F
Fırtına
Guest
“Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdanla donatılmış olup birbirlerine karşı bir kardeşlik anlayışıyla davranır”
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi;
1. Giriş;
Engelli** ve kadın hareketinde “eşitlik ve insan hakları” ortak temel konudur. Ayırımcılık, düşük toplumsal statü, fiziksel, cinsel ve diğer istismar türlerine maruz kalma, kadına özgü toplumca belirlenmiş rol ve sorumlulukları yerine getirmek zorunda bırakılma, eğitim olanaklarından yeterince yararlanamama, bir işe girmekte zorlanma, çalışma yaşamında ayırımcılığa uğrama ve daha birçok konuda hakların ihlali, hem kadınlar hem de engelliler açısından karşılaşılan ve çözümlenmesi gereken temel sorunlardır (Osunluk & Uğurlu 2005: 337)
Kadınların ve engelli bireylerin yaşadıkları sorunları, engelli kadınlar iki kat fazla yaşamakta, kendilerine yönelik ön yargılar ve engellerin yanı sıra kadın olmanın ve kadınlara bakışın getirdiği olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Bu çalışmanın amacı, genelde engellilerin özelde ise engelli kadınların dışlanma, ayırımcılık, temel ihtiyaçların karşılanması, yoksulluk, kendi gereksinimlerini ifade etme, ekonomik bağımsızlık, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılmaları gibi konularda yaşadıkları sorunları insan hakları bakımından ele alarak, engelli kadının insan hakları için gerekli sosyal politika ve düzenlemeler geliştirilmesine bir başlangıç yapmak ve kadın hareketlerinin dikkatlerini, engelli kadınlara çevirmesini sağlamak. Şüphe yoktur ki bu düzenlemelerin, engelli kadının tüm beklentilerini kapsayabilmesi ve fırsat eşitliği sağlayabilmesi için, içinde yaşanılan şartların doğru analiz edilmesi ve sorunlarının tüm yönleri ile ele alınması gerekmektedir. Üretilen politika ve düzenlemeler uygulanabilir, kabul edilebilir bir süreçte gerçekleştirilebilir, engelli kadını her alanda güçlendiren, destekleyen ve engelli kadının insan haklarının tam olarak korunmasını sağlayacak kapsamda olmalıdır.
2. Temel Yaklaşımlar;
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, genel olarak her hangi bir toplumun nüfusunun yaklaşık % 10’unu ve Dünya Bankası (WB) verilerine göre ise, dünyanın en yoksul toplumlarının nüfusunun % 20’sini engelli kişiler oluşturmaktadır. Engellilik, yoksulluğun hem nedeni hem de sonucu olarak değerlendirilmektedir. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre, engelli kişilerin % 82’si gelişmekte olan ülkelerde ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu rakam, iç savaş veya doğal afetler sonucu harap olmuş ülkelerde daha yüksek seviyelerdedir. Dünyanın her yerinde engelli kişiler ayırımcılıkla karşılaşmakta ve yaşadıkları toplumların ekonomik, sosyal ve politik alanlarından genellikle dışlanmaktadırlar. Az gelişmiş ülkelerde engelli kişiler arasında yoksulluğun daha yüksek olmasının temel nedeni söz konusu dışlayıcı tutumdur. Gelişmekte olan ülkelerde toplumdan en fazla dışlanan grupların içinde yer alan engelliler, bu nedenle hayatlarını tehdit eden sorunlarla tek başlarına mücadele etmek zorunda kalmaktadır.
