Kültür ve Aile Eğitimi

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Para mutluluk getirir mi?

Yapılan araştırmalarda, dünyanın en mutlu insanlarının Nijeryalılar olduğu ortaya çıkmış.

Bu cümle sanırım zihinlerimizde parayla saadet olur mu ya da para mutluluk getirir mi sorusunu çağrıştırdı. Çünkü Nijerya yoksul insanlarıyla tanıdığımız bir ülke ve burada yaşayan insanlar bunca yoksunluğa rağmen mutlu olabiliyorlar ... Oysa diğer taraftan, maddi olarak her türlü lüks ve konfora sahip batılı ülkelerde intiharlar, psikolojik rahatsızlıklar, anlam boşluğu, yalnızlık, mutsuzluk hat safhaya ulaşıyor ve uzmanlar konuyla ilgili çeşitli araştırmalar yapıyorlar. Bütün bunlar, mutluluğun kişinin algısıyla yakından ilgili olduğunu gösteriyor. Tamahkarlık mutluluk getirirken, doyumsuzluk, aç gözlülük mutsuzluğu ve umutsuzluğu tetikliyor... Batılı zihniyet, insanlarını, doyumsuzluğa ve rekabete odaklıyor. Bu kimseler maddi olarak her türlü imkanlara sahip olmalarına rağmen, sürekli ihtiyaç ortaya çıkarıyorlar ve bir iyisini, bir üst modelini, bir yükseğini derken ihtiyaçlar hiç bitmiyor, beklentiler hiç tükenmiyor. Ve sonu gelmeyen beklentiler bu insanları mutsuz kılıyor.

Bu konuyla ilgili ,Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şükrü Uğuz, beklentiler yükseldikçe mutsuz olasılığının arttığını ifade etmiş. Fakültenin Mesleki Gelişim Etkinleri kapsamında Hipokrat Konferans Salonu'nda düzenlenen Mutluluk konulu konferansta yaptığı konuşmasında mutluluğun ve mutsuzluğun nedenleri hakkında bilgi vermiş ve beklentilerin yükseldikçe insanların mutsuzluğunun da arttığını buna karşın, çevresiyle iyi ilişkiler kuran, kendine saygılı ve hayata olumlu bakan kimselerin mutlu olma olasılığının daha fazla olduğunu ifade etmiş. Günümüz insanı, tamahkarlığını, kanaatkarlığını, sabrını ve tevekkülünü yitirmiş ve hayata maddi beklentileriyle tutunmaya çalışıyor. Bu insanlar, ihtiyaçlarının ne olduğunu fark edemeden, sürekli yeni alışverişler yeni harcamalar peşinde koşuyorlar.

Beklentiler maddiyata olan eğilimi körüklüyor. Ve isteklere, taleplere, maddi beklentilere her gün bir yenisi ekleniyor. İnsanlar, daha iyi bir hayata ulaşabilmek için, evlerini, arabalarını, işlerini, yaşam tarzlarını değiştirmeye ve her dönem bir yenisini elde etmeye çalışıyorlar. Bütün bunlar insanları sonu gelmeyen hayallere ve bitmeyen ihtiraslara sürüklüyor. Doyumsuz insanın ne sorunları bitiyor ne de elde ettiği şeyler onu mutlu ediyor. Bu insanlarda şu sorunlar ortaya çıkıyor:

Beklentiler maddiyatla bağlantılı olduğundan, sonu gelmeyen bir yarış içinde oluyorlar.

İnsanlar, mutluluğu sahip oldukları şeylerle belirlediklerinden beklentilerin sonu gelmiyor ve onlara hiçbir şey mutluluk getirmiyor.

İnsanlar birbirleriyle ilişkilerini maddiyatla ölçtüklerinden, aralarında sevgi, saygı ve dayanışma ruhu kırılıyor ve yalnızlaşıyorlar.

İnsanlar, yaşamlarını lüks ve şaşalı bir hayat peşinde harcamaya adadıklarından, kendilerini gerçek huzura taşıyacak manevi değerlerden uzak yaşıyorlar.

- Bu kimselerin yaşadıkları toplumda, değerleri maddiyatla ölçüldüğünden sürekli kaybetme korkusuyla yaşıyorlar. Sahip oldukları şeyleri kaybettiklerinde insanların kendilerine değer vermeyeceğini düşündüklerinden endişeye kapılıyorlar.

- Bu kimseler, sabır, tahammül, iman, değer, paylaşım... gibi üstün değerlerden uzak bir hayat yaşadıklarından, manevi bir açlık çekiyorlar.

Oysa, kişi, nerede ve nasıl yaşarsa yaşasın, Yaratıcıya teslim olup, hedef ve beklentilerini Allah'ın rızasına uygun olarak belirlediğinde gerçek mutluluğa ulaşmaması için bir neden yok.

Aile içi eğitim

Gençlik geri gelir mi?

Gençlerle ilgili sorunlar, uzmanların ve ebeveynlerin gündeminden düşmüyor. Çocuklarının maneviyattan uzak kaldığını, arkadaş kurbanı olduğunu, bilinmeyen karanlıklarda kaybolduğunu, kendileriyle sürekli çatışma halinde olduğunu ifade eden ebeveynler, bu konuda yoğun bir belirsizlik yaşıyorlar. Televizyon, internet ve değişen dünya değerlerinin çocuklarını kendilerinden alıp götürdüğünü düşünüyorlar ve bu konuda nasıl bir yol takip etmeleri gerektiği konusunda çareler arıyorlar. Her fırsatta sorunlarını ifade eden ebeveynler, öncelikle gençle iyi ilişkiler kurmalı ve çatışmaya zemin hazırlayacak tutum ve davranışlardan uzak durmaladırlar. Ailelerimiz şunu unutmamalıdırlar ki, kendisini seven ve kendisine değer veren bir aileye sahip olduğunu düşünen genç için bu tür risklerden söz edilemez.

Gençlerin büyük bir boşluk içinde yaşadıklarını ve nerede ne yapacaklarını bilmeden boş boş gezdiklerini görüyoruz. Onlar, hayatlarının en dinamik ve en verimli çağını yaşıyorlar. Ancak bu yoğun enerjilerini ve bu zihinsel potansiyellerini boş şeyler peşinde tüketiliyorlar. Aileler, çocuklarını ilim öğrenmeye ya da faydalı işlerle meşgul olmaya teşvik edebilirler. Ancak burada okulda öğrenilen bilgilerden bahsetmiyoruz. Maneviyatla ilgili bilgilerden bahsediyoruz. Bunun için ebeveynlerimiz, çeşitli kurumlarla işbirliği yapmalı ve çocukların gelişim dönemlerine uygun olarak ilim halkaları oluşturmalı ve gençler burada kendilerini yetiştirme fırsatı bulmalıdırlar.

Efendimiz "Gençliğinde ilim öğrenen taştaki damga gibi, yaşlılığında öğrenen ise su üzerine yazı yazan gibidir" buyurarak gençlikte öğrenilen ilmin daha kalıcı olduğunu ifade ediyor. Gençlik insana verilmiş önemli bir fırsattır ama nedense kıymeti pek bilinmez. Yaşlılarımızdan, eyvah gitti gençliğim, zamanı boşuna harcadım" türünden yakınmalar işitiriz... Oysa kişi, fiziksel ve zihinsel olarak hayatının en aktif ve en verimli dönemini yaşamaktadır ve bu süreci verimli hale getirebilir...

Bu dönem gençlerin zihinleri daha açıktır ve öğrenme kapasiteleri oldukça yüksektir. Dolayısıyla, aklını iradesini ve vaktini ilimle geçiren gençler gelecek yıllar için iyi bir yatırım yapabilirler. Zira gençlik bir ürün devşirme sürecidir ve bu süreçte ne biriktirirseniz ileriki yaşlarda onu tüketirsiniz. Eğer ilimle meşgul olursanız gelecekte saygın bir insan olursunuz, boş avuntular peşinde koşarsanız boş bir hayat sürersiniz. Ailenizle ve çevrenizdeki insanlarla iyi ilişkiler kuran ve onların rızkı için çalışan biriyseniz olgun yaşa geldiğinizde çevrenizdeki insanların takdir ve saygılarına ulaşırsınız. Gençlik gelecekte ne yapmak istediğiniz, ve neye karar vereceğiniz konusunda karara vardığınız ve yapacağınız işin seyrini belirlediğiniz bir süreçtir.

Gençler, zihinsel ve fiziksel olarak dinamik oldukları bir süreçte ilimle meşgul olabilirler, bu gelecekleri için iyi bir yatırım olabilir. Efendimiz konuda gençliği şöyle teşvik ediyor:

"Bir genç, ilim ve ibadet içinde yetişir olgunlaşırsa Allah kıyamet günü ona yetmiş iki sıddıkın sevabı kadar sevap verir" İnsan meşgul olduğu şeyin bir parçası haline gelir. Atalarımız "Kişinin zikri ne ise fikri de o olur" demişler. Bu nedenle ilimle meşgul olan ve vaktini ilimle geçiren kimselerin kendileriyle ve hayatla ilgili algıları hakikat ekseninde biçimlenecektir. Ve bu kimselerin hayatlarında boş şeylere yer yoktur...

