- Katılım
- Nis 23, 2012
- Mesajlar
- 9,302
- Tepkime Puanı
- 64
- Puanları
- 48
- Yaş
- 54
Bir insanın eşini kaybetmesi gerçekten çok ağır fakat önüne geçilemeyecek bir durumdur. Mutlu bir evliliğin sona ermesi ve eski günlerin bir daha yaşanamayacak olduğunu bilmek insanın yaşayacağı en büyük travmalardan birisidir. Eşini kaybeden bir insan bir taraftan yarım kalmış işlerle, planlarla karşı karşıya kalırken diğer yandan da yaşadığı olaydan kaynaklanan üzüntüler, korkular ve heyecanlarla yüzleşmek durumundadır.
Kadın erkek herkes için katlanılması güç olan bu durum, kadınlara yüklenen toplumsal rolün etkisiyle daha da zorlu bir hale bürünüyor. Böyle bir olaydan sonra kadınların en çok hissettikleri duygulardan biri suçluluk duygusudur. Eşi vefat eden bir kadına gülmek bile suç gibi gelir. Etrafındaki insanların kendisinden -televizyon seyretmemek, eğlenmemek, nikah yüzüğünü takmaya devam etmek gibi- birtakım beklentilerinin olduğunu ve çevresindekiler tarafından her hareketinin izlendiğini düşünür. Gerçekten de toplumda böyle bir eğilim vardır. Çevrenin geride kalan eşi sahiplenmesi aslında kendiliğinden kötü bir şey değildir. Ancak bu sahiplenme baskı ve kontrol biçimde gelişiyor ya da o şekilde algılanıyorsa sorunu büyütmekten başka bir şey yapmaz.
Vefatın ardından geride kalan kişinin yaşamı bu olayı kabullense farklı, kabullenmese farklı şekilde seyreder. Eşleri vefat eden hanımlarda depresyona çok sık rastlıyoruz. Depresyonu muhakkak terapitik bir yaklaşımla aşmak gerekir. Sadece ilaç gerekecek derinlikte bir depresyon da yaşanabilir ama yardım almak çok önem taşır. Çünkü eşini kaybetmesi insanın hayatını derinden etkileyen ve kendisine yeniden bir yol çizmesini gerektiren bir durumdur.
Matem Dönemi
Ölüm gibi travmalara yol açacak olaylarla baş etmede insanın daha önceki kişilik birikimleri ön plana çıkar. Böyle bir durumda matem doğal bir tepkidir. Bir insan sevdiğini kaybettiği için travma geçirecek, ona karşı yoğun bir özlem duyacak, onunla ilgili bir örselenme yaşayacaktır.
Matemi yaşamak, cenazeye katılmak, kabristana gitmek, matem elbiseleri giymek, ağıtlar yakmak vs. aslında ruh sağlığı açısından faydalı şeylerdir. Çünkü acıdan kaçmamak, acıyı zamanında yaşamak gerekir. Acı zamanında yaşanmadıysa duyguları bastırmanın sonucu olarak başka ruhsal sorunlar ortaya çıkabilir. Matemi vaktinde yaşayıp acıyı tüketmek daha iyidir. Acıyla yüzleşen insan zamanla bunu gerçekçi bir şekilde göğüsleyip aşabilecektir.
Bu dönemde sık sık eşini, onun ölümünü rüyasında görenler, iştah kaybı, kilo kaybı, uyku düzeninde bozulmalar yaşayan kişiler olur. Bunların dışında sürekli o konuyu düşünme, korkularda artış (yere bir şey düşse hemen irkilme, sıçrama) gibi stres bozuklukları yaşanabilir.
Eşi vefat etmiş kadınların hissettiği duygulardan bir tanesi de yalnızlık duygusudur. İnsan ölümden çok ayrılık nedeniyle acı çeker. Sevdiğine ulaşamamanın verdiği ayrılık duygusunu doğru yönetmek gerekir. İnsanın ileride eşine kavuşacağına ilişkin sağlam bir inancı olan varsa rahatlaması çok daha kolay olacaktır.