Ülkemizde engelli olan nüfusun, toplam nüfus içindeki oranı % 12.29’dur. Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerin oranı % 2.58 iken (yaklaşık 1.8 milyon) süreğen hastalığı olanların oranı ise % 9.70’dir (yaklaşık 6.6 milyon) (Tablo 1)
Tablo 1. Ülkemizde Engelli Bireylerin Oranları (DİE ve ÖZİ, 2004)
Toplam engelli nüfus;
Ortopedik, görme ,işitme, dil ve konuşma ve zihinsel özürlü nüfus,
Süreğen hastalığa sahip olan nüfus,
Toplam,
Erkek
Kadın
Toplam;
Erkek
Kadın
Toplam;
Erkek
Kadın
12.29
11.10
13.45
2.58
3.05
2.12
9.70
8.50
11.33
Engelli olma oranları yaş grubu bazında incelendiğinde her iki grupta da ileri yaşlarda artmaktadır. Ancak bu artış süreğen hastalığı olanlarda diğer özür grubundakilere göre daha fazladır. 0-9 yaş grubunda ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanların oranı % 1.54 iken, 0-9 yaş grubunda süreğen hastalığa sahip olanların oranı % 2.60’tır. Bu oran, ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanlarda 50-59 yaş grubu, süreğen hastalığı olanlarda ise 20-29 yaş grubunda yaklaşık iki katına çıkmaktadır.
Cinsiyete göre engel türlerine bakıldığında tüm engel türlerinde erkeklerin sayısının kadınlardan daha fazla olduğu görülmektedir. Erkeklerin bu sayısal üstünlüğünü açıklayacak veriler ne yazık ki 2002 Özürlüler Araştırmasında yer almamaktadır. Bu nedenle erkekler lehine olan bu sayısal fazlalığı açıklamak üzere araştırmalar yapılmalıdır (Türkiye Özürlüler Araştırması 2002 İleri Analiz Raporu) (Tablo 2)
Tablo 2. Engellilerin Cinsiyete Göre Oransal ve Sayısal Dağılımı;
(DİE & ÖZİ, 2004)
Engellilik Türü;
Erkek
Kadın
%
Sayı
%
Sayı
Bedensel;
58,7
503553
41,3
354079
Görme;
57,8
238304
42,2
174008
İşitme;
54,6
138534
45,4
114275
Konuşma;
62,7
164939
37,3
98068
Zihinsel;
60,1
199027
39,9
132
Tüm dünyada özürlülerin insan hakları konusundaki çalışmalar son 20 yılda ivme kazanmıştır. Ancak cinsiyetin, özürlü kadınları, özürlü erkekleri ve onların insan haklarını nasıl etkilediği konusundaki çalışmalar çok yavaş bir gelişme göstermiştir. Feminist hareketin de özürlü kadınların da dahil olduğu belirli grupların ele alınması konusunda yavaş ilerlemiştir (Abu Habib, 1995: 377- 503)
Kadın hareketi ile özürlü hareketinin birbirini oldukça geç ve yavaş tanıması, bu iki grubun birbirinin müttefiki olduğunu geç fark etmesine neden olmuştur. Feminist hareket, kadın olarak gördüğü gruba özürlü kadınları dâhil etmemiş ve özürlülük konusu da en başından itibaren erkek egemen bir yapı içinde oluştuğu için onlar da feminist hareketi özürlü kadınların dışında kabul etmişlerdir. Aslında biraz daha ileri gidilirse, özürlülük konusundaki bu erkek bakış açısı özürlü kadının varlığını yeterince fark etmemiş ve bu konuda tamamen bir erkek yaklaşımı geliştirilmiştir denilebilir ( Küçükkaraca; 2005: 49-51)
Ülkemiz açısından bakıldığında özellikle kadın nüfus grubunun sosyal sorunlardan daha yoğun ve derin etkilendiği bilinen bir gerçektir. Çünkü kadın, eğitimden, iş ve mesleki olanaklardan yoksun, sosyal güvencesi olmaksızın marjinal işlerde çalışmakta (temizlikçi, çocuk bakıcısı gibi) ve erken yaşlarda gerçekleştirilen evliliklere maruz kalmaktadır. “Kadın, geleneksel düşünce nedeni ile kamusal yaşama en az düzeyde dahi katılamamakta ve toplumsal etkililikleri oldukça düşük düzeyde kalmaktadır. Bu durum, kadının toplumsal yaşamda ikincil konumunu pekiştiren bir süreç olmaktadır” (Küçükkaraca, 2005: 49-51; Karataş, Duyan, 2005:56-62) Engelli kadınlar hem kadın olmak hem de engelli olmak bakımından daha dezavantajlıdırlar ve bu nedenle yaşadıkları sorunları diğer gruplarla karşılaştırdığımızda iki kat daha fazladır.