Dinimiz ilimle meşgul olan kimselere ayrıcalık tanımış ve onlardan övgüyle bahsetmiştir. Ancak bunun için, sadece bilmek ya da öğrenmek yetmez aynı zamanda kişinin bildiğini hayatına taşıması ve tatbik etmesi de gerekir. İlim o vakit daha verimli ve daha bereketli olacaktır. Zira ilmin nihai hedefi insanı iyileştirmek ve insan hayatında varolmaktır. İnsanda hayat bulmayan ilim, zihnin havzasına hapsolmuştur ve bunun kişiye bir faydası olmayacaktır... Efendimiz, "İnsanlar helak oldu, alimler müstesna, alimler de helak oldu ilmini uygulayanlar müstesna. Onlar da helak oldu, ihlaslı olanlar müstesna ihlaslı olanlar da büyük bir tehlikenin üzerindedirler" buyurdu.

Alimlerin değerini ise şu hadisiyle ifade eder: "Alimler peygamberlerin varisleridir. Göktekiler onları sever öldüklerinde, ta kıyamete kadar denizdeki balıklar kendilerine Allah'tan mağfiret dilerler" Hangi çağda olursa olsun, ilim insanın yolunu aydınlatan lambalardır. Ancak bunun için efendimizin "Allah'tan faydalı ilim isteyiniz, faydasız ilimden de Allah'a sığının" sözünü dikkate almalıyız.

Birkaç söz

Kıskanç insan mutsuzdur

Kıskanç insanın iç dünyasında sinsi bir kurt vardır ve her gün onu yiyip bitirmektedir. O yüzden bu insanların mutlu olmaları çok zordur. Çünkü onlar, kıskançlık hastalığına yakalanmışlardır ama ne yazık ki kurtulmayı da istememektedirler... Bu hastalığa yakalananların durumlarını Sadi şu sözleriyle ifade eder..

"Sakın kıskanç insana beddua etme. O zaten belanın içinde yaşıyor. Peşinde hased gibi bir düşmanı varken senin ona düşman olmana gerek var mı? (Sadi Şirazi)

Milli Gazete / Aile Hayat
 

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Merdivenin basamakları gibi

Aileler, çocuklarına dini eğitim verirken onların yaşlarını, gelişim süreçlerini ve yeteneklerini dikkate almaları ve çalışmalarını bu doğrultuda yapmaları gerekir.

Aksi durumda, üç yaşındaki bir çocuğa, on iki yaşındaki çocuğun anlayacağı tarzda bir bilgi aktarımı yapıldığında çocuğun bundan faydalanma şansı yoktur... Bu nedenle verilecek bilgiler süzgeçten geçirilmeli ve çocuğun gelişim süreci dikkate alınmalıdır...

Çocuklar küçük yaştan itibaren, dini konularda sorular sorarlar. Çocuğun merak duygusu ebeveyninin işini kolaylaştırıyor. Ancak aileler bu konuda efendimizin uyguladığı tedrici metodu çocukların eğitimine taşımalı ve onların sorularına basamak basamak cevap vermelidirler. Bu süreci takip etmek her şeyden önce, öğrenilen bilginin hazmedilmesini ve kalıcı hale gelmesini sağlayacaktır.

İki yaşındaki bir çocuğun dil gelişiminde büyük gelişmeler vardır. Artık çocuk meramını dile getirmekte duygularını ifade etmektedir. Ayrıca çocuk bu dönem dış dünyaya açılmakta, sürekli sorular sormakta ve hayatı tanımaya çalışmaktadır. Bu süreçte anne, çocuğa dini hikayeler okuyabilir, Kelime-i tevhidi ezberletebilir çocuğun anlayacağı tarzda bunların açıklamasını yapabilir.

Üç yaşına geldiğinde ise çocuk olumsuz, kararsız ve isyankar bir süreçten geçmektedir. Büyüklerin sözlerini dinlemek istemez, söylenenlerin terzini yapar, çabuk öfkelenir, işlerini kendi başına yapmak ister. Bu geçici bir durumdur, aile çocuğa anlayış göstermeli üstüne gitmemelidir. Üçüncü yaşın sonlarına doğru çocuk sakindir ve aileye uyum sağlamıştır. Anne, çocuğa dini içerikli masallar okuyabilir ve ona Efendimizle ilgili küçük bilgiler verebilir. Çocuğa sorular sorabilir ve mizansen bir dille onu bilgilendirebilir. Bu dönem çocuk, grup oyunlarına ilgi duyar, arkadaşlarıyla birlikte oynamaktan hoşlanır. Ev içinde anneye sık sık soru sorar ve dünyayı tanımaya çalışır. Anne çocuğun sorduğu soruları fırsat bilmeli ve ona anlayacağı tarzda bilgiler aktarmalıdır. Anne çocuğa kısa bilgiler vermeli ve bilgileri somut örneklerle açıklamalıdır.

Bu dönem çocuk anne babayı taklit eder ve erişkin davranışlarını anlamaya çalışır. Bu nedenle anne baba namaz kılarken onu da yanlarına alabilirler ve gün içinde ona vakit ayırıp, efendimizin hayatıyla ilgili bilgiler verebilirler. Çocuk dört yaşına geldiğinde öğrenme gereksinimi biraz daha artar ve daha mantıklı sorular sormaya başlar. Çocuk arkadaşlarıyla oynamak ister ve toplumun kurallarını anlamaya çalışır. Aile çocuğu grup oyunlarına dahil etmeli, evde küçük hikayeler anlatmalı ve ona temel bilgileri anlayacağı tarzda vermelidirler. Çocuk verileni almaya hazırdır ve sorduğu sorularla da bunu ortaya koymaktadır... Beş yaş çocuğu ise çevresiyle uyum içindedir ve rolünü benimsemeye çalışmaktadır. Kızlar ev işlerinde anneye yardımcı olmak isterler, erkekler hareketli oyunları severler. Ailenin kurallarını öğrenirler ve neyi yapıp neyi yapmayacaklarını bilirler. Anne baba bu dönem çocuğa, iyi kötü, doğru yanlış kavramlarını vermeli ve onlara vakit ayırmalı, birlikte bir şeyler yapmalıdırlar. Çocuk her geçen gün biraz daha büyümekte ve hayatı tanımaya gayret göstermektedir. Beşinci yılı doldurduğunda daha aktif hale gelmiştir ve dış dünya ile ilgili sorular sormaktadır. Beş yaşında durağan bir süreçten geçen çocuk Altı yaşına geldiğinde biraz daha hırçındır ve çevresiyle çatışma içindedir. Grupla oynamayı sever fakat her zaman başta olmak ister ve arkadaşlarıyla zaman zaman kavga eder. Diğer taraftan düşüncelerinde mantık kurmayı öğrenmiştir ve konuşurken olayları birbirine bağlar... Anne baba, çocuğun oyunlarına ve anlattıkları hikayelere vermek istedikleri bilgileri katmalı ve çocuğa sorular sorarak öğrenme kapasitesini geliştirmelidirler. Bu dönem aile, ara sıra çocuğu namaza çağırmalı ve namazla ilgili bilgiler vermelidirler.

Sorular çocuğun öğrenme kapasitesini geliştiren ve hayatla uyumunu sağlayan anlam kaplarıdır. Özellikle altı yaş ve sonrası sorulan sorular çocuk için daha anlamlıdır. Çünkü çocuk ne sorduğunu bilmekte ve aldığı cevabı anlamlandırmaya çalışmaktadır. Bu nedenle ebeveynler onların soru sormalarına fırsat tanımalı ve onları bilgilendirmelidirler. Altı yedi yaşındaki çocuğa, islamın şartı, kelime-i tevhid, Allah ve Peygamber sevgisi anlayacağı dilde anlatılmalıdır. Çocuğa temel bilgiler verirken, oyunlar, masallar, hikayeler kullanılmalı ve anlatılanlar çocuğun gelişim dönemine uygun olmalıdır.

Aile içi eğitim

Evliliklerde paylaşım var

Günümüz gençleri evliliği geç vakte kadar erteleyerek, çeşitli tuzaklara düşüyorlar. Bu tuzaklar arasında, sigara, alkol, gayri meşru ilişkiler...vb sıkça görülen risklerdir. Ne yazık ki, bütün bunlar kişinin ruh ve beden sağlığını tehdit ediyor ve onları zaman içinde aileden koparıyor.

Gençler evlilik yaşına ulaştığında evlenmeli ve hayata eşleriyle birlikte devam etmelidirler. Ancak bu konuda seçimlerini iyi yapmalı ve evlilikten neler beklediklerini net olarak ortaya koymalıdırlar. Uzmanlar, evliliklerinde sorun yaşayan çiftlerde kalp rahatsızlığı riskinin arttırdığını ve depresif rahatsızların hat safhaya ulaştığını ifade ediyorlar. Aile içinde eşlerin yaşadığı sorunlar ilişkideki ahengi bozuyor ve stres kaygı ve endişeye yol açıyor. Bu da kişinin, kalbine yük oluyor ve onu risk altına sokuyor.

Kişinin aile bireyleriyle ve toplumla ilişkilerinin uyumlu olması ruh ve beden sağlına büyük katkılar sağlıyor. Bu konuda yapılan araştırmalar, aileyle ve çevreyle olumlu ilişkiler kuran kimselerin kalp rahatsızlığına daha az yakalandığı yönündedir. Yani yaşadığımız stres kaygı ve anlaşmazlıklar kalbimize bir yük olarak biniyor ve sağlığımızı tehdit ediyor. Bu nedenle eş adayları evlilikten ne beklediklerini doğru tanımlamalı ve aile içinde yaşanan sorunları çözüme ulaştırmalıdırlar. Bütün bunlar gösteriyor ki, huzurlu bir evlilik kişinin hayatına büyük katkılar sağlıyor. "Özgürlüğümü yaşayacağım" diye evliliği geç vakte kadar erteleyen gençler bunu dikkate almalıdırlar...

