Yıl 1980’ler. İlkokul öğrencisiyim. O zamanlar zorlanarak ta olsa yürüyebiliyordum. Okul evimize 400-500 metre uzaklıkta. Yaz aylarında okula gidip gelmek benim için kolay olsa da kışın tam bir eziyete dönüşüyordu. Hani yaşlı amcalar, teyzeler “nerde eski kışlar” derler da adamlar haklı
Bir metreye ulaşan kar olurdu. Bir metrelik karda yürümek benim için neredeyse imkânsıza yakın bir durum. Ya okulun yolunun küreklerle açılmasını bekleyecektim ya da en nefret ettiğim şey olan abim ya da babamın sırtında okula götürülecektim. Genellikle ikinci seçenek olurdu.
Okulu seviyordum. Tüm bu zorluklar canımı sıksa da seviyordum okulu. 5. Sınıftaydım. Bir teneffüste ben her zamanki gibi okulun kapısında diğer arkadaşların oyun oynamasını izlerken benim gibi 5. Sınıfa giden bir kız beni oyuna davet etti. O güne kadar hiç oyunlara katılmamıştım. Katılamazdım da zaten. Ağır aksak yürürken hızlı ve makine gibi çalışan bedenlere ayak uydurmam imkânsızdı.
Her neyse. Oyuna davet edilmem üzerine kıza “ama ben oynayamam” dedim. Oda buna karşın senin oynayacağın bir oyun oynayacağız dedi. Merakla bende aralarına katıldım. 7-8 kişiydik. Herkes okulun bahçesinde bir daire oluşturacak şekilde oturdu. Ortaya da bir çocuk oturdu. Amaç topu ortadakine kaptırmadan daire oluşturanlara atmak. Evet oyun benim oynayacağım bir oyundu. Oyuna başladık. Beni oyuna davet eden kız sürekli topu bana atıyordu. Çocuk aklımla anlamıştım. Benim hiç oyuna katılmadığımı fark edip oyundan zevk almam için elinden geleni yapıyordu. Bana acımıştı. Evet evet acımıştı bana. Bu davranışın başka nedeni olmazdı. Oysa ben o kızı seviyordum. İnsanın sevdiği kız tarafından acınması fena bir durumdu. Çocukta olsanız fena bir durum işte. O günden sonra okuldan nefret ettim.
Toz pembe bir anı değildi. Enseyi karartmış gibi olmayayım ama durum budur.
Anlat dediniz anlattık.