Atatürk'e İftiralara Cevaplar

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
çin.jpg

Bir üyemiz göndermiş.

Doğu Türkistan'dan...
Soydaşlarımıza esenlikler olsun.

" Türkçe" nin Diriliş Hareketi -feyzbuk
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
11169827_1088931704456295_1863694843059886250_n.jpg
resim " Türkçe" nin Diriliş Hareketi -feyzbuk dan alıntıdır...

Güzel Türkiye mizin ve tüm dünya çocuklarının 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nı kutluyorum.
Çocuklarımıza bağımsız, özgür, onurlu ve mutlu bir gelecek sağlamak için var gücümüzle çalışacağız.
Dünyada göz yaşı akan tek çocuk kalmayıncaya kadar mücadelemiz devam edecek.
Allah yar ve yardımcımız olsun. Hızır Ata yoldaşımız olsun...
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
181418_484805401535598_1993092419_n.jpg
" Türkçe" nin Diriliş Hareketi -feyzbk alıntı...

Atatürk Döneminde Çıkarılan İlk Kağıt Paralaradan
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
htb.jpg
Türkler ve İslâmiyet -feyzbk alntı...

Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
uşk.jpg
Türkler Birleşiyor -feyzbk alntı...

İngiliz lordu Atatürk'ün daveti üzerine İstanbul'a gelir. İngiliz lordu şerefine verilen yemekte servis yapan Türk elindeki tepsiyi devirir. Herkes büyük bir şaşkınlık içinde kalmıştır ve Atatürk'ün ne tepki vereceği beklenirken, Atatürk İngiliz lorduna dönerek:

"Halkım her şeyi beceriyor da bir tek uşaklığı beceremiyor." Cevabını vermiştir.
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
tttttt.jpg
On Altı Yıldız / Kalperenler -feyzbk alntı...
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
11118263_647976451969229_196854821022484568_n.jpg
Dindar Atatürk -feyzbk alntı...

”Atatürk’ün Cenaze Namazı Kılınmadı” Yalanı

Atatürk konusunda nefretten gözü kör olanlar ölüsüyle bile uğraşmaktan geri durmuyorlar. Her gün yeni bir yalan her gün yeni bir uydurma… Tarihi açıdan hiçbir ilmi değeri olmayan konuları ısıtıp ısıtıp millete sunuyorlar. Ne oldukları belli olmayan, tarih bilimine zerre kadar katkısı olmayan bu adamların amacı tarihe ve topluma hizmet etmek değil belli güçlerin propagandasını yapmaktır

Son zamanlarda sürekli Atatürk’ün cenaze namazı üzerinde çok dedikodu yapıldığını görüyorum. Bazı sivri zekalılar ‘’Atatürk’ün cenaze namazı kılınmadı’’ bazıları ise ‘’ öylesine bir şeyler kılındı işte’’ iddiasını ortaya atmaktadır. Akıllarınca ‘’Atatürk’ün cenaze namazı kılınmadı çünkü din düşmanıydı’’ propagandası yapacaklar. Tarihten haberi olmayan bu insanlar dinden de bir şey bilmiyor. Çünkü bir insanın cenaze namazının sorumluluğu vefat eden kişiye değil onun yakınlarına aittir. Yani cenaze namazı ile vefat eden kişi arasında bir yükümlülük yoktur. Anlamanız için bir örnekle açıklayım. Anneniz ya da babanız ateist olsa ‘’babam ateistti’’ diyip cenaze namazını kılmadan mı defnedersiniz? Bunu yaparsanız suç kime aittir? İnsanlar sizi mi ayıplar yoksa anneniz ya da babanızı mı?

Konunun dini boyutu anlaşıldığına göre Atatürk’ün ölümü sonrasından cenaze namazına kadar geçen süreyi kronolojik olarak takip edelim. Eğer öldüğü günden cenaze namazına kadar geçen sürede yaşananları bilmezsek cenaze namazının neden ölümünden 9 gün sonra kılındığını, neden camide kılındığını anlayamayız. Şimdi kronolojik olarak yaşananları takip edelim

11 KASIM 1938

11 Kasım 1938’de cenaze töreninden önce Atatürk’ün naaşı, tahnit edildi. Doktorlar, Atatürk’ün “tedfin” (gömme) töreni yapılıncaya kadar naaşının muhafaza edilebilmesi için tahnit yapılmasına karar verdiler. Tahniti, Gülhane Tıp Akademisi Patoloji kürsüsünden Prof. Dr. Lütfi Aksu yaptı. Doktorlar, tahnit işlemi için bir rapor düzenlediler.

Tahnit, işleminde cesedin iç organları çıkarılmadı, vücut bütünlüğü bozulmadı. Cesede hiç dokunulmadan, damarlara formal solusyonu, asit fenik maddeleri enjekte edilerek tahnit yapıldı

12 Kasım 1938 günü öğleden önce, Başbakan Bayar başkanlığında yeni hükümet üyeleri, Pembe Köşk’e giderek Cumhurbaşkanı İnönü’ye kendilerine karşı gösterdiği güvenden ötürü teşekkür ettiler. Aynı gün saat 16.00’da hükümet, Başbakanlık binasında Cumhurbaşkanı İnönü başkanlığında ilk toplantısını yaptı. Hükümetin ilk toplantısında cenaze töreni ile ilgili hazırlıklar, alınacak önlemler değerlendirildi. Ankara’da düzenlenecek cenaze töreninin 21 Kasım 1938 günü yapılması kararlaştırıldı

Cumhuriyet 12 Kasım 1938

13 KASIM 1938

13 Kasım 1938 günü cenaze töreni ile ilgili ilk genelgeler askeri ve sivil bürokrasiye gönderildi. İçişleri Bakanlığı gönderdiği genelgede “tedfin” (gömme) töreninin 21 Kasım 1938 günü Ankara’da yapılacağını, tören ile ilgili ayrıntıların daha sonra iletileceğini, vilayetlerin yapacağı hazırlıkları bildirdi

Cumhuriyet 13 Kasım 1938

14 KASIM 1938

14 Kasım 1938’de Hükümet, Atatürk’ün Cenaze Töreni için yapılacak sarfiyat hakkında kanun tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisine sundu. Kanun tasarısında hükümet, Atatürk’ün naaşının Ankara’ya nakli, Ankara’daki cenaze töreni, buraya gelecek olan askeri kıtaların nakli ve iskân masraflarının yanında, tören için ülkeye gelecek yabancı konukların misafir edilmeleri için yapılacak masraflar için Ziraat Bankası’ndan 500 bin liralık kredi açılmasını istiyordu. Atatürk’ün cenaze programı için yapılacak harcamalara ilişkin kanun mecliste kabul edildi.