Aile ilişkilerinin bozulması, eşlerin kendi aralarında yaşadığı sorunlar ve boşanmalar da aynı şekilde kalbimizi olumsuz yönde etkiliyor. İlişkilerimizde uyum ve ahenk yoksa ve stres ağır basıyorsa, kalbimiz bundan yoruluyor.

Uzmanlar mutlu ve uyumlu evliliklerde ise kalp rahatsızlığının daha az görüldüğünü ve bu kişilerin birbirlerine destek sağlayarak daha güçlü ve dirençli olduğunu ifade ediyorlar. İyi bir evlilik, kişiye çok yönlü kazançlar getiriyor. Burada kişi hayatın yükünü aile içinde paylaşıyor ve kendini ait hissedebileceği bir ortamın parçası olarak görebiliyor. Ayrıca çocukların eğitimi ve çocuklarla paylaşılan hayat kişiyi hayata karşı olgunlaştırıyor ve kendini tanımasını sağlıyor. Bu konuda yapılan araştırmalar, bekarlara oranla evli erkeklerin kötü alışkanlıklarının daha az olduğunu gösteriyor. Ayrıca bu kişiler diğerlerine göre daha az hasta oluyorlar ve daha az doktora gidiyorlar. Çünkü ev içinde eşlerinden duygusal ve sosyal anlamda destek alabiliyorlar ve burada kendilerini iyi hissediyorlar. Bu da bağışıklık sistemlerini güçlendiriyor...

Evli bir erkek, gece geç vakte kadar şuraya gideyim, şurada eğleneyim, şununla görüşeyim demiyor, evine geliyor ve çocuklarıyla hoşça vakit geçiriyor.

Bu kimselerin fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklara karşı koruyucu işlev görüyor. Bunun en önemli nedeni, bu kimselerin daha düzenli ve daha kaliteli bir hayat yaşamalarıdır. Her şeyden önce bu kimseler, zararlı alışkanlıklardan uzak kalıyorlar zamanında doktora gidiyorlar ve birbirlerine destek sağlıyorlar.

Gençler evlenme çağına geldiklerinde evliliği ertelememeli ve evlilik öncesi şunları dikkate almaları gerekir:

- Ekonomik ve duygusal bağımsızlıklarını gerçekleştirmiş olmalıdırlar.

- Evlilikten neler beklediklerini bilmelidirler

- Eş adayında öncelikle dindarlık ve ahlak kriterlerini dikkate almalıdırlar.

- Karşılaştıkları sorunları çözme becerisi geliştirmiş olmalıdırlar.

Birkaç söz

Hz. Ömer'in cevabı

Hz. Ömer'in (r.a) bulunduğu bir toplulukta hizmetten söz açılmış. Bir ev dolusu servetiniz olsa ne yapardınız diye sorulmuş. Herkes bir şeyler söylemiş. Kimisi yol yapardım, kimisi köprü yapardım, kimisi fakirlere yardımda bulunurdum demiş. Hazreti Ömer, "Ben olsam adam yetiştirirdim" demiş.

Milli Gazete / Aile Hayat
 

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Şehrin yukarısında bir yalan söyledim aşağıda kendim inandım

Yalan, gerçek dışı ve aslı olmayan, insanları birbirine düşüren, güven duygusunu yok eden en önemlisi İslam'ın şiddetle yasakladığı büyük günah saydığı davranışlardan biridir.

Yalan ruhi bir hastalıktır. Toplumda karışıklıklara yol açar, dostlukları ve arkadaşlıkları yıkar. Yalan karşısındakinden çok söyleyene daha çok zarar verir. Yalan söyleyen kişi ikilem içerisinde kalır, psikolojisi bu vicdani yıkımdan dolayı daha da bozulur. Yalan söyleyen kişide münafıklık alameti görülmüş olur. Peygamberimiz (s.a.v.); "Münafıklığın alameti üç tanedir: Konuştuğu zaman yalan konuşur, vaat ettiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona hainlik eder." Buyurmuştur. (R. Salihin)

Dinimiz yalanı şiddetle yasaklar. Fakat üç yerde yalan söylemeye izin verilmiştir: Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevk eden şey nedir? Hâlbuki üç yer hariç yalanın her çeşidi âdemoğluna haramdır: Bu üç yere gelince: 1) Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı, 2) Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hileden ibarettir. 3) İki Müslüman'ın arasında sulhu sağlamak kastıyla söylenen yalan." (Tirmizi)

Bu üç konu haricinde söylenen yalanlar, insanlar ve toplum açısından felaketle sonuçlanır. Yalan söylemek, her çağda en büyük ahlaksızlık, terbiyesizlik, kötülük olarak görülmüştür.

Yalan söylemenin dinimizde de, günahların en fenası ve en çirkini, en büyük ayıp, kalpleri karartan, ahlakı bozan, kötülüklerin başıdır.

Ashabı kiram indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü onlar, yalanla imanın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi.

Çobanın biri her gün koyunları otlatmaya götürürmüş. Ovada canı sıkıldığı bir gün, aklına köylüleri kandırmak gelmiş. Koşturarak köye, kahvede oturan köylülerin yanına varıp yetişin kurt koyunlarımı parçalayacak yardım edin demiş. Köylüler hemen yardıma koşmuş. Ovaya vardıklarında bir de bakmışlar ki ne kurt var ne de başka bir şey. Koyunlar otluyorlar ve ortalık sakin. Birkaç kez bu devam etmiş. O köye koşturmuş. Köylüler ovaya. Köylüler sinirlenmiş canları sıkılmış. Sonra bir gün yine çoban ovaya gitmiş. Ve bu kez kurt gerçekten gelmiş ve koyunlara saldırmış, çoban korkuyla, can havliyle köye koşmuş, ağlamış bağırıp çağırmış ama kimse yerinden kımıldamamış çünkü, kimse artık ona inanmamaktaymış. Bin pişman ovaya dönmüş, kurtlar, koyunlarını parçalamış.

Yalan gibi kötü illetten Müslümanlar kendilerini sakınmalıdırlar. Çocuklarımıza çok küçük yaşta yalanın zararları anlatılmalıdır. Doğru sözlü olmaya alıştırılmalıdırlar. Gerçek Müslüman kendi zararına da olsa doğru konuşmalı, yalana kesinlikle yaklaşmamalıdır. Ziya Paşa'nın sözleri bu bağlamda çok anlamlıdır: "İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah, yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah. "

Yalan, insanı sapkınlığa kötülüğe götürür. Kötülük de insanı cehenneme götürür. Kişi hayatı boyunca sürekli yalan söylerse, ne acıdır ki Allah katında "çok yalancı" olarak yazılır. Bir insan çok yalancı damgasını yerse, Allah katında da insanların nazarında da bir kıymeti kalmaz. Allah artık bu kimsenin yanında olmaz, ona yardım etmez, doğru yola iletmez. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: " ... Yalan sözden kaçının" (Hacc Suresi 30), "... Doğru söz söyleyin" (Ahzab Suresi: 70)

Atalarımız yalan söylemenin ne kadar çirkin bir ahlak olduğunu şu sözlerle ifade etmişlerdir: "Yalan söyleyenin evi yanmış, buna kimse inanmamış," atasözü, yalan söyleyenin sonunun acı ve hüsran olduğunu ifade etmişler. "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar", "şehrin yukarısında bir yalan söyledim aşağıda kendim de inandım", "yalan söyle tutmazsa izi kalır" gibi sözleri, yalancının bu kötü ahlakını, toplumdaki olumsuz etkisini vurgulamışlardır.

Aile içi eğitim
Neyi nasıl takdir etmeli?
Her insan doğru şeyler yaptığında ödüllendirilmeyi, takdir edilmeyi bekler. İstediği ödül ise öyle büyük şeyler filan değildir, iki kelimeden oluşan bir sözdür... Bunu hakkettiğini düşünür ve davranışının onaylanmasını ister. Ama ne yazık ki, çevresindeki insanlar bu konuda oldukça cimridir ve iki kelimeyi dahi esirgerler...

Çocukluk tarihimize baktığımızda, aklımızda kalan en etkili şey, büyüklerimizin bizimle ilgili övgü ve takdir dolu sözleridir. O zamanlar küçük olduğumuzdan duygularımızı daha da coşkulu yaşar ve gözlerimizdeki neşeyi etrafımızdaki insanlara yansıtırdık. İlkokulda, öğretmenimin "Aferin kızım, arkadaşına yardımcı olman hoşuma gitti" sözü beni çok mutlu etmiş ve her zaman insanlara yardımcı olmaya çalışmıştım. Diye yazmış bir okurumuz... Görüldüğü gibi, takdir edilmek insanın olumlu davranışlarını kalıcı kılıyor ve pekiştiriyor...

Toplum olarak duygularımızı dışarıya yansıtmaktan pek hoşlanmıyoruz. Bunun sonucunda da karşımızdaki kişiyi takdir etmekten ziyade eleştirmeyi ve rencide etmeyi tercih ediyoruz... Oysa takdir etmenin bir ücreti yok, iki kelimeden oluşan bir sözle bir gönül fethediyor ve bir neşe üretiyorsunuz. Üstelik bu öyle pek vaktinizi de almıyor, sizden bir şeyler de götürmüyor...

