Fotoğraftaki cansız beden Türk edebiyatının öncü öykücüsü Ömer Seyfettin.
Fotoğrafın insanlığımızdan utandıran hikayesi ise şöyle...
Bilindiği gibi, Ömer Seyfettin 6 Mart 1920'de öldüğünde, Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde bulunuyordu.
Ömer Seyfettin Kadıköy yakasında kira evinde, yalnız yaşıyordu. Kaç zamandır yemek de yiyemiyordu. Son günlerinde ateşli hastalığı ilerlemiş, adeta kendini kaybetmişti. Onunla ilgilenebilen en yakın arkadaşı Ali Canip'ti. hemen her gün uğruyor, biraz yemesi için evinden yemek getiriyordu.
Kendini kaybetme derecesinde ağırlaşınca, onu bir faytonla Numune Hastanesi'ne götürmüştü.
Hastanede yattığı süre içinde gözlerini açmadı. Arada bir, "çocuk.. çocuk..." diye sayıklıyordu. Olası ki, uzun süredir yüzünü görmediği kızını anıyordu.
Ömer Seyfettin kalbinde yanan özlem ateşi içinde öldü!
Ünlü yazarı hastanede tanıyan kimse yoktu. Onun aziz bedenini sahipsiz bir ölü, bir kadavra olarak değerlendirmek istediler. Cesedinin çevresinde tıp fakültesi öğrencileri toplanmıştı ve hastane hademesi cesedi üzerine elini koymuş olarak önce fotoğraf çektirdiler. Sonra hademe bir testereyle kıtır kıtır başını kesti cesedin!
Fotoğraf gazetelerde yayımlanınca, onu tanıyanlar telaşla hastahaneye koşup, başsız cesedi kurtarmaya çalıştılar...
Böyle birşey ancak bizim memleket de olur.
Çünkü bu toplumun sanatla, bilimle, edebiyatla işi yok ki
İşi olsa tanır.
Zaten dün de aynıydı bugün de aynı aradan 100 yıl geçti fark var mı?