Cumhuriyet 14 Kasım 1938

15 KASIM 1938

15 Kasım 1938 günü Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği parti teşkilatlarına bir genelge yayınladı. On beş maddeden oluşan genelgede, heykel ve büstlerin ne şekilde süsleneceğinden, söylenecek nutuklara, marşlara ve hatta çiçeklere kadar törende yapılması gereken hususlar sıralandı

Cumhuriyet 15 Kasım 1938

16 KASIM 1938

16 Kasım 1938 gününden itibaren Dolmabahçe Sarayı Merasim Salonunda Atatürk’ün katafalkının belirlenen protokol sıralamasına göre üç gün boyunca ziyarete açıldı Yüksek rütbeli altı subay, 16 Kasım sabahından 19 Kasım sabahına kadar nöbet bekledi

Cumhuriyet 16 Kasım 1938

17 KASIM 1938

17 Kasım 1938 günü saat 20.00’den sonra yüz binden fazla insanın akın etmesi ile meydana gelen izdiham sonucu Dolmabahçe Sarayında çoğunluğu kadın 11 kişi ezilerek öldü. 40’dan fazla yaralı vardı. Gazeteler, olayla ilgili olarak yalnızca hükümetin gönderdiği resmi tebliği yayınladılar

Cumhuriyet Gazetesi, 17 Kasım 1938

Bu tebliğin dışında olayla ilgili başka bir haber ya da yorum yayınlayamadılar. Ölenlerin isimleri şöyledir:

1) “Deniz Yolları İşletmesi Müdürü Raufi Manyas’ın kızı Bilun (16 yaşında)

2)İstiklal Caddesi 236 numarada oturan Anna (58 yaşında)

3)İstiklal Caddesi’nde Yıldırım Apartmanında oturan Bayan Roya Koşnir,

4)Roya Koşnir’in kızı Bela Koşnir,

5)Bakırköy’den Aşçı Hatice (55 yaşında)

6) Kurtuluş ’tan Sütçü Diyamendi (40 yaşında),

7) Topkapı Arpaemini Yokuşu Sokağında oturan Abdülhamit (50 yaşında)

8)Aksaray’da Laleli Caddesinde oturan Bayan Kevser Mehmet (35 yaşında)

9)Tarlabaşı 19 Numara’da oturan Satenik Ohannes (35 yaşında)

10) Saint Benoit Lisesi Öğrencisi Paul Kuto (15 yaşında)

11)Beyoğlu Lüksemburg Otelinde kalan Belçikalı Leon

hdhdhd

17 Kasım 1938 Akşam Gazetesi

18 KASIM 1938

Dolmabahçe Sarayında meydana gelen izdihama rağmen 18 Kasım 1938 günü de katafalk ziyaretine devam edildi. Ulus Gazetesine göre, gece yarısından sonra saraya giremeyen halk evine dönmedi, 10.000 kişi geceyi sokakta geçirdi. Katafalkın önünden İstanbulluların geçişi tüm gün sürdü ve 18 Kasım 1938 günü saat 24.00’de üç gün süren ziyaret sona erdirildi.

18 Kasım 1938 Ulus Gazetesi

Cumhuriyet 18 Kasım 1938

Atatürk’ün ölümünden cenaze namazının kılındığı 19 Kasım 1938’e kadar geçen süre kısaca böyledir. 11 Kasım da tahnit edilmiş, 12-15 Kasım arasında cenaze töreniyle ilgili görüşmeler yapılıp kararlar alınmış, 16 Kasım’da halkın ziyaretine açılmış, 17 Kasım da 11 kişi izdihamdan hayatını kaybetmiş, 18 Kasımda cenaze halkın ziyaretine kapatılmıştır. Bu sürece bakınca her şeyin önceden kararlaştırıldığını görüyoruz. Cenaze töreninin ne zaman yapılacağından, Ankara’ya ne zaman nakil yapılacağına kadar her şey bellidir. Atatürk’ün naaşı neden beklemiş diyenlere sanırım bu cevap olmuştur. Atatürk gibi büyük liderlerin cenazeleri bir günde olmaz. Bunu diyenlere Fatih’in cesedinin 19 gün bekletildiğini hatırlatırım. Hem de oğullarının taht kavgası yüzünden unutulduğu için 19 gün beklemiştir. Sonunda ceset kokunca hatırlanmış ve toprağa verilmiştir.

Atatürk’ün cenaze namazının camide mi yoksa sarayda mı kılınacağı konusu tartışılmıştır. Hükümet cenaze namazının amacından saptırabileceği endişesiyle namazın camide kılınmasına pek sıcak bakmamıştır. Bunun üzerine bir de 11 kişinin izdihamdan hayatını kaybetmesi sonucunda hükümet cenaze namazının Dolmabahçe sarayında kılınmasına karar vermiştir Cenaze namazı tartışmasını, cenaze töreninin güvenliğinden sorumlu olan Orgeneral Fahrettin Altay, şöyle anlatmaktadır:

“Programa göre cenaze İstanbul’dan alınacak, Ankara’ya gönderilecekti. Ankara’ya sordum: ‘Cenaze namazı İstanbul’da mı yoksa Ankara ‘da mı kılınacak?’ Akşama kadar bir cevap alamadığım için akşam tekrar sordurdum. ‘Yarın sabah Başbakan Celal Bey, oraya gelecek. Görüşürsünüz’ cevabını aldığım vakit hayret ettim. Acaba bunda görüşecek ne vardı? Ertesi sabah Bayar, geldi. Dolmabahçe Sarayında görüştük. Cenaze namazı konusunda düşünceleri, istanbul’da veya Ankara’da cenaze namazı esnasında bazı dini olaylar meydana gelmesinden laik hükümet çekiniyordu. Kendilerine ben: ‘Bir şey olacağını sanmam. Bu gelenek olmuş bir dini vecibedir., namaz kılınmazsa bu millet elli sene sonra, yüz sene sonra mezardan çıkarır, namazını kılar. Onun için namaz kılınmayacaksa, beni vazifemden affetmenizi rica ederim’ dedim” (Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, İnsel Yayınevi, İstanbul, 1970, s.501-502)

Orgeneral Fahrettin Altay ile cenaze namazı konusundaki görüşmeyi Celal Bayar ise şöyle anlatmaktadır:

“Benim babadan kalma hocalığım da var ya… Cenaze namazının camide kılınmaması halinde istifa edeceğini söyleyen Altay’a, bunun farz değil farz-ı kifaye olduğunu anlattım. Cenaze kaldırılmadan önce namazın kılınmasının şeriata aykırı olmadığını, yani dini hükümlere aykırılık bulunmadığını izah ettim. Böylece Dolmabahçe Sarayında Vakıflar Müdürü tarafından Atatürk’ün cenaze namazı kıldırıldı.” (Mehmet Barlas, “Celal Bayar’ın Anıları,” Günaydın Gazetesi, 9 Nisan 1976, s.7)



Gazeteci Asım Us da, cenaze namazı konusunda yaşanan tartışmayı günlüğüne şu şekilde not etmiştir:

“Atatürk din hususunda (laik) idi, yani devlet işleri ile din ve vicdan işlerini tamamıyla birbirinden ayırmıştı. Atatürk (laik) olduğu için cenaze namazını da, resmi merasim dışında olarak kendi ailesi kıldıracaktır. Hükümet’in bu husus ile alakası bulunmayacaktır.”