İnsanlar iyi şeyler karşısında, sağ ol, teşekkür ederim, aferin, ne güzel yapmışsın türünden sözlerle karşısındaki kişiyi ödüllendirmekten kaçınmamalıdırlar... Bu maddi bir ödülden çok daha değerli ve tesirlidir.

Takdir etmek çocuklarda görülen sorunları iyileştirmenin ve onlara faydalı olmanın en iyi ve en etkili yoludur. Bu nedenle hiç olmazsa çocuklarımızı sık sık takdir edelim, onlara olumlu geribildirimler verelim... Fakat bu konuda, normal sınırları aşmamaya ve abartılı ifadelerle çocuğu şımartmamaya özen göstermeliyiz. Bu türden bir hataya düşmemek için takdir etmenin de bir adabının olduğunu bilmeli ve şunları dikkate almalıyız:

- Çocuğa takdir edilen şey açıklanmalı ve takdir çocuğun doğuştan getirdiklerine değil, kendi çabasıyla elde ettiklerine yapılmalıdır... Mesela, bugün odanı topladığın için teşekkür ederim, ödevlerini zamanında yapmış olman hoşuma gitti... diyebiliriz. Ama "Çok akıllısın, senden akıllı yok" türünden şeyler söyleyerek çocuğu, başkalarını küçümsemeye teşvik etmemeliyiz.

- Takdir, olumlu davranışın hemen akabinde yapılmalıdır. Takdir ve onay sözcüklerinin gecikmiş olması tesirinin azalmasına neden olabilir

- Çocuğu takdir ederken cümlelerin düzenli seçilmesi gerekir,

Takdir etmek çocuğun eğitimine katkı sağlar, özgüvenini pekiştirir kendine güvenmesine yardımcı olur. Dolayısıyla çocuğa doğru davranış modeli öğretilirken sık sık takdir edilmelidir.

Ailede takdir edilen çocuk, kendisine ve çevresine güven duyar. Ancak bu sürece öğretmen de dahil olmalı ve çocuğu desteklemelidir.

Ayrıca takdir edilen çocuğun motivasyonu yükselir, iş yapma yeteneği gelişir, olumlu davranışları kalıcı hale gelir. Bizden söylemesi, takdir etmek herhalükârda aile ve çocuk için kazançlı bir şeydir, eğer çocuklarınızı bundan mahrum bırakmazsanız, bu kazancın geri döndüğünü göreceksiniz...

Birkaç söz
Değişim sizin elinizde
Jean Paul Sartre "Korkak kendi kendini korkak yapar, kahraman da kendi kendini kahraman yapar. Korkak ya da kahraman olmak insanın elindedir. Çünkü korkak her zaman korkaklıktan kurtulabilir. Kahraman her zaman kahramanlıktan çıkabilir" diyor. Gerçekten insan istediğinde olaylara bakış açısını değiştirebilir ve nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşayabilir.

Milli Gazete / Aile Hayat
 

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Geleneksel aileden çekirdek aileye

Müslüman toplumlarda, aile hayatın merkezindedir. Bireyler burada, hayata hazırlanırlar ve nerede nasıl davranacaklarını büyüklerden öğrenirler.

İlişkilerin temelinde ise Allah'ın rızası vardır. Ebeveynler ve çocuklar, her şeyden önce, Allah'a karşı sorumlu olduklarını bilirler ve birbirlerini kırmamaya özen gösterirler. Eşine ya da çocuklarına karşı yapacağı haksızlığın hesabını mahkemedeki hakimden önce, Cenabı Hakk'a vermek zorunda olduğunu bilen kimseler, haksızlık yapmaktan ve Allah'ın rızasını kaybetmekten korkarlar ve hayatlarını kontrol altında tutma ihtiyacı hissederler.

Allah'ın nimeti ve bereketi olarak bildiğimiz aileyi sadece bireysel faydaya dayalı ilişkiler kurmak için bir araya gelmiş küçük bir grup olarak göremeyiz, görmemeliyiz de. Aksine burada Allahın rahmeti vardır, eşler ise Kur'an'ın tabiriyle birbirleri için "Bir rahmet ve meveddet (sevgi)" kaynağıdırlar.

Geleneksel aile yapısında, büyük ebeveynler evdeki eğitmenler gibidir ve manevi değerlerini, kültürel ve geleneksel renklerini genç nesillere aktarırlar. Bu sayede, aile bireyleri birbirleriyle sürekli alışveriş halinde yaşarlar. Bu yönüyle geleneksel aile, zengin ve çok yönlü bir sosyal ilişkiler ağına bağlıdır. Aileyi birbirine kenetleyen bağlar, gençleri ve aileyi korumakta ve dışarıdan gelecek zararlara karşı kalkan olmaktadır.

Atomize olmuş bireylerin oluşturduğu çekirdek aile modelinde ise ailenin içindeki mevcut dayanışma ruhu çözülmüştür ve bireyler birbirinden ayrışmış vaziyette yaşarlar.

Ailenin küçülmesi, ebeveynlerle çocukları birbirine bağlayan dinamikleri zedeleyerek aralarına soğuk duvarlar örmüştür. Geleneksel ailelerin de kendi içinde bazı sorunları vardı ancak buradaki sorunlar hiçbir şekilde, çözülmüş ve birbirinden ayrışmış bireylerden oluşan aileyle kıyaslanamazdı. Her şeye rağmen geniş aile ebeveyn ve çocuk için daha yaşanabilir ve daha koruyucu bir yapıya sahipti.

Modernleşme, bir yenilik hareketinden öte, güç sahiplerinin insanlara lanse ettiği yaşam tarzıydı, insanlar bir şekilde bu yaşam tarzını benimseyerek aileyi bir arada tutan dinamikleri parçaladılar. Çünkü bu süreçte, hakim sınıfın temsil ettiği değerlerle geleneksel ailenin değerleri örtüşmüyordu ve iki kültür arasında sıkışıp kalan bireyler sahip oldukları yüce değerlerden uzaklaşarak tamamen yabancı oldukları bir hayat tarzını benimsiyorladı. Değişen dünya değerlerine rağmen, ailede, Allah, peygamber, ahiret ve hak hukuk değerlerine yaslanan birey, dış dünyada farklı bir hayat tarzıyla karşılaşıyor ve iki kültür arasında kalıyor... Gençler ve çocuklar ise dış dünyada esen bu rüzgara kapılıp kaybolabiliyorlar.

Bilindiği üzere, modernleşme geleneksel aile yapısına karşı desteklendi ve aileler çeşitli şekillerde çekirdek aile olmaya özendirilmeye çalışıldı. Büyük şehirde çalışan anne babalar çekirdek aile olmanın gerekliliğine inandırıldı. Bütün bunların sonucunda, gerek şehirde yaşayan gerek kırsal alandan şehre yine taşınmış olan kimseler burada sadece geleneksel bağlarını yitirmediler aynı zamanda küçülmüş aileler olarak kendilerini yeniden tanımlama ihtiyacı hisssettiler. Ancak burada paradoksal bir şekilde her şey başkalaştı ve ekonomik zorluklar, çarpık şehirlerme, sosyal adaletsizlik, televizyon, internet ve benzer aygıtlar, geleneksel aileyi parçaladı ama diğer taraftan da çekirdek ailenin sorunlarıyla başaçıkılamaz hale gelindi.

Oysa modernleşmenin getirdiği sorunlarla mücadele eden ve aile kurumunu kaybetmekte olan Batılı toplumlar, bu konuda çeşitli çareler aramaktalar. Bu gerçeği gözardı eden bireyler, kendi değerlerini hayatın dışına iterek başkalaşmaya özen gösteriyorlar.

Birkaç söz
Odamıza asmalıyız
"Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol" ( Mevlana)

Zaman değişti ve bizler artık bu sözü anlamakta zorlanıyoruz. Öfkemize yenik düşüyor, affetmeyi yenilgi olarak görüyor, hataları yüze vurmayı bir üstünlük belliyor kibirli olmayı bir marifet biliyoruz. Bu yazıyı odamıza asmalı ve her sabah okumalıyız... Çünkü artık biz biz olmaktan çıkıyoruz...

Milli Gazete / Aile Hayat.
 

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Her insan farklıdır

İmam'ı Gazali'ye göre, din eğitimi konusunda bazı insanlar, terbiyeye müsait haldeyken ve bazıları daha yoğun bir çalışmaya ihtiyaç duyabilirler. Olaylara bakış açıları ve algılama tarzları bakımından farklı özellikler taşıyan bu insanlar, tutum ve davranışlarıyla kendilerini ele verirler... Bu farklılıkların nedeni ise insan yapısında mevcut olan, nefis ve nefsin eğilimli olduğu duygulardır. Gazali insanları eğitim konusunda dört grupta değerlendirmiştir.

Birinci kesim, doğru ve yanlışı ayırd edebilecek durumda olmayanlardır. Bu kimseler, iyiyle kötüyü birbirinden ayıracak durumda değillerdir. Doğruyla yanlışı ayırd edememelerinin nedeni ise bilgisizliktir. Dolayısıyla bu kimselere ihtiyaçları olan bilgiyi verdiğinizde almaları ve hayat tarzlarını ve bakış açılarını değiştirmeleri daha kolaydır. Buna karşın, ikinci kesimde yer alanlar, iyiliği ve kötülüğü ayırd ederler, ancak yaşam tarzı olarak iyiliği benimsemediklerinden kötülüğün esaretinde yaşarlar. Karanlık bu kimselerin hayatlarının bir parçası olmuştur ve gittikleri yolun yanlış olduğunu bildikleri halde geri dönmeyi akıl edemezler. Bu kimselere faydalı olmanız daha zordur. Çünkü bildikleri halde, bilmeyenler gibi yaşarlar ve doğruları hiç bir şekilde ciddiye almazlar. Çevremizde bu şekilde yaşayan insanlarla sık sık karşılaşırız. Onlar, "Nasıl olsa tövbe ederim, hele bir kırkıma geleyim namazımı kılarım..." türünden söylemlerle bildikleri halde sorumluluklarını sürekli ertelerler ve gafil bir hayat sürerler.