Bu türden olaylarda kişinin ruhsal olgunluğa erişmiş bir insan olması önem taşır. Kişinin ruhsal olgunluğuna göre verdiği tepkiler değişir. Bütün sorun, yaşam felsefesini hayatın yeni akışına uygun olarak değiştirmek, yani kendine uygun yeni stratejiler geliştirebilmektir. Bu acıyı yaşayanlar ölümü hayatın kaçınılmaz bir gerçeği olarak kabul etmeli ama bunu bir yok oluş şeklinde algılamamayı başarabilmeliler.
Eşlerini kaybeden kadınların hayatlarına devam etmeleri halinde suçluluk duygusuna kapıldıklarını ifade etmiştik. Dışarı çıkmak, kuaföre gitmek bile kişinin büyük bir suçluluk duygusu hissetmesine yol açar. Gitmek istemez, gitse de insanların kendisini yargılayacaklarını düşünür. Eşinin sevdiği yemeği yerken bile kendisini suçlu hisseden insanlar dahi vardır. Bütün bunlar insanın eşine duyduğu sevginin derinliğini gösteren şeylerdir ama bir taraftan da hayatın devam etmekte olduğu, varsa insanın çocuklarına karşı sorumlulukları olduğu da unutulmamalıdır.
Eşi vefat etmiş ya da eşinden boşanmış kadınların sıkıntıları neler?
Eşi vefat etmiş...
Eşinden ayrılmış...
Veya terk edilmiş yani 'erkeksiz kadınlar', Türkiye'de nasıl yaşar?
Şöyle:
Herkesten önce ana babanıza, ağabeyinize hesap verirsiniz...ya da oğlunuza...
Belirli bir saatten sonra dışarı çıkamazsınız...
Makyaj yapamazsınız...
Bakkal dükkanındaki bisküviden, manav ise armuttan fazla ilgilenir sizinle, onların göz hapsine girersiniz...
İş yerinde başarılı iseniz, bu başarı bekâr patronunuza bağlanır...
Evli arkadaşlarınız sizi kocalarından saklar...
Erkek akrabanızı evinizde ağırlayamazsınız...
Namus timsali ilan edilirsiniz...
Evlenmek istersiniz belki... İkinci evliliği yaptığınızda da bitirmekten korkarsınız; çünkü insanların kusurun sizde olduğunu düşünmesinden çekinirsiniz...
Bir de çocuğunuz varsa, 'Kim ne der?' deyip özgür büyütemezsiniz...
Zaten 'çocuk yetiştirebilmek' bu işin başı değil mi?
Düşünün, belirli bir yaştan itibaren size kurulan gelecek planları daima bir 'koca' üzerinden yapıldı, 'baba himayesi'nden belki de 'koca himayesi'ne geçti...
Yoruldunuz, sevdiniz, emek verdiniz; annesi gibi şevkat gösterdiğinizde sıkıldı, göstermeyince 'eksik' dedi.
Uğraştınız, paylaştınız, el ele tutuştunuz, sarıldınız. Belki de çocuğunuz var.
Mutlu ettiniz ya da edemediniz. Mutlu oldunuz ya da olamadınız.
İşte tam da bu adamlar birdenbire ortadan kaybolunca neler yaşanıyor?
Yaptığınız her şey belki de en başta en yakınlarınız için 'el oğluna' hayır sayıldı!
Haklarınız hiçe sayıldı, kısıtlanmaya başladınız.
Duygunuz kimsenin umrunda değildi. İrdelenmedi, geçiştirildi.
Kimi uydu bu kısıtlamaya kimi umursamadı. Ancak mesleğine, yaşına bakmadan çok fazla kadın toplumsal baskıya karşı koyamadı.
EKONOMİK YAŞAM ŞARTLARI DÜŞÜYOR
"Boşanmışlar, dullar, kocasını terk etmişler/kocası tarafından terk edilmişler, kocası cezaevinde olanlar Türkiye'de nasıl yaşar?" konulu toplantıda sunulan verilere göre, Türkiye'de eşi vefat etmiş kadınların yüzde 52,2'sinin, boşanmış kadınların yüzde 51,6'sının ve evli kadınların yüzde 73,4'ünün sosyal güvencesi bulunmuyor.
Sosyal güvencesiz olan eşi vefat etmiş kadınların yüzde 66,6'sı, boşanmış kadınların ise yüzde 39,8'i kişi başı 100 TL'nin altında gelir düzeyi olan evlerde yaşıyor.
