kazandıkları para, ne okumalarına ne de kaliteli
yasamalarına katkıda bulunuyor. Yalnızca dilenci
mafyasına katkıda bulunuyor.)

Pek çok konuda oldugu gibi bu konuda da, olayların ahlaki
sorumlulugunu üstlenmedigimizde olup biten islerin
tamamen baskalarının sorumlulugunda oldugunu
düsünüyoruz ve degismeye/gelismeye kisisel katkıda
bulunamıyoruz.

Toparlama


insan, birtakım çeliskiler/ikilemler yasar. Bu
kaçınılmazdır. Ancak eger, yasamının bir parçası olan
çeliskilerini fark ederse, kararsız kalma, acı çekme
ihtimali azalır, üstelik toplumun gelismesine katkıda
bulunur. Ya hep-ya hiç, diger bir ifadeyle yüz--sıfır, insan
iliskilerini zedeleyen, gelismeyi engelleyen önemli bir
ikilemdir. Yüzde yüz haklıyım anlayısı, çözümsüz
çatısmalar dogurabilir, ben-merkezci olmamıza yol
açabilir. 'Yüzde yüz haklıyım" anlayısından vazgeçmek,
bireyin acı çekme ve acı çektirme ihtimalini azaltacak,
insanları daha duyarlı hale getirecektir.


Ya hep-ya hiç, diger bir ifadeyle yüz--sıfır, insan iliskilerini zedeleyen, gelismeyi engelleyen önemli bir ikilemdir.


Prof. Dr. Üstün DÖKMEN' in Küçük Şeyler adlı kitabından alıntıdır..
 
Tekerlekli Sandalye
Üst