Bu kimseler, kötünün kötülüğünü, çirkinin çirkinliğini bilmekle beraber, iyiliğe alışmadıkları için yanlış olduğunu bildikleri halde, gaflet içinde yaşamayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Birinci gruba nispetle bunların eğitimi daha güçtür. Çünkü bu kimseler, yola gelmek için yoğun bir çaba sarf edecekler, bir taraftan nefislerindeki kötülüğü, zaaf ve itiyadları yok etmeye çalışacak, diğer taraftan iyilik yapma alışkanlığını kazanacaklardır ki bu da onlara zor gelir. Bu güçlüklere rağmen, yine de ciddî bir gayretle, bu kimselerin ahlâki terbiyesi imkan dahilindedir.

Üçüncü kesimde yer alanlar ise kötülükleri iyilik olarak tanımışlar ve bu minval üzere yaşamaya karar vermişlerdir. Ailede gördükleri ve öğrendikleri hayat tarzını hiç sorgulamadan benimsemişler ve kendilerini doğru yolda olduklarına inandırmışlardır. Onlar için de değişim büyük bir meşakkattir. Küçük yaştan itibaren ailede ve çevrede şekillenen düşünce kalıplarıyla hareket ettiklerinden, sürekli geriye bakmaktalar ve değişime karşı direnç göstermektedirler.

Dördüncü kesim için değişim çok daha güçtür... Bu kimseler, küçük yaştan itibaren fasit görüşler üzerine yetişmişler ve yaptıkları kötülüklerle övünmüşler ve bu minval üzere yaşamaya karar vermişlerdir. Islahı en zor olanı da bu kimselerdir. Bunlar hakkında "İhtiyarın riyazeti zor, kurdun terbiyesi ise azaptır" denilmiştir. İmam-ı Gazali'ye göre, birincisi kesim cahildirler, ikinci kesim, yanlış yolda yürümektedirler. Üçüncü sınıftakiler ki, hem cahil hem de yanlış yolda yürümektedirler. Dördüncü gruptakiler ise yanlış yolda yürümeye ve burada kalmaya karar vermiş kimselerdir. Toplumda hemen her kesimden ve her gruptan insanlarla karşılaşıyoruz. Burada yapmamız gereken şey, kişinin yaşadığı ortama, algılama, mizaç ve kültürel yapısına uygun bir metot seçmek ve mücadeleye devam etmek olmalıdır.

Birkaç söz
Biriken işler
Sevgili gençler, zamanında yapılmayan işleri biriktirdiğinizde işin içinden çıkmanız daha zor oluyor öyle değil mi? Mesela, gardolabı dağınık bırakıp yarın yaparım dediğinizde, ödevlerinizi, okumak istediğiniz kitapları, düzenlemek istediğinizi kütüphanenizi, çalışmak istediğiniz derslerinizi ertelediğinizde, işler birikiyor ve daha fazla vakit harcamak zorunda kalıyorsunuz. Bu nedenle işlerinizi zamanında yapın ve bu yükten kurtulun...

Milli Gazete / Aile Hayat.
 

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Çocuğun dünyası

İmam'ı Gazaliye göre çocuk eğitimi çocuğun doğumuyla birlikte başlar ve hayat boyu devam eder.

Buna göre, öncelikle, çocuğu emziren kadının helal ve haram sınırlarını dikkate alması, ve Allahın rızasına uygun yaşaması gerekir. Çünkü, ailenin yaşam tarzı ve iyi kötü kavramına verdiği anlam çocuğun dünyasına tutulacak bir aynadır. Burada her şeyden önce, ailenin çocuğa doğru örnek olmak gibi bir sorumluluğu vardır. Çocuk altı yedi yaşlarında iyi kötü ayrımını yapabilecek yeterliliğe gelir, anne baba bu süreci iyi değerlendirmeli ve çocuğa doğru yanlış kavramlarını vermelidirler. İmam'ı gazali bu sürecin çocukta utanma duygusunun belirgin hale gelmesiyle ortaya çıktığını ifade eder. Ona göre çocuğun bazı şeyleri terk ederek utandığını belli etmesi, iyi kötü kavramını anlama sürecine geldiğini gösterir.

İmam'ı Gazali, çocuğun eğitiminin, emzirme süreciyle başladığını ve sofra adabından, sosyal alana ve okula kadar uzandığını ifade eder. Buna göre, sofra sadece karnımızı doyurmak için oturduğumuz bir alan değildir, aynı zamanda temel alışkanlıklar edindiğimiz ve dış dünyaya açıldığımız penceremizdir.

Çocuk yemeğe başlarken aile, besmele ile başlamayı, yemeği sağ elle yemeyi öğretmelidir. Ayrıca çocuğa önünden yemesi ve yemeğe herkesten önce başlamaması gerektiğini de ifade etmelidirler. Sıradan hareketler gibi görülen bu davranışlar çocuğa yediğimiz şeylerin Yaratıcı tarafından bize verildiği bilincini, başkalarının haklarına riayet etmenin önemini ve saygılı olmayı öğretmektedir. Ayrıca çocuğa ihtiyacımız kadar yemenin, lokmaları uzun uzun çiğnemenin, yemekten sonra hamd etmenin gerekliliği de burada öğretilmelidir. Bütün bunlar çocuğun tamahkarlığını geliştirecek ve onu doyumsuzluk hastalığından koruyacaktır.

Çocuğun hatalarını deşifre etmemek ve onu başkalarının yanında utandırmamak da önemlidir. Aksi takdirde çocuk, yüzsüzleşir ve aynı hatayı tekrar ederek ailenin dikkatini çekmeye çalışır. Çocuk uygun bir dille uyarıldığı halde, aynı hatayı tekrar ederse, bunun zararları çocuğa anlatılmalıdır. Çocuğu uyarırken etrafta başkaları olmamalı ve çocuk utandırılmamalıdır. Aile çocuğu tenkit etmekten kaçınmalıdır. Bu durumda söylenen sözün tesiri azalır ve bunun çocuğa faydası olmaz... İmam'ı Gazali'ye göre, çocuğa ev içinde, toplumda ve okulda nasıl davranacağı öğretilmeli ve temel kural ve kaideler burada verilmelidir. Aile evde başladığı eğitime, çocuk biraz büyüdüğünde dışarıda da devam etmeli ve ona toplantılarda oturma adabını, ve büyüklerin yanında nasıl davranacağını, başkalarının sözünü kesmemeyi insanları dinlemeyi öğretmelidirler. Bununla beraber çocuğu konuşurken yalan söylememe, yemin etmeme, başkalarının haklarına saygı gösterme noktasında da bilgilendirmelidirler.

Çocuk okula başladığında ise, burada dini bilgiler verilmeli ve evde öğrendiği ahlak kuralları pekiştirilmelidir.

Sağlığımız
Bitkisel çaylar
Küçüklüğümüzde büyükannelerimizin demlediği bitkisel çayların kokusunu unutmak mümkün değil. O zamanlar, boğazımız ağrıdığında, sesimiz kısıldığında büyükannelerimiz, doğal bir ilaç olarak tanımladıkları bitkisel çayları hazırlarlar ve bize içirirlerdi. Doktorun verdiği ilaçları kullanırdık ama bu çaylardan da vazgeçmezdik. Ama artık günümüz gençlerinin damak zevkleri değişti. Şimdilerde bu çaylara ilgi gösteren pek yok.

Bizler büyükannelerimizden gördüğümüz gibi, mutfağımızın bir köşesinde bu çayları bulundurmalı ve özellikle kış aylarında hiç olmazsa birer bardak içmeliyiz.

Ihlamur çayı: Ihlamur, soğuk algınlığı, öksürük, yorgunluk, uykusuzluk, spazm kan dolaşımı bozukluklarına iyi gelen bir çaydır. Akşam yatma saatinde alınmamalıdır aksi takdirde uykusuzluk yapabilir. Bunun dışında öğle yemeğinden sonra bir bardak alınabilir. Ya da çocuklarımıza sabahları çay yerine bir bardak ıhlamur verebiliriz.

Isırgan çayı: Sonbahardan ilkbaharın sonlarına kadar bahçelerimizde yetişen ve sağlığımıza çeşitli faydaları olan bir bitkidir. Özellikle metobolizma ile ilgili rahatsızlıklarda etkilidir. Bununla beraber, mide barsak rahatsızlıkları, böbrek, romatizma, nefrit, sarılık ve idrar yolları enfeksiyonu gibi sorunlarda da kullanılabilir. Ayrıca ısırgan çayı kansere karşı koruyucu işlev görmektedir.

Biberiye çayı: Biberiye çayı, kan dolaşımı sorunu olan kimseler için ideal bir üründür. Ayrıca, romatizma, astım, mide rahatsızlığı ve sindirim sistemi sorunları için de kullanılabilir. Bununla beraber bronşit, öksürük, migren gastrit ve düşük tansiyon için de etkilidir.