Kimi kadınlar çalışmayı kimi ev hanımlığını tercih ediyor.
Ev hanımı kadınlar gerek sigorta maaşı, nafaka ve vefat eden eşlerinin aylıkları gerekse çocuklarının katkılarıyla hayatını devam ettirirken, kendilerini evleine ve çocuklarına adıyor!
Çalışan kadınlar ise ev hanımlığı konusunda ister istemez eksik kalsa da geçimini kendi sağlayarak ayakları üzerinde durmaya çalışıyor.
Ev işleri, çocuk bakım hizmetlerini karşılayacak kamusal düzenlemelerin yokluğu, cinsiyet temelli iş bölümünün katılığı kadınların ev dışında gelir getirici işlerde çalışmasını neredeyse imkansız kılıyor.
EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ YİNE KADINLAR YAPIYOR
Birçok kadın devletten ve ailesinden ihtiyaç duydukları desteği alamadığı gibi toplumsal yargılarla da baş etmek durumunda kalıyor.
Dul kalan bir kadına bekâr birisiyle evlenme imkanı verilmiyor. Sebep; kadının başkasıyla evlenmiş olması...
Bu durumun nedeni belki de kendisi bir kadın olmasına rağmen annelerin erkek çocuklarının sevdiği boşanmış ya da eşi vefat etmiş biri ile evlenmelerine razı olmaması. Kadınlara bu anlamda en büyük haksızlığı yine kadınlar yapıyor.
Bir erkek boşandıktan veya eşi öldükten sonra nasıl ki insanlığından bir değer kaybetmiyorsa kadın da insanlığından hiçbir şey kaybetmiyor!
Erkeksiz kadın güçsüz veya savunmasız olmuyor!
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Müdürlüğü'nce hazırlanan bir araştırmanın sonucuna göre, kadınların kendi tercihleri doğrultusunda ve erkeklerle eşit bireyler olarak, daha iyi bir yaşam sürdürebilmelerine olanak tanıyacak politikalar oluşturulmalı.
Gelir bölüşümündeki adaletsizlik ve toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikleri dönüştürmeye yönelik politikalar olmalı.
Kadınların kendi başlarına birey olarak yaşamlarını sürdürebilmelerini sağlamaya yönelik hizmetlerin devreye girmesi gerekiyor.
Çocukların bakım ve eğitim hizmetlerine destek, barınma ve hukuki destek gibi kadınların hayatlarını kolaylaştırmaya yönelik birbirini tamamlayıcı uygulamalar hayata geçirilmeli.
Mevcut meslek edindirme kurslarının kadınlara duyurulması, çocuklu kadınların katılabileceği koşulların (Örneğin kurs süresince çocuk bakım hizmetinin sunulması yoluyla) sağlanması bu nedenle de kurslara ulaşım sorununu çözmeye yönelik önlemler alınmalı.
Kadının okuması ve ekonomik özgürlüğünü kazanarak kendi ayakları üzerinde durma cesaretini göstermeli.
"ERKEK DUL İKEN HERHANGİ BİR SORUN YAŞAMIYORSA KADIN DA YAŞAMAMALIDIR"
"Dul kadın olarak yaşamak çok zor. İlerleyeceğimizi düşünürken gittikçe daha fazla katılaşan değerlerimiz var gibi geliyor. Namus anlayışı bir tuhaf. Her türlü ahlaksızlığın kol gezdiği bir ortamda namus kadının namusuyla sınırlandırılmış bir durumda. Herkes el birliğiyle kadının namusunu korumaya kalkıyor. Böylece kadınlar boğulma durumuna geliyorlar. Herkes hak sahibi olduğunu düşünüyor.
Başta anne-baba olmak üzere yaşamı daraltma en yakınlarından geliyor. Kadının evden çıktığı eve geldiği saat, makyajdan başlayan kısıtlamalar var. Kadın evliyken herhangi bir şekilde teklif edilemeyecek şeyler rahatlıkla teklif edilebilir hale geliyor. Özellikle boşanarak ayrılan kadınlar bu durumu daha fazla yaşıyor. Kadın tekliflere açık ve hazır hale geliyor bu da rahatsızlık edici bir durum oluyor.