3. Engelli, Sakat, Özürlü Kavramları;
Türk Dil Kurumu’nun Sözlüğü’nde (2008) “engelli; vücudunda eksik veya kusuru olan bireydir, sakat; vücudunda hasta veya eksik bir yanı olan, engelli, özürlü bireydir, özürlü; kusuru olan, defolu” olarak tarif edilmiştir.
“Türkiye’de üzerinde anlaşılmış bir genel tanım ya da içerik çalışması bulunmamaktadır. Aynı zamanda engelli ve engelliliğe ilişkin birden fazla da kavram kullanılmaktadır.” (Küçükkaraca, 2005: 49-51)
2004 yılında çıkarılan Özürlüler Kanununda, engelliler, “doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yetilerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, normal yaşamın gereklerine uyamayan kişilerdir” (DİE ve ÖZİ, 2004) şeklinde tanımlanmaktadır. Yukarıdaki cümlede de görüldüğü gibi kanun koyucu dahi “günlük yaşam” demek yerine “normal yaşam” tanımlamasını kullanarak engelli insanları dışlamakta, “anormal” olarak kategorize etmektedir. Normal yaşam, insanların tümüne ait, ortak paylaşılan bir sürecin adıdır. Engelli/ sağlıklı- engelli/normal insan ayrımı, farkında olmadan ayrımcı ve dışlayıcı bir anlayışı yansıtmaktadır. Engelli sorununa, bireyci-tıbbi model temelli yaklaşım, engellinin insan hakları için politika oluşturulması açısından yetersiz kalmaktadır.
Engellilik ile ilgili teorik yaklaşımlardan kaynaklanan ya da bu yaklaşımlara yol açan bazı engellilik tanımları ise şöyledir;
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) engelliliği üç ayrı kategoride ele almaktadır.
Yetersizlik (Impairment) sağlık bakımından psikolojik, fizyolojik ve anatomi (fiziksel) yapı veya fonksiyonlardaki eksikliği ve anormalliği ifade eder.
Özürlülük (Disability) bir aktiviteyi normal tarzda veya normal kabul edilen sınırlar içinde gerçekleştirmekteki kısıtlılık veya yetersizliktir.
Engellilik (Handicap) bir yetersizlik veya özür nedeni ile yaşa, cinsiyete, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak kişiden beklenen rollerin kısıtlanması veya yerine getirilememesidir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun İnsan Hakları Bildirgesi’ne ek 3447 Sayılı Sakat Kişilerin Hakları Bildirisinin 1. Maddesine göre özürlü “normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar sakattır” şeklinde tanımlanmaktadır. Uluslararası düzeyde kullanılan bu iki tanıma bakıldığında “normal” ve “kısıtlanma” konusunun ön plana çıkarılarak, kişisel yetersizliğe vurgu yapılmaktadır.
Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesine göre (2007) Özürlü kişiler, çeşitli engellerle karşılaşmaları halinde, diğerleriyle eşit şartlarda topluma tam ve etkili şekilde katılmalarını engelleyen, uzun süreli fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetersizliği olan kişilerdir. Engellilerin karşılaştıkları olumsuzlukların kendi kişisel durumlarından değil, kendi dışındaki faktörlere de vurgu yapmaktadır. Bu sözleşme aynı zamanda engellinin insan haklarının tanınması, korunması ve genişletilmesine iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Yukarıda vurgu yapılan diğer tanımlarda göz önüne alındığında. İnsan hakları dilinin, insan hakları mücadelesinin gelişimine paralel olarak geliştiğini de söyleyebiliriz.
Engellinin kim, engelliliğin de ne olduğu açık bir biçimde ortaya konmayınca, engellilere yönelik geliştirilecek politikaların, yasaların ve hizmetlerin kapsamı da belirsizleşmektedir. Engelliliğin, her insanın yaşam sürecinde geçici veya sürekli olarak mutlaka yaşadığı, doğum veya ölüm kadar doğal bir olay olduğu bilincinin, toplumun tüm kesimlerince benimsenmesi gerekmektedir.