Rezene çayı: rezene, mide krampları, gaz sorunları, hıçkırık, bulantı, idrar yolları iltihabı ve hazımsızlık durumlarında kullanılabilir. Rezene küçüklüğümüzde sık sık içtiğimiz tanıdık bir çaydır.

Nane çayı: Nane çayı, mide barsak sorunlarında, kalp çarpıntısında ishal ve safra kesesi sorunlarında kullanılabilir. Nane yemeklerde de sık sık kullandığımız bir üründür.

Adaçayı: Adaçayı, Akdeniz bölgemizde bolca bulunan bir üründür. Özellikle diş eti ve boğaz iltihaplarında, sindirim bozukluğunda, titreme ve kansızlık durumlarında, menopoz sonrası ateş basması durumlarında rahatlıkla kullanılabilir. Diş eti rahatsızlarında günde bir ya da iki bardak içilebilir.

Elma çayı: Elma çayı, nefes darlığı sindirim sistemi rahatsızlıkları ve toksinlerin atılması konusunda rahatlıkla tüketilebilir.

Birkaç söz
Geçmişten çıkamamak
Bazı insanlar vardır, kendilerine yapılanları biriktirerek büyükçe bir bohça hazırlarlar. Bu kimseler hayatta sahip oldukları güzelliklerin farkına varamazlar. Çünkü geçmişin etkisinden çıkmayı başaramamışlardır. Her fırsatta biriktirdikleri şeyleri çıkarır ve şu zaman şu kişi şunları yapmıştı, şu vakit şu çileleri çekmiştim...diye başlarlar söze...Mutluluk bu kimselerin sokağına uğramız. Çünkü onlar geçmişin içinden çıkamamışlardır.
Milli Gazete / Aile Hayat
 
F

Fırtına

Guest
merhaba deliyürek,

paylaşımların çok güzel.. teşekkür ediyorum.. emeğine sağlık..
 

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Ceza, en son başvuracağınız yöntem olmalı

Çocuk eğitiminde cezanın en son başvurulacak bir yöntem olduğunu ifade eden eğitimciler, ödülün daha tesirli ve daha etkili olduğu konusunda hemfikirler.

Ayrıca ceza, maksadına uygun kullanılmadığında ve aile yerli yersi cezaya başvurduğunda ya da çocuğa şiddet uygulandığında, çocukta tembellik, yalancılık, arsızlık gibi bazı patolojiler ortaya çıkabiliyor. Yani, eğitimde ceza en son başvurulacak yöntem olmalı ve cezanın içeriği ve nasıllığı dikkate alınmalıdır. Yani ceza çocuğu sevdiği bir şeyden kısa süreliğine mahrum bırakmak ya da istediği bir şeyi bir süreliğine ertelemek tarzında olmalı ve cezalandırılan şeyin çocuğun davranışı olduğu anlaşılmalıdır . Aksi durumda çocuğu ruhsal olarak örselemek, cezalandırmak ve mahrum bırakmak fayda yerine zarar getirecektir.

Çocuklar öğrendikleri ve benimsedikleri davranışlarının büyük bir kısmını aileden ya da çevreden aldıkları olumlu geribildirimler sayesinde edinmişlerdir. Mesela çocuk odasını dağınık bırakıyordur, anne sürekli "odanı topla" der ama çocuk toplamamak için direnir. Ancak bir süre sonra dağınıklıktan rahatsız olur ve odasını toplar. Anne bu durumdan çok memnun kalır ve çocuğu takdir eder över, akşam babası geldiğinde de, " "bak oğlumuz bu gün odasını topladı" der. Aynı şekilde baba da oğlunu takdir eder. Çocuk bu durumdan çok memnun kalmıştır. Mümkün olduğunca odasını toplu tutmaya çalışır ve bir süre sonra bu davranışı benimser...Ödüllerin bir kısmı maddi bir kısmı manevi olabilir. Mesela anne istemediği bir davranışı terk ettiğinde ve bu konuda olumlu bir gelişme gösterdiğinde kızına bir hediye alabilir...Ancak bunun yerine " aferin kızım, bu davranışın beni çok mutlu etti" tarzında sözel olarak ta onu ödüllendirebilir. Ya da anne kızına sarılır ve duygularını ifade eder... Ödülün maddi mi yoksa manevi mi olacağı konusunda anne dengeyi sağlamalıdır. Anne yerine ve zamanına göre çocuğu ödüllendirmeli ve ödülü bazen maddi bazen manevi olarak vermelidir.

Bu konuda anne dengeyi sağlayamadığında şu sorunlar ortaya çıkabilir.

- Çocuk yaptığı bütün işlerin karşılığında bir şeyler bekleyerek çıkarcılığı öğrenebilir.

- Maddi ödüle ağırlık vererek, manevi doyumdan yoksun kalabilir

- Aileyi kendisine yaptıkları karşısında bir şeyler veren maddi bir araç gibi görebilir.

Bu tür sorunlara yol açmamak için aile kimi zaman maddi kimi zaman da manevi olarak çocuklarını ödüllendirmeli ve bu konuda itidal sınırlarını aşmamalıdırlar.

Ödül ve ceza konusunda çocuğun davranışlarını dikkate almalı ve bunu çocuğa ifade etmelidirler.

Sağlığımız
Maneviyat şiddeti tedavi eder
Kadına yönelik şiddet sorunu gündemdeki yerini koruyor...Konuyla ilgili gerek devlet bazında olsun gerek sivil kuruluşlar kapsamında olsun çeşitli çalışmalar yapılıyor. Ancak bu yoğun çalışmalara rağmen öldürülen kadınlara her gün bir yenisi daha ekleniyor ve şiddet gittikçe tırmanıyor. Bir süre önce eşinden ağır şiddet gören ve can güvenliği olmadığı için savcılığa başvuran Ayşe Paşalının acımasızca öldürülmesi gündemdeki yerini korurken ikinci bir kadın daha öldürüldü. Arzu Yıldırım da aynı şekilde imam nikahlı eşi tarafından sokak ortasında öldürüldü.

Kadın sığınma evlerinde ya da evlerinden uzak mekanlarda kendilerini gizleyen ve yaşamlarını koruyamaya çalışan kadınların sayısı her geçen gün artıyor. Bu konuyla ilgili, belediyeler, sivil kurum ve kuruluşlar ve bakanlık nezdinde yapılan çalışmalar insanlar için umut oluyor ancak yapılan çalışmaların yeterli olup olmayacağı henüz belli değil. Zira, çalışmaların, olayların sadece zahiri yönünü ele alıyor olması olayın bütününü görmemizi engelliyor. Oysa olayın bir de iç boyutu var yani eğitim, din maneviyat gibi kişiyi ıslah edecek insanlaştıracak tarafı var...Nedense kimse bu konuya değinmiyor ve sorunun asıl çözümü üzerinde durmuyor.

Konuyla ilgili olarak, çıkartılan Başbakanlık Genelgesi, bir çok kuruma yükümlülükler getiriyor ve yükü ağırlıklı olarak Aileden sorumlu devlet bakanına yüklüyor.

Kadına yönelik şiddet konulu katıldığım eğitim çalışmalarında bu konunun kadının, eğitim alamaması ve baskı altında tutulmasıyla ilişkilendirildiğini gördüm. Buna göre, kız çocuklarının eğitimden mahrum bırakılmaları ve ekonomik olarak eşlerine bağımlı kalmaları şiddet karşısında onları çaresiz bırakıyor. Elbette toplumun çeşitli kesimlerinde kadınlara yönelik ayrımcılık ve baskı uygulanması bilinen bir gerçek. Bazı bölgelerimizde, kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmeleri ve söz söyleme haklarının olmaması, baskı altında tutulmaları bu tür sorunları tetikliyor. Ancak araştırmalara göre şiddete maruz kalan kadınların tamamı kırsal kesimde yaşayan ve ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlardan oluşmuyor. Aksine eğitim almış, ekonomik özgürlüğü olan kadınlar da şiddet görebiliyor. Bu nedenle sorunu sadece, ekonomik yoksunluğa, eğitimsizliğe ve erkek egemen bir anlayışa indirgemek çözümü zorlaştıracaktır. Peki ne yapmalı? Her şeyden önce maneviyatın hayata taşınması ve eşlerin bir kul olarak birbirlerinin haklarından sorumlu olduğu bilinci verilmelidir. Aksi takdirde yapılan çalışmalar tam anlamıyla şiddet ve baskıyı ortadan kaldıramayacaktır...Çalışmalar şu kapsamda ele alınmalıdır:

Çocuklara dini eğitim verilmelidir: Küçük yaştan itibaren ailede dini eğitim alan ve haksızlık yaptığında bunun karşılıksız kalmayacağını ve Allaha hesap vereceğini öğrenen çocuk ileride eşine daha saygılı davranacak ve ona zulüm etmeyecektir.

Çocuklara adalet bilinci verilmeli: Eğitimin temeli ailede atılır. Anne babalar çocuklarına adil olmayı, kendi haklarını koruduğu gibi insanların haklarını da korumayı öğretmeli ve bunun bir sorumluluk olduğu bilincini vermelidirler.

Çalışmalar ortak yapılmalıdır:Şiddete yönelik çalışmalarda, sivil kuruluşlar, psikologlar, sosyologlar ve maneviyat eğitimiyle ilgilenin uzmanlar birlikte hareket etmeli ve ortak çözüm noktaları üzerinde yoğunlaşmalıdırlar.