Kadınlarda kaygı ve gerilim meydana gelmeye başlıyor. Evliyken ki bakışlar ve boşanmanın ardından bakışlarda farklılık oluyor. Bu sonunda depresyona sürüklüyor. Hatta bazıları boşandıklarını gizliyorlar. Eğitim düzeyi düşük ya da sosyal ekonomik açıdan düşük değil tüm kadınlar bu sıkıntıyı yaşıyorlar. Toplumun evliyken kadına nasıl davranıyorsa boşandıktan sonra da öyle davranması gerekir. Erkek dul iken herhangi bir sorun yaşamıyorsa kadın da yaşamamalıdır"
Örnekler ;
"DARBE EN YAKINLARINIZDAN GELİYOR"
Ayşe Hanım: "Türkiye'de dul olmak çok zor. Öncelikle maddi anlamda tüm yük üzerinizde oluyor. Bunun yanı sıra ülkemizde dul kadının namusu yoktur anlayışı hakim. Benim eşim vefat etti, kendi ailemle yaşarken makyaj yapma, hareketlerine dikkat et sözlerini duymaktan bunaldım ve kendime yeni bir hayat kurmaya çalıştım. Maddi açıdan gelirim beni idare ediyor ancak bakış açısı sizi çok yıpratıyor. Belki de en kötüsü topluma gelene kadar darbenin en yakınlarınızdan gelmesi"
"ÖNEMLİ OLAN İNSANLIK"
Fatma Hanım: "Eşimden boşanalı 3 sene oldu. Ayrıldığımızda işsizdim, nafaka alıyordum ve geçimimi sağlamış oluyordum. Boşanmanın neden olduğu duygusal çöküntüyü atlatmayı başardıktan sonra kendi ayaklarım üzerinde durma kararı aldım. Bir işe girdim, ailemin yanında ayrıldım tek başıma eve çıktım. Toplumsal baskılara ben de maruz kaldım ancak bir kadının 'dul' olmasında önce 'insan' olduğunu onlara yaptığım iyiliklerle, dostluklarla anlattım. Beni anlamalarını güçlü durarak tıpkı bir kadına yakışır biçimde zorunlu kıldım. Mahallemde dedikodu duymuyorum, hatta tek başıma ayakta durabildiğim için benimle gurur duyduklarını da biliyorum. Herkes beni gibi yaşamıyordur boşandıktan sonra hayatı toplumsal baskı eskisinden de kötü bir şekilde artarak devam ettiğinin farkındayım"
Kadın erkek herkes için katlanılması güç olan bu durum, kadınlara yüklenen toplumsal rolün etkisiyle daha da zorlu bir hale bürünüyor. Böyle bir olaydan sonra kadınların en çok hissettikleri duygulardan biri suçluluk duygusudur. Eşi vefat eden bir kadına gülmek bile suç gibi gelir. Etrafındaki insanların kendisinden -televizyon seyretmemek, eğlenmemek, nikah yüzüğünü takmaya devam etmek gibi- birtakım beklentilerinin olduğunu ve çevresindekiler tarafından her hareketinin izlendiğini düşünür. Gerçekten de toplumda böyle bir eğilim vardır. Çevrenin geride kalan eşi sahiplenmesi aslında kendiliğinden kötü bir şey değildir. Ancak bu sahiplenme baskı ve kontrol biçimde gelişiyor ya da o şekilde algılanıyorsa sorunu büyütmekten başka bir şey yapmaz.
Vefatın ardından geride kalan kişinin yaşamı bu olayı kabullense farklı, kabullenmese farklı şekilde seyreder. Eşleri vefat eden hanımlarda depresyona çok sık rastlıyoruz. Depresyonu muhakkak terapitik bir yaklaşımla aşmak gerekir. Sadece ilaç gerekecek derinlikte bir depresyon da yaşanabilir ama yardım almak çok önem taşır. Çünkü eşini kaybetmesi insanın hayatını derinden etkileyen ve kendisine yeniden bir yol çizmesini gerektiren bir durumdur.
Matem Dönemi
Ölüm gibi travmalara yol açacak olaylarla baş etmede insanın daha önceki kişilik birikimleri ön plana çıkar. Böyle bir durumda matem doğal bir tepkidir. Bir insan sevdiğini kaybettiği için travma geçirecek, ona karşı yoğun bir özlem duyacak, onunla ilgili bir örselenme yaşayacaktır.