Hasan Kaya
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi;
1. Giriş;
Engelli** ve kadın hareketinde “eşitlik ve insan hakları” ortak temel konudur. Ayırımcılık, düşük toplumsal statü, fiziksel, cinsel ve diğer istismar türlerine maruz kalma, kadına özgü toplumca belirlenmiş rol ve sorumlulukları yerine getirmek zorunda bırakılma, eğitim olanaklarından yeterince yararlanamama, bir işe girmekte zorlanma, çalışma yaşamında ayırımcılığa uğrama ve daha birçok konuda hakların ihlali, hem kadınlar hem de engelliler açısından karşılaşılan ve çözümlenmesi gereken temel sorunlardır (Osunluk & Uğurlu 2005: 337)
Kadınların ve engelli bireylerin yaşadıkları sorunları, engelli kadınlar iki kat fazla yaşamakta, kendilerine yönelik ön yargılar ve engellerin yanı sıra kadın olmanın ve kadınlara bakışın getirdiği olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Bu çalışmanın amacı, genelde engellilerin özelde ise engelli kadınların dışlanma, ayırımcılık, temel ihtiyaçların karşılanması, yoksulluk, kendi gereksinimlerini ifade etme, ekonomik bağımsızlık, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılmaları gibi konularda yaşadıkları sorunları insan hakları bakımından ele alarak, engelli kadının insan hakları için gerekli sosyal politika ve düzenlemeler geliştirilmesine bir başlangıç yapmak ve kadın hareketlerinin dikkatlerini, engelli kadınlara çevirmesini sağlamak. Şüphe yoktur ki bu düzenlemelerin, engelli kadının tüm beklentilerini kapsayabilmesi ve fırsat eşitliği sağlayabilmesi için, içinde yaşanılan şartların doğru analiz edilmesi ve sorunlarının tüm yönleri ile ele alınması gerekmektedir. Üretilen politika ve düzenlemeler uygulanabilir, kabul edilebilir bir süreçte gerçekleştirilebilir, engelli kadını her alanda güçlendiren, destekleyen ve engelli kadının insan haklarının tam olarak korunmasını sağlayacak kapsamda olmalıdır.
2. Temel Yaklaşımlar;
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, genel olarak her hangi bir toplumun nüfusunun yaklaşık % 10’unu ve Dünya Bankası (WB) verilerine göre ise, dünyanın en yoksul toplumlarının nüfusunun % 20’sini engelli kişiler oluşturmaktadır. Engellilik, yoksulluğun hem nedeni hem de sonucu olarak değerlendirilmektedir. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre, engelli kişilerin % 82’si gelişmekte olan ülkelerde ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu rakam, iç savaş veya doğal afetler sonucu harap olmuş ülkelerde daha yüksek seviyelerdedir. Dünyanın her yerinde engelli kişiler ayırımcılıkla karşılaşmakta ve yaşadıkları toplumların ekonomik, sosyal ve politik alanlarından genellikle dışlanmaktadırlar. Az gelişmiş ülkelerde engelli kişiler arasında yoksulluğun daha yüksek olmasının temel nedeni söz konusu dışlayıcı tutumdur. Gelişmekte olan ülkelerde toplumdan en fazla dışlanan grupların içinde yer alan engelliler, bu nedenle hayatlarını tehdit eden sorunlarla tek başlarına mücadele etmek zorunda kalmaktadır.