Şiddete uğrayan kadınlar bir şekilde devlet korumasına alınmalı ve bu konuda kadın sığınma evleri müsayit hale getirilmelidir.

Şiddete uğrayan kadına, uzman desteği sağlanmalı ve güçlenmesi noktasında gerekli çalışmalar yapılmalıdır.

Şiddete uğrayan kadına, iş istihdamı sağlanmalı ve ayaklarının üzerinde durması için yardımcı olunmalıdır.

Şiddetin yıkıcı etkileriyle ilgili çeşitli çalışmalar yapılmalı ve insanlar bilinçlendirilmelidir.

Şiddet uygulayan eşe gerekli müeyyideler uygulanmalı ve psikolojik destek sağlanmalıdır.

Birkaç söz
Söz vardır yıkar
Söz en gelişmiş silahlardan en etkili araçlardan daha tesirlidir. O nedenle sözün kalitesini ve niteliğini dikkate almak zorundayız. Söz vardır yıkar tahrip eder, dumura uğratır...Söz vardır, etkili bir ilaç gibidir iyileştirir, onarır ve kuşatır. Söz vardır insanı kurtarır söz vardır bataklığa sürükler...O nedenle ağzımızdan çıkan her sözün bir mesaj taşıdığını bilmeli ve sözü seçerek kullanmalıyız...

Milli Gazete / Aile Hayat
 

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Dikkat eksikliği için on öğüt

1 . Yoğun enerjiyi rahatlatacak etkinlikler bulun. Koşu, spor, yürüyüş gibi etkinlikler yararlıdır. Garaj, bodrum gibi mekânlar uygun düzenlemelerle özellikle kötü havalar için kurtarıcı olabilir.

2. Çocuğunuzun sınırlılıklarını kabul edin. Ana babalar çocuklarının enerjik ve aktif olduğunu belki de hep böyle kalacağını kabul etmek duru-mundadır. Aşırı hareketlilik tasarlanarak yapılmaz. Aşırı hareketliliği ortadan kaldırmaya değil, kontrol etmeye çalışmalıdır. Örnek göstermenin, yıkıcı eleştirilerde bulunmanın yararı yoktur.

3. Komşuların aşırı tepkilerine karşı tampon olun. Sokakta "Kötü çocuk" sıfatını kazansa da bunu eve taşımayın. o "yoğun enerjili iyi bir çocuktur". Her zaman ailesinden kabul ve olumlu yönlendirme gören bir çocuğun benlik saygısı ve güveni sağlıklı gelişecektir.

4 . Ödünsüz, tutarlı disiplini sürdürün. Bu çocuklar yönetimi zor çocuk-lardır. Kurallar kendine ve başkalarına zarar vermemesi için kesinlikle uygulanmalıdır. Saldırgan ya da ilgi çekmek için yapılan tuhaf davranışlara kesinlikle izin verilmemelidir. Bu çocuklar kurallara direnir. Bu nedenle konulacak kuralların açık, net, tutarlı, uygulanabilir ve denetlenebilir olması gerekir. Çok önemli olmayan, göz ardı edilebilecek konularda kurallar konulmayabilir. Ana babalar çocuklarına karşı her an eleştirel olduklarında ilişkileri bozulacak, çocuğun güven duygusu ve benlik saygısı örselenecektir.

5.Kurallı toplantılardan kaçının. Aşırı hareketliliğin uygun olmayacağı topluluklara katılmaktan kaçının. Başlangıçta, lokanta, büyük satış mağazaları, konser gibi yerlere gitmekten kaçının. Evde kontrol kazanıldıktan sonra yumuşak geçişlerle bu gibi ortamlarda bulunun.

6. Bitkinlikten kaçının. Bu çocuklar yorgun olduklarında kendilerini kontrol etmeleri zorlaşır, hiperaktiviteleri kötüleşir.

7.Disiplini fiziksel olmayan cezalarla temin edin. Çocuğun bir süre için kendi başına bırakılabileceği bir odanın ya da yerin oluşturulmasında yarar vardır. Bu oda çocuğun kendi odası olabilir ve orada davranışları ve sonuçlarını düşünebileceği, sakinleşebileceği bir ortam yaratılmalıdır. Bu süre içinde odada bulunması gereken süre çocuğa belirtilmeli bu tür bir eylemin kötüye kullanımının önüne geçilmelidir. Bu çocuklara saldırgan olmamayı ve ülkeyi kontrol etmeyi öğreteceğimiz için fiziksel ceza mümkün olduğunca verilmemelidir. Olumlu yetişkin modeline daha çok gereksinim vardır.

8.Dikkat süresini uzatın. Evde vereceğiniz görevlerle dikkat yoğunluk ve süresini artırın. Hiperaktivitesiz davranışlarını ödüllendirin. Kitap bakıp okumak, bul-tak bilmecelerini çözmek, resimleri eşlemek gibi etkin-likler bellek ve dikkat üzerine olumlu etkiler yapmaktadır. Oyuncakların çok fazla sayıda olmamalarına, güvenilir ve sağlam olmalarına, yaratıcılığı artırıcı nitelik taşımasına özen gösterilmelidir. Hareketliliğini boşaltacağı görevler verin. Böylelikle hem sizin önerilerinizi yerine getirmiş, hem de hareketi iliğini doyum sağlamış olacaktır.

9. Evi düzenli tutun. Ev rutinleri, aşırı hareketli çocuğun düzeni kabul-lenmesinde yardımcı olur. Yemek, yatma ve çalışma saatleri düzenli olmalıdır. Tutarlı tepkiler çocukta tutarlılık yaratacaktır.

10.Düzenli aralıklarla sorunlu ortamdan uzaklaşın, kendiniz için hoş bir şeyler yapın. Dikkat Eksikliği Aşırı Hareketlilik Bozukluğu olan bir çocukla yaşamak zor bir deneyimdir. Ana babaların zaman zaman hoşgörü ve güçlerinin kalmadığını ve yoğun çatışmaların yaşandığını görmekteyiz. Bu gibi ortamlarda yukarıda sözü edilen kurallar çiğnenmekte, sorunlu çocuklar daha da bocalamaktadır. Bunu önlemek için ana babaların her-hangi bir sorunu düşünmeden rahatlayabilecekleri vc . güç depolaya-bilecekleri ortamların yaratılmasında büyük yarar vardır. Bu konuda aile üyelerinin bu gereksinimin farkına varması ve birbirlerine destek olmaları gerekliliği unutulmamalıdır.

Aile içi eğitim

Yaralayan sözler

Bir okurumuz yaşadığı sorunları bizimle paylaşmış ve mektubunun yayınlanmasını rica etmiş. Mektubun tamamını yayınlayamasak ta yaşananlara özet olabileceğini düşündüğümüz kısmını sizlerle paylaşmayı uygun gördük. Mektup, yaşadığım hiç bir haksızlığı unutmadım, unutamam da diye başlıyor ve şöyle devam ediyor:

" Görümcemden çok büyük zulüm gördüm. Evliliğimin ilk beş yılında hayatı bana zehir etti, iftira attı, kocamla aramı bozdu, çocuklarımla arama girdi. Onun yüzünden psikiyatriste gidip tedavi oldum... Şimdi yaptıklarından pişman olmuş gibi görünüyor bana yaklaşmaya çalışıyor. Çocukları aracı koyuyor, beni sık sık arıyor vicdanını rahatlatmaya çalışıyor. Kocamın hatırı için konuşuyorum ama yapılanları unutamıyorum. Yaşadıklarım içimde hiç iyileşmeyecek yaralar açtı. Bu mektubumu yayınlamanızı rica ediyorum. İnsanlar lütfen nasıl olsa telafi ederiz diye yakınlarını kırmasınlar, telafi edilse bile insanın içinde bir iz kalıyor...."

Okurumuzun da ifade ettiği gibi, bizler kırıldığımız insanları affedebiliriz, onlarla iyi ilişkiler kurabiliriz ama yaşananların izlerini kolay kolay silemeyiz. İnsanları affetmek, onların kusurlarını örtmek, hoş görülü ve fedakar olmak güzel bir davranıştır. Bu ilkelere tabi olan kimseler Allahın rahmetini umarak kendilerine kötülük yapanları affederler onlar için hayır duada bulunurlar. Ama, öyle de olsa, yapılan her haksızlık, söylenen her kırıcı söz düştüğü yerde bir iz bırakır da gider. Bu nedenle aslolan insanları kırmamak, hakkaniyet ölçülerine riayet etmek ve mahlukatı şefkatla kucaklamaktır. Okurumuzun bu mektubu bana bilinen şu hikayeyi hatırlattı. Hikayenin özeti kısaca şöyle:

Çok eskiden, köyün birinde bir baba ile bir oğul yaşarmış. Her ikisi de geçimlerini inşaatlarda çalışarak sağlarlarmış. Sorunlarını dışarıya pek yansıtmazlarmış ama babanın oğuldan çok şikayeti varmış. Oğul ele avuca sığmaz biri oluyor ve arkadaşlarıyla kavga edip eve geliyormuş. Oğulun zarar verdiği kişiler babaya gelip şikayetlerini ifade ediyorlar ve oğulun terbiye edilmesi konusunda babadan yardım istiyorlarmış. Bu duruma çok üzülen baba, oğluna nasihat ediyormuş ama bunun ona hiç faydası olmuyormuş.

Baba uzun zaman bu duruma sabretmiş, oğluna nasıl faydalı olabileceğini düşünmüş ama ne yapabileceği konusunda bir çözüme ulaşamamış. Yine günün birinde uzun uzun düşünmüş ve kendince bir çözüm yolu bulmuş. Bir gün oğlunu yanına çağırmış ve ona bir torba çivi vermiş. Oğul çivileri görünce şaşırmış ve bu çivileri ne yapacağını sormuş. Baba sakin bir vaziyette oğluna dönmüş " oğlum arkadaşlarınla kavga ettiğinde, insanları kırdığında, birine haksızlık yaptığında şu tahtaya bir çivi çak. Yaptığın her taşkınlık için bir çivi,...demiş...Oğul kendisine anlamsız gelse de babanın sözüne tabi olmuş ve ilk gün otuz işiyle kavga etmiş ve tahtaya otuz çivi çakmış. İkinci gün bu sayı yirmiye düşmüş, üçüncü gün on beşe...Oğul hayatına bu şekilde devam ederken, kavgaları günden güne azalmaya başlamış. Birkaç ay sonra, tahtaya hiç çivi çakmamış çünkü babanın bu uygulamasından sonra davranışlarını kontrol etmeye başlamış. Mutlu bir şekilde babanın yanına gitmiş ve " artık hiç çivi çakmıyorum, insanlarla hiç kavga etmiyorum, onları kırmıyorum demiş. Baba oğlunun yüzüne bakmış ve yüzeyi çivilerle dolu tahtayı kaldırmış. Sonra "bundan sonra da, kavga etmediğin günleri dikkate al ve insanları kırmadığın her gün için bir çivi çıkar demiş. Oğul hiçbir anlam veremese de babanın söylediklerini yapmaya karar vermiş. Ve kavga etmediği her gün için tahtadan bir çivi çıkarmış. Son çiviyi çıkarıncaya kadar devam etmiş ve bir gün tahtada hiç çivi kalmadığını görmüş, tahtayı aldığı gibi babanın yanına gitmiş. Oğlunun elindeki tahtayı gören baba, "sağ ol oğlum artık kimseyi kırmıyorsun, kimseyle kavga etmiyorsun...Ama bak şu tahtaya çıkardığın her çivi geride bir iz bırakmış. Bu tahta hiçbir zaman eskisi gibi olamaz tııpkı bu çivilerin iz bıraktığı gibi söylediğin her kırıcı kelime insanların kalbinde aynı şekilde iz bırakır. Onlar seni affetseler de yaşananlar bir gün olur yine hatırlanır. O yüzden dilini iyi kullan, insanları incitme, onların kalplerini yaralama..." demiş.

Yakınlarımızla ya da arkadaşlarımızla aramızda çatışma noktalarımız olabilir ama duygularımızı mümkün olduğunca kırıcı olmadan ifade etmeyi öğrenmeliyiz. Tamam... eğer biri bizi kırmışsa onu affetmek büyüklüktür fakat irademizi ve dilimizi iyi kullanmak ve kırıcı olmamaya gayret göstermek daha da değerli bir davranıştır...

Birkaç söz

Bildiğinizi bilmeyenlere öğretmeniz bir kayıp değildir

Mevlana " bir mum diğer mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez" der. Bilgiyi parayla satanlar, bildiklerini başkalarıyla paylaşmaktan kaçınanlar ve sahip oldukları iyi şeylerden başkalarına vermede cimri davrananlar bu sözü düşünmelidirler.

Milli Gazete / Aile Hayat
 

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
‘Âlimleriniz azalır, emirleriniz çoğalır!’

İbn Mes'ud: "Küçüklerin büyüdüğü, büyüklerin ihtiyarladığı o fitnenin geldiği gün acaba haliniz ne olur? Bu durum artık normal karşılanmaya başlanır, eğer bir gün bu durum düzeltilmeye kalkışılırsa, "Bu suçtur" denilir" dedi.

"Bu ne zaman olacaktır?" dediler. İbn Mes'ud: "İçinizdeki güvenilir kimselerin azaldığı, emirlerinizin servet biriktirmeye başladığı, âlimlerin kalmadığı, Kur'an okuyucularının çoğaldığı, ilmin, din için değil, dünya için öğrenildiği ve ahiret amelleriyle dünya elde edilmeye başlandığı zaman" diye cevap verdi.

"Bilgin münafıktan sakınınız"
Bir gün Hz. Ömer minberde toplanmış olan cemaate: "Bilgin münafıktan sakınınız!" dedi. Sahabiler: "Bilgin münafık da nasıl olur?" deyince, Hz. Ömer: "O, hak ile konuşur, fakat münker ile amel eder" dedi. [Beyhaki]

Hz. Ömer'in ümmet için korktuğu iki kişi
Bir gün Hz. Ömer şöyle dedi: "Sizin için iki kişiden korkuyorum. Biri Kur'an'ı işine geldiği gibi yorumlayan kişi. Diğeri de saltanat ve iktidar için kardeşiyle mücadele eden kişidir. [Cami, II, 194]

Basra heyeti Hz. Ömer'e geldiğinde, onların arasında Ahnef bin Kays da vardı. Hz. Ömer o heyeti gönderdi. Fakat Ahnef'i Medine'de alıkoydu. Hz. Ömer, Ahnef'e niçin bir seneden beri seni burada alıkoyduğumu biliyor musun? Allah'ın Resulü bizi güzel konuşan her münafıktan sakındırırdı. Ben korktum ki sen onlardan olasın. Fakat sen Allah'ın izniyle onlardan değilsin" dedi. [İbn Sa'd]

"Emirlerin kapılarındaki âlimler!"
Huzeyfe: "Sakın fitne yerlerine gitmeyiniz!" dedi.

"Fitne yerleri hangi yerlerdir, ey Eba Abdullah?" diye sorduklarında da: 'Emirlerin kapıları' Çünkü herhangi biriniz emirin huzuruna gider ve ona yaranmak için, onun yalanını tasdik eder ve onda bulunmayan vasıflarla onu över" dedi.

İbn Mes'ud şöyle dedi: "Deve ağıllarında nasıl zibil yığınları olursa, sultanların kapılarında da fitneler vardır. Hayatımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz onlardan dünyalık elde etmek için yanlarına gidiyorsunuz. Oysa siz daha onlardan dünyalık elde etmeden, onlar sizin dininizden bir o kadarını veya iki katını kapmış olurlar." [Cami, I, 167]

İlmi dünya malı için edinenler
Ebu Zerr şöyle dedi: "Şunu bilin ki Allah'ın vechi için elde edilmesi gereken şu hadisleri, bir insan dünya için elde ederse, cennet kokusunu ebediyen alamayacaktır."

Hz. Ömer, Ka'b'a: "İlmi, âlimlerin kalbinde yerleştikten sonra götüren ne olabilir?" diye sordu. Ka'b: "Hırs ve insanlardan menfaat beklemek" dedi.

Hz. Ali, ahir zamanda olacak bir fitneden bahsetti. Hz. Ömer ona: "Ey Ali! Bu ne zaman olacaktır?" dedi.

Hz. Ali: "Dinin gayrisi için fıkıh öğrenildiğinde, ilim amel için değil de, başka şey için öğrenildiğinde, ahiret ameliyle dünya elde edilmeye çalışıldığında olacaktır" dedi.

Zamanınızı evlerinizde geçirin!
Abdullah bin Mes'ud, arkadaşlarına "İlim pınarları olunuz. Hidayetin çıraları olunuz. Zamanınızı evlerinizde geçiriniz. Gecenin lambaları olunuz. Elbiseleriniz eski olsun, ama kalpleriniz yeni olsun. Yer ehli sizi tanımasın, fakat gök ehli sizi tanısın" demiştir.

İslam'ın nasıl zayıflayacağını biliyor musunuz?
Abdullah bin Mes'ud: "İslâm'ın nasıl zayıflayacağını biliyor musunuz?" dedi.

"Evet, elbisenin solması, hayvanın zayıflaması ve gümüş paranın kullanmakla aşınması gibi, İslâm da zayıflar" dediler.

İbn Mes'ud: "Evet İslâm, söyledikleriniz gibi zayıflayacaktır. Ancak âlimlerin gitmesi veya ölmesi daha büyük bir musibettir" dedi. Zeyd bin Sâbit'in cenazesinde hazır bulundum. Kabre konulduktan sonra, İbn Abbas: "Ey insanlar! İlmin nasıl gittiğini bilmek isteyen varsa, işte ilim böyle gider. Allah'a yemin ederim ki, bugün ilmin çoğu gitmiştir" dedi. [Taberani]

Bilgiyi unutmak, günahtandır!
Bir gün sahabeden İbn Mes'ud yanındakilere şöyle dedi: "İnsanın öğrenmiş olduğu ilmi unutması, sanıyorum işlediği günah yüzündendir." [Ebu Nuaym]

Kötü âlimler
İbn Mes'ud anlatıyor:

Eğer ilim ehli, ilmi korusaydılar ve lâyık olanlara onu bıraksaydılar mutlaka zamanlarının insanlarına efendi olacaklardı. Fakat bunlar ilmi dünya ehlinin yanına koydular. Bunu da dünya menfaati için yaptılar. Bu yüzden de halkım gözünden düşerler.

Ben Hz. Peygamber'in: "Kim sadece ahireti kendine dert edinirse Allah Teâlâ o kimseyi diğer bütün dertlerden kurtarır. Kim de, dünyayı kendine dert edinir de dünya vadilerinde boğulup giderse, o kimse Allah'ın umurunda değildir" buyurduğunu işittim.

Milli Gazete / Aile Hayat
 
Tekerlekli Sandalye
Üst