Matemi yaşamak, cenazeye katılmak, kabristana gitmek, matem elbiseleri giymek, ağıtlar yakmak vs. aslında ruh sağlığı açısından faydalı şeylerdir. Çünkü acıdan kaçmamak, acıyı zamanında yaşamak gerekir. Acı zamanında yaşanmadıysa duyguları bastırmanın sonucu olarak başka ruhsal sorunlar ortaya çıkabilir. Matemi vaktinde yaşayıp acıyı tüketmek daha iyidir. Acıyla yüzleşen insan zamanla bunu gerçekçi bir şekilde göğüsleyip aşabilecektir.
Bu dönemde sık sık eşini, onun ölümünü rüyasında görenler, iştah kaybı, kilo kaybı, uyku düzeninde bozulmalar yaşayan kişiler olur. Bunların dışında sürekli o konuyu düşünme, korkularda artış (yere bir şey düşse hemen irkilme, sıçrama) gibi stres bozuklukları yaşanabilir.
Eşi vefat etmiş kadınların hissettiği duygulardan bir tanesi de yalnızlık duygusudur. İnsan ölümden çok ayrılık nedeniyle acı çeker. Sevdiğine ulaşamamanın verdiği ayrılık duygusunu doğru yönetmek gerekir. İnsanın ileride eşine kavuşacağına ilişkin sağlam bir inancı olan varsa rahatlaması çok daha kolay olacaktır.
Bu türden olaylarda kişinin ruhsal olgunluğa erişmiş bir insan olması önem taşır. Kişinin ruhsal olgunluğuna göre verdiği tepkiler değişir. Bütün sorun, yaşam felsefesini hayatın yeni akışına uygun olarak değiştirmek, yani kendine uygun yeni stratejiler geliştirebilmektir. Bu acıyı yaşayanlar ölümü hayatın kaçınılmaz bir gerçeği olarak kabul etmeli ama bunu bir yok oluş şeklinde algılamamayı başarabilmeliler.
Eşlerini kaybeden kadınların hayatlarına devam etmeleri halinde suçluluk duygusuna kapıldıklarını ifade etmiştik. Dışarı çıkmak, kuaföre gitmek bile kişinin büyük bir suçluluk duygusu hissetmesine yol açar. Gitmek istemez, gitse de insanların kendisini yargılayacaklarını düşünür. Eşinin sevdiği yemeği yerken bile kendisini suçlu hisseden insanlar dahi vardır. Bütün bunlar insanın eşine duyduğu sevginin derinliğini gösteren şeylerdir ama bir taraftan da hayatın devam etmekte olduğu, varsa insanın çocuklarına karşı sorumlulukları olduğu da unutulmamalıdır.
Eşi vefat etmiş ya da eşinden boşanmış kadınların sıkıntıları neler?
Eşi vefat etmiş...
Eşinden ayrılmış...
Veya terk edilmiş yani 'erkeksiz kadınlar', Türkiye'de nasıl yaşar?
Şöyle:
Herkesten önce ana babanıza, ağabeyinize hesap verirsiniz...ya da oğlunuza...
Belirli bir saatten sonra dışarı çıkamazsınız...
Makyaj yapamazsınız...
Bakkal dükkanındaki bisküviden, manav ise armuttan fazla ilgilenir sizinle, onların göz hapsine girersiniz...
İş yerinde başarılı iseniz, bu başarı bekâr patronunuza bağlanır...
Evli arkadaşlarınız sizi kocalarından saklar...
Erkek akrabanızı evinizde ağırlayamazsınız...
Namus timsali ilan edilirsiniz...
Evlenmek istersiniz belki... İkinci evliliği yaptığınızda da bitirmekten korkarsınız; çünkü insanların kusurun sizde olduğunu düşünmesinden çekinirsiniz...
Bir de çocuğunuz varsa, 'Kim ne der?' deyip özgür büyütemezsiniz...
Zaten 'çocuk yetiştirebilmek' bu işin başı değil mi?
Düşünün, belirli bir yaştan itibaren size kurulan gelecek planları daima bir 'koca' üzerinden yapıldı, 'baba himayesi'nden belki de 'koca himayesi'ne geçti...
