İç Masalı

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,504
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Ilık ve lacivert bir yaz gecesinde, dizlerinin üzerinde tuttuğu bir tabak dolusu kirazla oturuyordu o çok sevdiği mor koltuğun üzerinde. Bir taraftan kirazları yerken, diğer taraftan da o kirazlardan küpeler yapıyordu kulaklarına. İlk defa o gece rastlamıştı çocukluğuna. Pencerenin pervazındaki menekşe saksısının yanı başında öylece durmuş gülümsüyordu. Örgülü saçları, dudaklarının kenarındaki çilekli dondurma izi, karpuz kollu beyaz elbisesi, dizinde yarası, ayaklarında üzerine fiyonk iliştirilmiş kırmızı ayakkabılarıyla oydu işte; çocukluğu.
Soğuk ve yağmurlu bir kış gecesinde, kaldırım taşlarının ıslaklığına aldırmaksızın öylece oturuyordu soğuk zemin üzerinde. Ve sevdiği adamın gidişini seyrediyordu sessizce. Ardında bir ceset bıraktığından bihaber, gidiyordu adam. Ve kadın, gözlerini unutuyordu adamın gidişinde. İlk defa o gece rastlamıştı kadınlığına. Dağılmış topuzu, yüzünü mesken tutmuş hüzün, pişmanlık, sitem, öfke izleri, kalbinde herkesten sakladığı yarası, yüksek ve sivri topuklu ayakkabılarıyla oydu işte; kadınlığı.
Çocukluğu ve kadınlığıyla rastlaştığı andan itibaren bir savaşın içinde bulmuştu kendini. Yaralayan da kendisiydi bu savaşta, yaralanan da; ve ölen de, öldüren de. Çocukluğuyla kadınlığı arasındaki çekişmede yorgun düşerken ruhu, yaşamak da gittikçe ağırlaşan bir yüke dönüşüyordu omuzlarında. Ve o yükü daha fazla taşıyamayacağını anladığında ölmeye karar verdi.
İki siyah kurdeleyle bağladı omuzlarını önce. Omuzlarındaki melekler şahit olsun istemiyordu az sonra yaşanacak sahneye. Çok sevdiği mor koltuğun üzerine oturdu yavaşça. Dizlerinin üzerinde bir tabak dolusu kiraz duruyordu. Bir taraftan kirazları yerken, diğer taraftan da son olacağını düşündüğü sözlerini döküyordu dünyaya yazdığı bir mektuba:
“Mavi kapılı evler düşlersin, cumbasında sardunya saksılarının fısıldaştığı. Yıldızların bol olduğu bir gökyüzü dilersin, güneş batarken pembeleşen bulutlara gülümsersin. Kömür sobasını özlersin bir de yeryüzüne küskün, artık yağmayan karı. Bir vapur güvertesindesindir. Denizle hasbihâl edersin. Çocukluğun tutar, bir tuhaf dilek dilersin. Keşke dersin, keşke bu kez de martılar güvertedeki yolculara simit atsa. Kimseler duymaz dileğini, içindeki çocukla içindeki kadından başka.
Hiçbir zaman çalamadığın mızıkayı artık çalmak istersin.
Mektuplara inanırsın ve güvercinlere. Hatta mektupları güvercinlerin getirdiğine... Bir gün bir güvercinin getireceğine inandığın mektubu bekler içindeki çocuk umutla. İçindeki kadın yarı kızgın, yarı şefkatle bakar hâlâ mektuplara ve güvercinlere inanan çocuğa. Bazen yarım kalırsın, yarım bir ömrü taşırsın omuzlarında. An’ ların vardır, anı olmaya yazgılı. Bu kadar basittir işte; bir yapım eki çeviriverir an’ larını anı’ lara. Bir harflik ömrü vardır an’ ların; öylesine kısa. Oysa bir hikâyen olsun istemişsindir sen, yağmurla başlayan, üzerine hep yağmur yağan. Yollara düşesin gelir bazen. İçinden ‘gitmek’ geçen bir şiire özne olmak istersin. Elinde rengârenk uçurtmayla bir mayın tarlasına düşer yolun mutlaka ‘aşk’ adı altında. DEVAMI İÇİN TIKLAYIN
 
Tekerlekli Sandalye
Üst