Ülkemizde engelli olan nüfusun, toplam nüfus içindeki oranı % 12.29’dur. Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerin oranı % 2.58 iken (yaklaşık 1.8 milyon) süreğen hastalığı olanların oranı ise % 9.70’dir (yaklaşık 6.6 milyon) (Tablo 1)
Tablo 1. Ülkemizde Engelli Bireylerin Oranları (DİE ve ÖZİ, 2004)
Toplam engelli nüfus;
Ortopedik, görme ,işitme, dil ve konuşma ve zihinsel özürlü nüfus,
Süreğen hastalığa sahip olan nüfus,
Toplam,
Erkek
Kadın
Toplam;
Erkek
Kadın
Toplam;
Erkek
Kadın
12.29
11.10
13.45
2.58
3.05
2.12
9.70
8.50
11.33
Engelli olma oranları yaş grubu bazında incelendiğinde her iki grupta da ileri yaşlarda artmaktadır. Ancak bu artış süreğen hastalığı olanlarda diğer özür grubundakilere göre daha fazladır. 0-9 yaş grubunda ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanların oranı % 1.54 iken, 0-9 yaş grubunda süreğen hastalığa sahip olanların oranı % 2.60’tır. Bu oran, ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanlarda 50-59 yaş grubu, süreğen hastalığı olanlarda ise 20-29 yaş grubunda yaklaşık iki katına çıkmaktadır.
Cinsiyete göre engel türlerine bakıldığında tüm engel türlerinde erkeklerin sayısının kadınlardan daha fazla olduğu görülmektedir. Erkeklerin bu sayısal üstünlüğünü açıklayacak veriler ne yazık ki 2002 Özürlüler Araştırmasında yer almamaktadır. Bu nedenle erkekler lehine olan bu sayısal fazlalığı açıklamak üzere araştırmalar yapılmalıdır (Türkiye Özürlüler Araştırması 2002 İleri Analiz Raporu) (Tablo 2)
Tablo 2. Engellilerin Cinsiyete Göre Oransal ve Sayısal Dağılımı;
(DİE & ÖZİ, 2004)
Engellilik Türü;
Erkek
Kadın
%
Sayı
%
Sayı
Bedensel;
58,7
503553
41,3
354079
Görme;
57,8
238304
42,2
174008
İşitme;
54,6
138534
45,4
114275
Konuşma;
62,7
164939
37,3
98068
Zihinsel;
60,1
199027
39,9
132
Tüm dünyada özürlülerin insan hakları konusundaki çalışmalar son 20 yılda ivme kazanmıştır. Ancak cinsiyetin, özürlü kadınları, özürlü erkekleri ve onların insan haklarını nasıl etkilediği konusundaki çalışmalar çok yavaş bir gelişme göstermiştir. Feminist hareketin de özürlü kadınların da dahil olduğu belirli grupların ele alınması konusunda yavaş ilerlemiştir (Abu Habib, 1995: 377- 503)
Kadın hareketi ile özürlü hareketinin birbirini oldukça geç ve yavaş tanıması, bu iki grubun birbirinin müttefiki olduğunu geç fark etmesine neden olmuştur. Feminist hareket, kadın olarak gördüğü gruba özürlü kadınları dâhil etmemiş ve özürlülük konusu da en başından itibaren erkek egemen bir yapı içinde oluştuğu için onlar da feminist hareketi özürlü kadınların dışında kabul etmişlerdir. Aslında biraz daha ileri gidilirse, özürlülük konusundaki bu erkek bakış açısı özürlü kadının varlığını yeterince fark etmemiş ve bu konuda tamamen bir erkek yaklaşımı geliştirilmiştir denilebilir ( Küçükkaraca; 2005: 49-51)
Ülkemiz açısından bakıldığında özellikle kadın nüfus grubunun sosyal sorunlardan daha yoğun ve derin etkilendiği bilinen bir gerçektir. Çünkü kadın, eğitimden, iş ve mesleki olanaklardan yoksun, sosyal güvencesi olmaksızın marjinal işlerde çalışmakta (temizlikçi, çocuk bakıcısı gibi) ve erken yaşlarda gerçekleştirilen evliliklere maruz kalmaktadır. “Kadın, geleneksel düşünce nedeni ile kamusal yaşama en az düzeyde dahi katılamamakta ve toplumsal etkililikleri oldukça düşük düzeyde kalmaktadır. Bu durum, kadının toplumsal yaşamda ikincil konumunu pekiştiren bir süreç olmaktadır” (Küçükkaraca, 2005: 49-51; Karataş, Duyan, 2005:56-62) Engelli kadınlar hem kadın olmak hem de engelli olmak bakımından daha dezavantajlıdırlar ve bu nedenle yaşadıkları sorunları diğer gruplarla karşılaştırdığımızda iki kat daha fazladır.