Yoruldunuz, sevdiniz, emek verdiniz; annesi gibi şevkat gösterdiğinizde sıkıldı, göstermeyince 'eksik' dedi.
Uğraştınız, paylaştınız, el ele tutuştunuz, sarıldınız. Belki de çocuğunuz var.
Mutlu ettiniz ya da edemediniz. Mutlu oldunuz ya da olamadınız.
İşte tam da bu adamlar birdenbire ortadan kaybolunca neler yaşanıyor?
Yaptığınız her şey belki de en başta en yakınlarınız için 'el oğluna' hayır sayıldı!
Haklarınız hiçe sayıldı, kısıtlanmaya başladınız.
Duygunuz kimsenin umrunda değildi. İrdelenmedi, geçiştirildi.
Kimi uydu bu kısıtlamaya kimi umursamadı. Ancak mesleğine, yaşına bakmadan çok fazla kadın toplumsal baskıya karşı koyamadı.
EKONOMİK YAŞAM ŞARTLARI DÜŞÜYOR
"Boşanmışlar, dullar, kocasını terk etmişler/kocası tarafından terk edilmişler, kocası cezaevinde olanlar Türkiye'de nasıl yaşar?" konulu toplantıda sunulan verilere göre, Türkiye'de eşi vefat etmiş kadınların yüzde 52,2'sinin, boşanmış kadınların yüzde 51,6'sının ve evli kadınların yüzde 73,4'ünün sosyal güvencesi bulunmuyor.
Sosyal güvencesiz olan eşi vefat etmiş kadınların yüzde 66,6'sı, boşanmış kadınların ise yüzde 39,8'i kişi başı 100 TL'nin altında gelir düzeyi olan evlerde yaşıyor.
Kimi kadınlar çalışmayı kimi ev hanımlığını tercih ediyor.
Ev hanımı kadınlar gerek sigorta maaşı, nafaka ve vefat eden eşlerinin aylıkları gerekse çocuklarının katkılarıyla hayatını devam ettirirken, kendilerini evleine ve çocuklarına adıyor!
Çalışan kadınlar ise ev hanımlığı konusunda ister istemez eksik kalsa da geçimini kendi sağlayarak ayakları üzerinde durmaya çalışıyor.
Ev işleri, çocuk bakım hizmetlerini karşılayacak kamusal düzenlemelerin yokluğu, cinsiyet temelli iş bölümünün katılığı kadınların ev dışında gelir getirici işlerde çalışmasını neredeyse imkansız kılıyor.
EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ YİNE KADINLAR YAPIYOR
Birçok kadın devletten ve ailesinden ihtiyaç duydukları desteği alamadığı gibi toplumsal yargılarla da baş etmek durumunda kalıyor.
Dul kalan bir kadına bekâr birisiyle evlenme imkanı verilmiyor. Sebep; kadının başkasıyla evlenmiş olması...
Bu durumun nedeni belki de kendisi bir kadın olmasına rağmen annelerin erkek çocuklarının sevdiği boşanmış ya da eşi vefat etmiş biri ile evlenmelerine razı olmaması. Kadınlara bu anlamda en büyük haksızlığı yine kadınlar yapıyor.
Bir erkek boşandıktan veya eşi öldükten sonra nasıl ki insanlığından bir değer kaybetmiyorsa kadın da insanlığından hiçbir şey kaybetmiyor!
Erkeksiz kadın güçsüz veya savunmasız olmuyor!
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Müdürlüğü'nce hazırlanan bir araştırmanın sonucuna göre, kadınların kendi tercihleri doğrultusunda ve erkeklerle eşit bireyler olarak, daha iyi bir yaşam sürdürebilmelerine olanak tanıyacak politikalar oluşturulmalı.
Gelir bölüşümündeki adaletsizlik ve toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikleri dönüştürmeye yönelik politikalar olmalı.
Kadınların kendi başlarına birey olarak yaşamlarını sürdürebilmelerini sağlamaya yönelik hizmetlerin devreye girmesi gerekiyor.
Çocukların bakım ve eğitim hizmetlerine destek, barınma ve hukuki destek gibi kadınların hayatlarını kolaylaştırmaya yönelik birbirini tamamlayıcı uygulamalar hayata geçirilmeli.
Mevcut meslek edindirme kurslarının kadınlara duyurulması, çocuklu kadınların katılabileceği koşulların (Örneğin kurs süresince çocuk bakım hizmetinin sunulması yoluyla) sağlanması bu nedenle de kurslara ulaşım sorununu çözmeye yönelik önlemler alınmalı.
Kadının okuması ve ekonomik özgürlüğünü kazanarak kendi ayakları üzerinde durma cesaretini göstermeli.
"ERKEK DUL İKEN HERHANGİ BİR SORUN YAŞAMIYORSA KADIN DA YAŞAMAMALIDIR"
"Dul kadın olarak yaşamak çok zor. İlerleyeceğimizi düşünürken gittikçe daha fazla katılaşan değerlerimiz var gibi geliyor. Namus anlayışı bir tuhaf. Her türlü ahlaksızlığın kol gezdiği bir ortamda namus kadının namusuyla sınırlandırılmış bir durumda. Herkes el birliğiyle kadının namusunu korumaya kalkıyor. Böylece kadınlar boğulma durumuna geliyorlar. Herkes hak sahibi olduğunu düşünüyor.
Başta anne-baba olmak üzere yaşamı daraltma en yakınlarından geliyor. Kadının evden çıktığı eve geldiği saat, makyajdan başlayan kısıtlamalar var. Kadın evliyken herhangi bir şekilde teklif edilemeyecek şeyler rahatlıkla teklif edilebilir hale geliyor. Özellikle boşanarak ayrılan kadınlar bu durumu daha fazla yaşıyor. Kadın tekliflere açık ve hazır hale geliyor bu da rahatsızlık edici bir durum oluyor.
Kadınlarda kaygı ve gerilim meydana gelmeye başlıyor. Evliyken ki bakışlar ve boşanmanın ardından bakışlarda farklılık oluyor. Bu sonunda depresyona sürüklüyor. Hatta bazıları boşandıklarını gizliyorlar. Eğitim düzeyi düşük ya da sosyal ekonomik açıdan düşük değil tüm kadınlar bu sıkıntıyı yaşıyorlar. Toplumun evliyken kadına nasıl davranıyorsa boşandıktan sonra da öyle davranması gerekir. Erkek dul iken herhangi bir sorun yaşamıyorsa kadın da yaşamamalıdır"
Örnekler ;
"DARBE EN YAKINLARINIZDAN GELİYOR"
Ayşe Hanım: "Türkiye'de dul olmak çok zor. Öncelikle maddi anlamda tüm yük üzerinizde oluyor. Bunun yanı sıra ülkemizde dul kadının namusu yoktur anlayışı hakim. Benim eşim vefat etti, kendi ailemle yaşarken makyaj yapma, hareketlerine dikkat et sözlerini duymaktan bunaldım ve kendime yeni bir hayat kurmaya çalıştım. Maddi açıdan gelirim beni idare ediyor ancak bakış açısı sizi çok yıpratıyor. Belki de en kötüsü topluma gelene kadar darbenin en yakınlarınızdan gelmesi"
"ÖNEMLİ OLAN İNSANLIK"
Fatma Hanım: "Eşimden boşanalı 3 sene oldu. Ayrıldığımızda işsizdim, nafaka alıyordum ve geçimimi sağlamış oluyordum. Boşanmanın neden olduğu duygusal çöküntüyü atlatmayı başardıktan sonra kendi ayaklarım üzerinde durma kararı aldım. Bir işe girdim, ailemin yanında ayrıldım tek başıma eve çıktım. Toplumsal baskılara ben de maruz kaldım ancak bir kadının 'dul' olmasında önce 'insan' olduğunu onlara yaptığım iyiliklerle, dostluklarla anlattım. Beni anlamalarını güçlü durarak tıpkı bir kadına yakışır biçimde zorunlu kıldım. Mahallemde dedikodu duymuyorum, hatta tek başıma ayakta durabildiğim için benimle gurur duyduklarını da biliyorum. Herkes beni gibi yaşamıyordur boşandıktan sonra hayatı toplumsal baskı eskisinden de kötü bir şekilde artarak devam ettiğinin farkındayım"