19 Kasım 1938 günü saat 08.10’da, salonun ortasındaki büyük avizenin altına konmuş iki masa üzerine tabut yerleştirildi; ve cenaze namazına başlandı. İmamlık görevini Şerafettin Yaltkaya, müezzinlikleri de Hafız Yaşar ve Hafız İsmail yaptılar. Tekbir, Türkçe verildi

Cenaze namazını Enver Behnan Şapolyo şu şekilde anlatmaktadır:

”…Cenazeye Fahrettin Paşa kumanda ediyordu, içeride merasim başlarken, kardeşinin arzusu üzerine, büyük ölünün içeride cenaze namazı kılındı . Hafızlar tarafından Türkçe tekbir getirildi. Muayeed salonu bu güzel sesli hafızların tekbirleriyle inliyor, sarayın bütün ıssız odalarını dolduruyordu. Cenaze namazını İslam Tetkikleri Enstitüsü Profesörü Şerafettin Yaltkaya kıldırdı. Bu zaman etraftan toplar atılmaya başlandı. Sokaklar insan almıyordu. Bütün apartman pencereleri başla doluydu. Aynı zamanda bir Türk hava filosu da sarayın üstünden uçuyordu. 8.18’de tabut merdivenlerden ağır ağır iniyordu. On iki general, abanozdan yapılmış olan tabutu 8.21’de top arabasına koydular. Bu top arabasına üç çift siyah kadana koşulmuştu. Fahrettin Altay, atlas bayrağı tabutun üstüne serdi…” (Enver Behnan Şapolyo ,Atatürk’ün Hayatı, s. 381)

Tarihçi yazar Cemal Kutay ise Atatürk’ün cenaze namazı hakkında şu bilgileri vermektedir:

”Hemşiresi Makbule Atadan Hanımefendi cenaze namazının nerede kılınacağını genel sekreteri Hasan Rıza’dan sormuştu. Cenazenin bir camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığını, devrin büyük din alimlerinden, İlahiyat Fakültesi İslam Dini Felsefesi Ordinaryüs Profesörü Mehmet Şerafettin Yaltkaya’dan sorulmuş, böyle bir şer-i zorunluluk olmadığı fakat bir kerede Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Rıfat Börekçiden sorulmasını istemişti. Rıfat Hoca, Yaltkaya’nın kanaatini tasvip ederken: ”O’nun cenaze namazı tertemiz hale getirdiği bütün vatanda bu farızanın yerine getirilebileceği her yerde kılınabilir.” demişti. Cenaze namazı resmi tören başlamadan saat 8’i 10 geçe, salonun ortasındaki büyük avizenin altına konmuş iki masa üzerine tabutun yerleştirilmesinden sonra kılındı. İmamlığı, Rıfat Börekçinin 1942’de ölümünden sonra Diyanet İşleri Başkanlığına getirilecek olan ve bu hizmeti ölümüne kadar ifa edecek olan Ord. Prof. Mehmet Şerafettin Yaltkaya Hoca yaptı…” (Cemal Kutay, Atatürk’ün Son Günleri, s.190)

Uzun yıllar Atatürk’ün özel hafızlığını ve cenaze namazının müezzinliğini yapan Hafız Yaşar Okur anılarında cenaze namazını şu şekilde anlatmaktadır:

‘’Dolmabahçe Sarayı’nda cümle kapısının önüne geldiğimde top arabasının durmakta olduğunu gördüm. İçeriye girerek yâver beylerin odasına gittim. Saat dokuza çeyrek kala sarayın büyük kapısı açıldı. Kumandan paşalar, vekiller, mebuslar kafile kafile gelmekte iken bu sırada Diyanet Reisi Şerefeddin Yaltkaya, otomobilin içinden, başında sarığı olduğu halde çıktı. Hemen karşıladım. Muhafız bölüğü kumandanı beyin odasına aldım. Alt salonda bir faaliyet başladı. Ata’mın cenaze namazının nasıl kılınacağını bir kâğıdın üzerine yazmış, bana verdi. Biraz sonra Diyanet Reisi Şerefeddin Yaltkaya ile harem salonunun kapısına gittiğimiz zaman, orta yerde, mermer masanın üzerinde ipekli şanlı sancağımıza sarılmış aziz Ata’mızın sandukasını gördüm. Baş ve ayak ucunda kumandan paşalar büyük resmi üniformalarıyla ihtiram mevkiinde kemâl-i tazimle görülmedeydi. Biraz sonra namaza başlamak üzere kalabalık bir cemaatle Saray’ın salonunda Diyanet Reisi Şerefeddin Yaltkaya, Ata’nın sandukasının başına geçti ve ben de arkasında durmakta idim. Şerefeddin Yaltkaya’nın işareti üzerine, yükses sesle namaza başlamak üzere iken Allah için namaza / Meyyit için duaya / Uyun imama ey hâzirun diye seslendim. Diyanet Reisi yüksek sesle Tanrı uludur diye namaza başladı ve ben de tekbirleri alarak yaşlı gözlerimle sevgili Ata’ma son vazifemi yerine getirdim. Namazdan sonra kumandan paşalar büyük bir saygıyla Ata’nın sandukasını elleri ve başları üzerine alıp top arabasının üzerine koydular.’’(Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti Şefi Binbaşı Hafız Yaşar Okur’un Anıları, sah:124)

Atatürk’ün cenazesi sadece yurt içinde değil yurt dışında da büyük yankı bulmuştur. . İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Percy Loraine İngiliz Dışişleri Bakanlığına gönderdiği raporda, Atatürk’ün cenaze töreni hakkında şunları yazmıştır:

“Türkiye ‘de Batı anlamında devlet cenaze töreni geleneği yoktur; fakat Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu için oldukça parlak bir tören yapılmayacağı akıldan geçmezdi. Bilakis Türk Hükümeti, bu günü en ciddi ve en parlak bir gün haline getirmek için elden gelen gayreti esirgemedi. Batı’da uygulanan usul, dini kısımları adapte edilerek veya değiştirilerek büyük ölçüde tatbik edildi. En titiz arajmanlar, pek ala bir şekilde yerine getirildi ve törenler münasip ve layık bir şekilde yapıldı.”( Salahi Sonyel, “İngiliz Belgelerinin Işığı Altında Atatürk’ün Son Günleri,” Belleten Cilt XXV)

Bugün hala utanmadan sıkılmadan ‘’Atatürk’ün cenaze namazı kılınmadı’’ ya da ‘’ öylesine bir şeyler kılındı işte’’ diyenler hem tarih hem de İslam karşısında suçludur. Atatürk ateist olsaydı bile cenaze namazının kendisiyle alakası yoktur. Yazının başında da dediğim gibi cenaze namazından vefat eden kişi değil yakınları sorumludur. Buradan yola çıkıp Atatürk’e din düşmanı demek çok saçma bir iddiadır. Bu kadar açık gerçekleri bile yok saymaya çalışmak bilgi çağında yaşadığımız şu dönemde hem saçmadır hem de boş bir çabadır

TIBBIYELİ HİKMET

https://www.facebook.com/5453625022...5362502230625/647976451969229/?type=1&theater
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
jjjj.jpg
Dindar Atatürk -feyzbk alntı...

ATATÜRK’ÜN BALIKESİR ZAĞANOS PAŞA CAMİ HUTBESİ

Mustafa Kemal Atatürk'ün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zağanos Paşa Camii'nde yaptığı konuşma…

Balıkesirliler Derneği Başkanı Servet CAMGÖZ Atatürk’ün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zağanos Paşa Camii'nde yaptığı konuşmayı kamuoyu ile paylaştı. Hutbeden de anlaşılacağı üzere Atatürk’ün dini konularda ne kadar bilinçli olduğunu ve günümüz meselelerine dinimizin nasıl baktığın ortaya koyan bu konuşması, gafillere tam bir ders niteliği taşıyor.

BALIKESİR HUTBESİ

Mustafa Kemal Atatürk'ün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zağanos Paşa Camii'nde yaptığı konuşma.

"Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun.

Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hakk tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kuran’daki manası açık olan ayetlerdir.

İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir.

Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır.

Arkadaşlar;
Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi.
Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevap kazanacağımı ümit ediyorum.

Efendiler;
Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır . Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır.

Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir.

Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitap etmek, yani söz söylemek demektir.
Hutbenin manası budur.

Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber'in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi.

Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır, o günün askeri, idâri, mâli ve siyasi, sosyal konularıdır. İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber'in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı. O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.

Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir nutukta demiştim ki "Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur. " Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları her gün izlemeleri zorunludur.
Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır."

Ruhun şad olsun Atam...

https://www.facebook.com/5453625022...5362502230625/647124288721112/?type=1&theater
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
10686663_621019401331601_985562040832865195_n.jpg
Dindar Atatürk -feyzbk alntı...

Resimdeki sarıklı hoca Amasya müftüsü Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Abdurrahim Kamil hocadır.

Resim 22 Kasım 1930 yılında çekilmiştir. Yani Şapka Kanunundan 5 yıl sonra. Hani Atatürk şapka takmayanları asmıştı, hani hocaları sevmezdi. Resimdeki samimiyeti anlatmaya gerek yok sanırım.

Şapka takmadı diye kimse asılmamıştır, "ŞAPKAYI BAHANE EDEREK İSYAN ÇIKARAN VATAN HAİNLERİ ASILMIŞTIR".

Zaten kanuna göre sadece memurların şapka takması zorunludur, halk için böyle bir zorunluluk yoktur.

Ayrıca o dönemde şapkayı bahane gösterek halkı kışkırtan hocalar Kurtuluş Savaşında ortalıkta yoklardı.

Neden acaba..?

https://www.facebook.com/54536250223...type=1&theater
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
kuran-attrk.jpg
Dindar Atatürk -feyzbk alntı...

Atatürk’ün Din Anlayışı ve Kur’an’ın Tercüme Edilmesi

Tarih boyunca din, toplumları istediği şekilde yönlendirmek, kontrol altına almak için kullanılan en büyük silah olmuştur. Diktatörler, krallar, sultanlar her zaman dini, kendi iktidarlarının meşruiyet aracı olarak görmüştür. En büyük zalimlikler, din kisvesi altında meşrulaştırılmış, saf temiz inançlı halk din ile korkutularak sindirilmiştir. Türk milleti de yüzyıllar boyunca ”iktidarlarını Allahtan aldığını” söyleyen sultanların yönetimi altında sömürülmüş, köle gibi çalıştırılmış, savaşlarda öldürülmüştür. Halk bir yandan kendisini Allahın yer yüzündeki gölgesi gören padişahların diğer yandan din tüccarlığı yapan sahte alimlerin arasında sıkışıp kalmış, cahilliğe mahkum bırakılmıştır.

Cumhuriyet ilan edildiğinde, Osmanlıdan okuma yazma oranı % 5 in altında olan 13 milyonluk bir halk miras kaldı. Savaşlar, göçler, açlık ve yoksulluk yüzünden ezilen masum halk, cehaletin pençesinde kıvranmaktaydı. Kafasına sarık takıp sakal uzatanın molla sayıldığı bir dönemde Cumhuriyet, dini de düşmanlardan kurtarılması gereken bir değer olarak gördü. Kimdi bu düşmanlar? Kurtuluş savaşı sırasında Anadolu’da on binlerce mehmetçik vatanı için şehit olurken Yunan ordusu için halife ordusu diyen, Anadolu hareketini islam karşıtı ilan eden, Atatürk ve silah arkadaşları için ölüm fetvaları yayınlayan, sarıklı şeytan uşakları ve onların yobaz zihniyetiydi.

Yüzyıllardır toplumun iliğini, kanını sömüren sülükler gibi inancını sömüren yobazlara ve zihniyetlerine son verme zamanı gelmişti.. Okuma yazma bilmeyen halk, okuma yazma bilen küçük bir azınlığın merhametine bırakılamazdı. bırakılmayacaktı da… Silahlı düşmanı İzmir’den denize dökmeyi başaran Atatürk ve Türk milleti, sarıklı düşmanı da temiz imanında boğmayı başaracaktı. Bunun için de Kur’an’ın tercüme edilmesi şarttı.

Kur’an’ın tercümesinin nasıl yapıldığına geçmeden önce Atatürk’ün Kur’an ile ilgili düşüncelerini paylaşmakta fayda var. Zira Atatürk’ün Kur’an ile ilgili düşüncelerini bilmeden Kur’anı hangi duygu ve düşüncelerle tercüme ettirdiğini anlayamayız.

Atatürk’ün Kur’an’a bakışı sıradan insanlar gibi basit bir inanç ve saygı değildi. O, Kur’anı sadece bir dinin kutsal kitabı olarak görmüyordu. Aynı zamanda toplumu yönlendiren bir ışık olarak görüyordu. Örneğin 7 Şubat 1923’teki meşhur Balıkesir hutbesinde Kur’an için şöyle demiştir :

“….Peygamber Efendimiz Hazretleri, Tanrı tarafından insanlara gerçekleri bildirmekle görevlendirilmiş ve elçi olmuştur. İnsan yaşayışını düzenleyen temel kurallar hepinizce bilindiği üzere Yüce Kur’an’daki yazılı buyruklardır. İnsanlara doğruluğun özünü vermiş olan dinimiz, son dindir,en eksiksiz dindir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri , C.II, s.94)

Atatürk’ün Kur’an ile ilgili düşüncelerinden birisi de Kur’an’ın halkın maneviyatını güçlendiren bir kitap olduğudur. 24-28 Mart 1918 tarihleri arasında Ruşen Eşref”le yaptığı ve Yeni mecmua dergisinin Çanakkale özel sayısında yayınlanan ”Anafartalar Kumandan. Mustafa Kemal ile Mülakat” başlıklı röportajında Kur’an’ın maneviyatı yükselten bir kitap olduğunu şöyle anlatmıştır :

“Biz, bireysel kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında uzaklık sekiz metre. Yani ölüm kesin… Birincisi siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına toptan düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat imrenilecek ölçüde bir ılımlılık ve razı oluşla biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir zaaf bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okuma bilenler, ellerinde Kur’an-ı Kerim, Cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şehadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh gücünü gösteren şaşılacak derecede ve kutlanacak bir örnektir. Emin olunuz ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.( Atatürk’ün Anafartalar Muhaberelerine Ait Hatıraları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1934, s. 16 )

Kur’anı halkın maneviyatını yükselten bir kitap olarak gören Atatürk kurtuluş savaşı sırasında da dinin gücünden faydalanmıştır. İstanbul hükümetinin Anadolu hareketini din düşmanlığıyla suçlayan fetvasına karşılık Anadolu fetvaları hazırlatmış, TBMM yi bir Cuma günü dualarla açmış, zaman zaman halkın moralini yükseltmek amacıyla dini içerikli konuşmalar yapmıştır.

Atatürk’ün Kur’an ile ilgili bu düşüncelerini göz önünde bulundurursak Kur’an’a yaklaşımının sadece kişisel inanç olmadığını rahatlıkla anlayabiliriz. Atatürk için Kur’an’ın tercüme işi bir dini mesele olmaktan ziyade bir devlet meselesidir. Bu yüzden Kur’an’în tercüme edilmesini kişisel dini duygularından uzak çözülmesi gereken bir sorun olarak görmüştür. Kur’an’ın neden tercüme edilmesi gerektiğini bir konuşmasına şu şekilde ifade etmiştir :

“Kur’an-ı Arapça okuyamazlar.Oysa şimdiye kadar (halkın kavrayabileceği düzeyde) Kur’an-ı Kerim Türkçe’ye çevrilmemiştir. Bunun başlıca nedeni, dünyadaki bütün Müslümanların başına geçerek bu ana kadar bu dini inananlarının büyük bir görkemle itibar kazanmasına hizmet etmiş olan Türklerin, İslam dinine duydukları özel yakınlıklarından dolayı Türkçe’ye çevrilmesinde olabilecek hatalardan korkmalarıdır.

Oysa zamanımızda bu gibi görüşlere tahammül yoktur. Çünkü dünyada hatadan tamamen yoksun bir şey yapılamayacağı bilimsel bir gerçektir. Böyle olası bir hata endişesinden dolayı, Kur’an’ı anlamadığı bu Arap diliyle tamamen ezberleyecek düzeyde dinine aşık olan Türk Milletinin, kutsal kitabın bu yüce anlamını istediği gibi anlayabilmekten yoksun bırakmak doğru değildir” (Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, Anıtkabir Derneği Yayınları I, Ankara, 2001, c. 8, ss. 453-454)


Atatürk’ün Kur’an’ın neden tercüme edilmesi gerektiğini ifade eden diğer görüşlerinden bazıları şunlardır :

Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kur’an Türkçe olmalıdır (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, c. 5, s. 1957)

Türk, Kur’an’ın arkasından koşuyor.; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde ne var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, c. 5, s. 1950)

“Bir Müslümanın Kur’ân’ı Kerimi temelde tam okuyabilmesi için, lafzen ve mana olarak okuması gerekir.Eğer sadece lafzen(manasını anlamaksızın) okursa veya sadece anlamını okursa(aslındaki dinî duygulanım eksik olacağı için) eksik okumuş olur, tam okumuş olamaz.Ancak lafzen okumadan mana olarak okumak, yani, Kur’ân-ı Kerim’i benliğimize sindirerek, anlayarak okumak daha üstündür. Çünkü, Kur’ân-ı Kerim genelde körükörüne taklit yerine bilinçli hareket etmeyi buyurmaktadır” (Osman Zümrüt, Kur’ân’ı Nasıl Okumalı ve Okutmalı, Genişletilmiş İkinci Basım, Ankara, 1994, s.114)

Camilerde Türkçe Kur’an okuyacaksınız. İşte size birer tane Kur’an veriyoruz. Evet bu tercüme belki iyi değildir. Çünkü Arapça’dan Fransızca’ya ve ondan da Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bununla beraber, Ankara’da daha iyi bir Kur’an tercümesi yapılmaktadır.” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, c. 5, s. 1948)

Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir (Jaschke Gotthard, Yeni Türkiye’de Kur’ân-ı Kerim Kursları, Tercüme Eden: Nimet Arsan, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1973, c. 5, ss. 62-63)

“… Milli terbiye ile geliştirmek ve yükseltilmek istenen genç beyinleri, bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayali fazlalıklarla doldurmaktan dikkatle sakınmak lazımdır.

Hoca Efendi bu fikrini açıklamak için (Kur’an-ı Kerim’den) “Vettini vezzeytuni, ilah” ayetini kendince yorumladılar. İncir ve zeytin çekirdeğinden ilke çıkardılar. Birindeki çokluğa, diğerindeki birliğe işaret ettiler. Ayetin anlamı bu mudur, değil midir bir şey diyemeyeceğim. Yalnız bu seyahatim sırasında, raslantı sonucu, bu ayetin anlamını diğer bir hoca efendiden sormuştum. Bunun için yarım saat kadar irdelemeye ihtiyacı olduğunu söyledi. Ömrünü medreselerde din biliminin öğrenimi ve öğretimiyle geçiren bir kişi, bir kitabın, (Kur’an-ı Kerim) bir satırını Türkçe ifade edebilmek için böyle bir ihtiyaç belirtirse, milletin bireyleri ne desin? Onun için efendiler, genç kuşağın beynini yormadan, onun her şeyi kabule ve sindirmeye yetenekli kıvrımları, hakikat izleriyle süslenmelidir. (Samsun öğretmenleriyle konuşmasından, 22 Eylül 1924)” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri , C.II, s.206-207)

İnsanlar genellikle kuran tercümesi diyince sadece Elmalılı Hamdi’nin tercümesini bilmektedir fakat Cumhuriyet tarihinin ilk tercümesi, Atatürk’ün isteğiyle Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’ye yaptırılan “Hülassatü’l Beyan F: Tefsir’i Kur’an” adı Kuran tercümesidir. Ayrıca 1924 yılında Hüseyin Kazım Kadri’nin Nûru’l-Beyan adlı Kur’an tercümesi, 1927 yılında İzmirli İsmail Hakkı Bey’in ve 1924 yılında Cemil Said Bey’in yaptığı tercümeler Cumhuriyet tarihindeki diğer Kur’an tercümeleridir fakat Atatürk bu tercümelerin hiç birini yeterli bulmuyordu ve yeni bir tercüme yapılması gerektiğini düşünüyordu

İzmirli İsmail Hakkı Bey’in Kur’an tercümesi ( Elmalılı tercümesine kadar en yaygın bu tercüme kullanılmıştır)

1932 yılında Atatürk’ün imzalayarak Hafız Yaşar’a hediye ettiği Cemil Said Bey’in Kur’an tercümesi

Nûru’l-Beyan Kuran tercümesi

Atatürk, Kur’an’ın tercüme edilmesiyle ilgili ilk görüşünü 14 Ağustos 1923’te maarif toplantısında açıklamıştır. Toplantıda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bu toplantıdan yaklaşık 1,5 yıl sonra 21 Şubat 1925’te mecliste Diyanet işlerinin bütçesi görüşülürken Kur’an’ın yapılan tercümelerinin yetersiz olduğu ileri sürülerek yeni bir Kur’an tercümesinin yapılması gündeme gelmiştir. Yaşanan sert tartışmalara ve mecliste bazı vekillerin karşı çıkmalarına rağmen Atatürk’ün ısrarlarıyla Kur’anın tercüme işi başlatılmıştır ve bu iş için Diyanet’e devlet bütçesinden 20.000 TL o günün koşullarında çok büyük bir ek bütçe ayrılmıştır

Kur’an’ın tercüme edilmesi görevi İstiklal Marşı’nın büyük şairi. Mehmet Akif’ ve din alimi Elmalılı Hamdi’ye verilmiştir. 10 Ekim 1925’te Beyoğlu 4. noterliğinde hem Mehmet Akif hem de Elmalılı Hamdi ile sözleşme imzalanmıştır. Yapılan anlaşmaya göre kuranın tercümesi için Akif ve Elmalılı ‘ya biner lira peşin toplam 6 bin lira verilmesi kararlaştırılmıştır. Anlaşmanın altında diyanet işleri başkanlığı adına Ahmet Hamdi Akseki’nin imzası vardır

Kur’an’ın tercümesi için Beyoğlu 4. noterliğinde Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi ile imzalanan sözleşmenin orjinal metni
Devletin kendisine verdiği görevden sonra Akif, Kuran tercümesini en iyi şekilde yapmak için Mısır’a gitmiştir. Yalnız Kur’an’ın tercümesine başladığında bu işin sandığından zor olduğunu anlamıştır. Yaptığı tercümeyi beğenmeyen büyük şair 1931 yılında yaptığı tercümeyi geri isteyerek devletten aldığı avansı da iade etmiştir. Mithat Cemal Kuntay, Akif’in tercümesiyle ilgili şöyle anlatıyor :

“Tercümeyi bitirmişti. Bastıracaktı.Hatta karar vermişti, bir ilmi heyet tetkik edecekti. Ve Mevlana Mehmet Ali’nin İngilizce Kuran tercümesi gibi ipek kağıtlara bastıracak, ortaya metni, etrafına tercümesi konacaktı. Ve ilave etti: ‘Beyaz etmiştim’. Misafir daha fazla merak ederek sordu: ‘Niçin bastırmıyorsunuz, madem ki beyaz da etmişsiniz’ ‘Beyaz etmiştim ama gün geçtikçe kenarları yine simsiyahtı. Kafi şeklini verdim sandıktan sonra yine düzeltiyordum. Bazı bir tek kelimenin daha iyi mukabilini buluyordum. O zaman bütün Kuran’da da bu kelimenin tercümelerini baştan başa değiştirmek lazım geliyordu’ Misafir bu lüzumsuz titizliği anlamayan gözlerle susuyordu.Akif anlatmaya mecbur oldu. ‘Bir lisan ki bir kelimesi, bir sigası hep birden hem zat, hem zaman, hem mekan ifade eder.Bunun başka bir lisana tercümesi nasıl kabil olur?’ Hülasa (özetle) bu Kuran tercümesi Akif’in gözünde bir türlü bitmiyordu. ‘Tercüme bitti ama” diyordu ‘tashihi bitmedi. Bakalım o mu benden evvel bitecek ben mi ondan evvel” .(Mithat Cemal (Kuntay), Mehmet Akif, Hayatı-Seciyesi-Sanatı, 2.bas, Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Ankara, 1990,s.196-198)

Mehmet Akif’in görevi bırakmasından sonra Elmalılı Hamdi Kur’an-ı Kerim’in tercüme işine devam etmiştir. 1935 yılında çok titiz bir çalışma sonucunda “Hak Dini Kur’an Dili” adını taşıyan 8 cilt, 6433 sayfalık bir baş yapıt ortaya çıkmıştır ve ilk basımında 10. 000 adet bastırılarak memleketin dört bir yanına ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Kuran tefsiri dışında ayrıca Buhari hadislerinin Türkçe’ye tercümesi için Ahmet Naim efendi görevlendirilmiştir. Ahmet Naim efendi ilk 3 cildini tefsir ettikten sonra geriye kalan 9 cildi Kamil Miras tamamlamıştır ve 12 ciltlik Buhari hadisleri ”Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih” adıyla basılmıştır.

1935 yılında basılan Elmalılı tercümesi ”Hak dini Kuran Dili”

Buhari hadislerini Türkçeye çeviren Kamil Miras

Atatürk, Kur’an’ın tercüme edilmesinden sonra da bu konu üzerinde titiz çalışmalarına devam etmiştir. Tercüme işinden sonra Kur’an’în tercümesinin okunmasına sıra gelmiştir. Bu görev için ise Hafız Yaşar, Sadettin Kaynak gibi memleketin en iyi hafızlarını görevlendirmiştir. Bir konuşmasında Kur’an’ı en iyi Türklerin okuduğunu şöyle ifade etmiştir:

”Ezan ve Kur’an’ı Türkler’den başka hiçbir Müslüman milleti bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara muhteşem müzik ahengi veren Türk sanatkarlardır.”(Utkan Kocatürk,Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1999, s. 234)

Atatürk için Kur’an’ın Türkçesinin camilerde okunması da en az tercüme edilmesi kadar önemlidir. Çünkü okuma alışkanlığı olmayan ve dinlemeye alışan Türk milletinin Kur’an’ın anlamını öğrenmesi için okunması da şarttır. Bu iş için de en uygun yer halkın toplu olarak beraber olduğu camilerdir. Atatürk’te bu gerçeği bildiği için Kur’an’ın tercümesinin camilerde okunmasını istemiştir ve ilk Türkçe Kur’an 22 Ocak 1932 de Yerebatan Camii’de Hafız Yaşar tarafından okunmuştur. Burada bir noktayı ifade etmek istiyorum. Camilerde hiç bir zaman namazlar Türkçe kılınmamıştır. Kur’an’ın türkçesi namazlardan sonra cemaate okunmuştur.

Cumhuriyet 2 Şubat 1932

Atatürk’ün Kur’an’ın güzel ve doğru okunmasına ne kadar önem verdiğini anlamak için Sadettin Kaynak’a kulak verelim. Hafız Sadettin Kaynak Atatürk ile ilgili bir anısını şöyle anlatıyor :

“….O gece sarayın muâyede salonunda bütün hafızlar toplandık. Birçok davetliler de vardı. Ve bunlar Türkçe Kur’an okunması tecrübesinde bulunmak üzere çağırılan kimselerden ibaretti. Saz heyeti de vardı.

Tecrübeyi yapacak hafızlar Süleymaniye müezzini Kemal, Beşiktaşlı Rıza, Sultan Selimli Rıza, Fahri, Burhan, Yaşar, Nuri ve ben. Saz heyeti arasında Selanikli Kanuni Mustafa, Mısırlı İbrahim, Kemanî Nobar vardı. Mecliste iki erkekle bir de kadın bulunuyordu. Tecrübeye başladık. O sırada ayağa kalkarak o gün Fatih Camiindeki hadiseyi , halkın, hitabet tarzında okuyuşu nasıl memnuniyetle karşıladıklarını Atatürk’e arz ettim.

Cevaben:

“Öyle ise o şekilde tecrübeler yapalım!” buyurdular
ve Kur’an tercümesinden Fatiha Sûresi’ni açıp Kemal’e uzattılar. Kemal okudu.
“Olmadı, ver ben okuyayım” buyurdular ve okudular.

Sonra bu sûreyi sıra ile orada bulunanlara okuttular. Fakat hiçbirisinin okumasını beğenmedi. Çünkü Türkçe nasıl hitap edilir, bunun usûlünü ve inceliklerini arkadaşlar içinde bilen ve Atatürk’ün istediği biçimde okumaya muktedir kimse yoktu.Sıra bana geldi. Ben en sonda ve Atatürk’ün sol tarafında oturuyordum. Okudum.
“İşte böyle okuyunuz, böyle istiyorum ” dedi. (Sadi Borak,Atatürk ve Din, İstanbul, 1962, ss. 71-73)

Atatürk”ün Kur’an’a verdiği değere başka bir örnek ise Ramazan aylarında Çankaya köşküne hafızları çağırarak Kur’an okutmasıdır. Her yıl Ramazan ayı geldiğinde incesaz heyetini köşkten çıkartarak Ramazan boyunca her gün akşam, hafızlara Kur’an okutmuştur. Bu davranışının iki anlamı vardır :

1- Ramazan aylarında içki içmeyerek bu kutsal aya ve insanların inancına saygı gösterdiği
2- Ramazan boyunca köşkte Kur’an okutarak Kur’an’a değer verdiği


Atatürk’ün Ramazan aylarında Kur’an okuttuğunu 15 yıl boyunca Atatürk’ün yanında olan Riyaset-i Cumhur orkestra şefi ve özel hafızı Yaşar Okur şöyle anlatmaktadır :

“… Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez ince saz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil Geceleri de saz çaldırmazdı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kuran’ı Kerim’den bazı sureler okuturdu. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu içinde dinlerdi. Ruhunun çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı.Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikyu camilerinde şehitlerin ruhuna Hatim-i Şerif okumamı emrederlerdi. O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle cami hıncahınç dolardı…” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, c. 5, s. 1516)

Ramazan aylarına büyük değer veren Atatürk, 1932 yılının Ramazan ayında 3 Şubat 1932 Kadir gecesi Ayasofya camiinde Hafız Yaşar ve memleketin en ünlü hafızlarına mevlid okutturmuştur. Ayasofya’da o gece okunan mevlid radyolardan da canlı yayınlatan Atatürk tarihte bir ilke daha imza atmıştır. Cumhuriyet tarihinde radyolardan canlı mevlid yayını yaptıran ilk Cumhurbaşkanı bugün yobazların ”din düşmanı” dediği Atatürk’tür. Hafız Yaşar Ayasofya’da okunan mevlidi şöyle anlatmaktadır :

“Akşam namazından sonra kapılar kapatıldı. İçerde ve dış avluda benzerine az rastlanılan bir kalabalık vardı. Ancak polisin yardımıyla müezzin mahfiline kadar gidebildik. Teravih namazını Hacı Faik Efendi kıldırdı. Namaz sırasında ilahi ve ayin-i şerif okundu. Hoparlörler caminin her tarafına konulmuştu. Bu dinî merasim Türkiye’den ilk defa radyo ile bütün dünyaya yayılıyordu. Sıra mevlide geldi. Yirmi hafız iştirakiyle okunan mevlit pek muhteşem ve ulvi oldu. Perde perde yükselen bu ilahî nağmeler Ayasofya Camii’nin cidarlarından Türkiye sathına ve bütün dünyaya yayılıyordu. Cemaat sanki büyülenmiş, hoş olmuştu. Hele muazzam cemaatin de iştirak ettiği o tevhit sadaları, insana havalanacakmış gibi bir hafiflik hissi veriyordu, bu ulvi ve ilahî nağmeleri Atatürk de radyosu başında dinliyordu. Ertesi akşam huzuruna çağıran Atatürk bana şunları söyledi:

“Dinî merasimi radyodan takip ettim. Çok memnun ve mütehassıs oldum. Arkadaşlarınız hafız beyleri yarın akşam saraya iftara davet ediyorum. Kendilerini haberdar ediniz.

Atamın bu paha biçilmez iltifatları hayatımın en büyük manevi servetidir. Ertesi akşam hafızlar saraya geldi. Üst katta muazzam ve mükellef bir iftar sofrası hazırlanmıştı. Atatürk de sofrada bizimle beraber iftar etmek lütfunda bulundular. İftardan sonra hafızlara ayrı ayrı Kur’an okuttular. Hepsi teker teker iltifatlarına mazhar oldular. Huzurlarından ayrılırken hafızları Seryaver Bey’in odasına götürmekliğimi emrettiler. Orada hafızlara iki yüzer lira ihsanda bulunuldu. Sonra yine Atatürk’ün emri ile hafızlar otomobillerle evlerine kadar götürüldüler”

Son olarak Atatürk düşmanlarının bir çarpıtmasına cevap vermek istiyorum. Her yerde Kazım Karabekir’in ”paşaların kavgası” kitabından ”Kur’an’ı tercüme ettireceğim ki arabın yavelerini öğreteceğim” cümlesini cımbızlayıp paylaşıyorlar. Oysa Atatürk Kur’an’ı neden tercüme ettirdiğini bir çok defa çeşitli vesilelelerle söylemiştir. Örneğin 30 Kasım 1929’da Alman Vossische Zeitung gazetesi muhabirine verdiği demeçte şöyle konuşmuştur :

“Ahiren Kur’anın tercüme edilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim. Halk, tekerrür etmekte bulunan birşey mevcut olduğunu ve din ricalinin derdi ancak kendi karınlarını doyurup, başka bir işleri olmadığını bilsinler. Camilerin kapanmasına hiçbir kimse taraftar olmamasına rağmen, bunların bu suretle boş kalmasına taaccüp ediyor musunuz?” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt 3 s.124-125 TTK Ankara 1989 4. basım)

Her şey çok açık ve net değil mi ? Bugün Atatürk’e din düşmanı diyenler, kurtuluş savaşında Yunan ordusu halifenin ordusudur diyen zihniyetin temsilcileridir. Çünkü onlar için hilafetin kaldırılması bile dinsizliktir. Atatürk’ün mücadele ettiği zihniyet işte bu hilafetçi saltanatçı islam zihniyetidir.

TIBBIYELİ HİKMET

Konuyla ilgili ayrıntılı fotoğraflar: https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=649869938446547&id=545362502230625
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
kran.jpg
Dindar Atatürk -feyzbk alntı...

Atatürk, Kur’an’ın tercüme edilmesinden sonra da bu konu üzerinde titiz çalışmalarına devam etmiştir. Tercüme işinden sonra Kur’an’în tercümesinin okunmasına sıra gelmiştir. Bu görev için ise Hafız Yaşar, Sadettin Kaynak gibi memleketin en iyi hafızlarını görevlendirmiştir. Bir konuşmasında Kur’an’ı en iyi Türklerin okuduğunu şöyle ifade etmiştir:

”Ezan ve Kur’an’ı Türkler’den başka hiçbir Müslüman milleti bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara muhteşem müzik ahengi veren Türk sanatkarlardır.”(Utkan Kocatürk,Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1999, s. 234)

Atatürk için Kur’an’ın Türkçesinin camilerde okunması da en az tercüme edilmesi kadar önemlidir. Çünkü okuma alışkanlığı olmayan ve dinlemeye alışan Türk milletinin Kur’an’ın anlamını öğrenmesi için okunması da şarttır. Bu iş için de en uygun yer halkın toplu olarak beraber olduğu camilerdir. Atatürk’te bu gerçeği bildiği için Kur’an’ın tercümesinin camilerde okunmasını istemiştir ve ilk Türkçe Kur’an 22 Ocak 1932 de Yerebatan Camii’de Hafız Yaşar tarafından okunmuştur. Burada bir noktayı ifade etmek istiyorum. Camilerde hiç bir zaman namazlar Türkçe kılınmamıştır. Kur’an’ın türkçesi namazlardan sonra cemaate okunmuştur.
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
attt.jpg
Dindar Atatürk -feyzbk alntı...

"…Bence, dinsizim diyen mutlaka dindardır. İnsanın dinsiz olmasının imkânı yoktur… » Dinsiz kimse olmaz. Bu genelleme içinde şu din veya bu din demek değildir. Tabiatıyla biz, içine girdiğimiz dinin en çok isabetli ve çok olgun olduğunu biliyoruz ve imanımız da vardır…"

(02 Şubat 1923, İzmir, Gazi'nin Türkiye’nin Geleceği Üzerine Konuşmasından...)
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
elçby.jpg
" Türkçe" nin Diriliş Hareketi -feyzbk alntı...

24 Haziran, Azerbaycan Türk'ü olan başbuğ Ebülfez Elçibey'in doğum günüdür.

Elçibey'in Atatürk Sevgisi

Bakü mitinginde sağ elini havaya kaldırarak “Men Atatürk’ün Esgeriyem” diyerek seskendiği topluluğu çoşturmuş ve Atatürk sevgisini en güzel biçimde belirtmiştir.

Bir anısında KGB'nin işkencilerini anımsatarak şunları söylemiştir:

“Çok işkence gördüm, çok çektirdiler. Hiçbirisine yanmam da bir Atatürk rozetim vardı yakamda onu aldılar ya elimden, hâlâ için yanar.”


Ölümünden sonra Bakü’deki küçük evini ziyarete gidenler, derme çatma eşyaların yanında sahip olduğu tek lacivert takım elbiseyi de görürler, üzerinden hiç çıkarılmayan Atatürk rozeti ile birlikte.
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
705
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
aysfy.jpg
Tıbbıyeli Hikmet -feyzbk alntı..

3 Şubat 1932' de Atatürk'ün isteğiyle Kadir gecesi Ayasofya'da mevlid okunmuş ve radyolardan canlı yayınlanmıştır. ( Milliyet 4 Şubat 1932 )
 
Tekerlekli Sandalye
Üst