3. Engelli, Sakat, Özürlü Kavramları;
Türk Dil Kurumu’nun Sözlüğü’nde (2008) “engelli; vücudunda eksik veya kusuru olan bireydir, sakat; vücudunda hasta veya eksik bir yanı olan, engelli, özürlü bireydir, özürlü; kusuru olan, defolu” olarak tarif edilmiştir.
“Türkiye’de üzerinde anlaşılmış bir genel tanım ya da içerik çalışması bulunmamaktadır. Aynı zamanda engelli ve engelliliğe ilişkin birden fazla da kavram kullanılmaktadır.” (Küçükkaraca, 2005: 49-51)
2004 yılında çıkarılan Özürlüler Kanununda, engelliler, “doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yetilerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, normal yaşamın gereklerine uyamayan kişilerdir” (DİE ve ÖZİ, 2004) şeklinde tanımlanmaktadır. Yukarıdaki cümlede de görüldüğü gibi kanun koyucu dahi “günlük yaşam” demek yerine “normal yaşam” tanımlamasını kullanarak engelli insanları dışlamakta, “anormal” olarak kategorize etmektedir. Normal yaşam, insanların tümüne ait, ortak paylaşılan bir sürecin adıdır. Engelli/ sağlıklı- engelli/normal insan ayrımı, farkında olmadan ayrımcı ve dışlayıcı bir anlayışı yansıtmaktadır. Engelli sorununa, bireyci-tıbbi model temelli yaklaşım, engellinin insan hakları için politika oluşturulması açısından yetersiz kalmaktadır.
Engellilik ile ilgili teorik yaklaşımlardan kaynaklanan ya da bu yaklaşımlara yol açan bazı engellilik tanımları ise şöyledir;
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) engelliliği üç ayrı kategoride ele almaktadır.
Yetersizlik (Impairment) sağlık bakımından psikolojik, fizyolojik ve anatomi (fiziksel) yapı veya fonksiyonlardaki eksikliği ve anormalliği ifade eder.
Özürlülük (Disability) bir aktiviteyi normal tarzda veya normal kabul edilen sınırlar içinde gerçekleştirmekteki kısıtlılık veya yetersizliktir.
Engellilik (Handicap) bir yetersizlik veya özür nedeni ile yaşa, cinsiyete, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak kişiden beklenen rollerin kısıtlanması veya yerine getirilememesidir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun İnsan Hakları Bildirgesi’ne ek 3447 Sayılı Sakat Kişilerin Hakları Bildirisinin 1. Maddesine göre özürlü “normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar sakattır” şeklinde tanımlanmaktadır. Uluslararası düzeyde kullanılan bu iki tanıma bakıldığında “normal” ve “kısıtlanma” konusunun ön plana çıkarılarak, kişisel yetersizliğe vurgu yapılmaktadır.
Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesine göre (2007) Özürlü kişiler, çeşitli engellerle karşılaşmaları halinde, diğerleriyle eşit şartlarda topluma tam ve etkili şekilde katılmalarını engelleyen, uzun süreli fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetersizliği olan kişilerdir. Engellilerin karşılaştıkları olumsuzlukların kendi kişisel durumlarından değil, kendi dışındaki faktörlere de vurgu yapmaktadır. Bu sözleşme aynı zamanda engellinin insan haklarının tanınması, korunması ve genişletilmesine iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Yukarıda vurgu yapılan diğer tanımlarda göz önüne alındığında. İnsan hakları dilinin, insan hakları mücadelesinin gelişimine paralel olarak geliştiğini de söyleyebiliriz.
Engellinin kim, engelliliğin de ne olduğu açık bir biçimde ortaya konmayınca, engellilere yönelik geliştirilecek politikaların, yasaların ve hizmetlerin kapsamı da belirsizleşmektedir. Engelliliğin, her insanın yaşam sürecinde geçici veya sürekli olarak mutlaka yaşadığı, doğum veya ölüm kadar doğal bir olay olduğu bilincinin, toplumun tüm kesimlerince benimsenmesi gerekmektedir.
Hasan Kaya
Son düzenleme: