Sessiz Anlatı

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,506
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Sessiz Anlatı*

“Tanrım, gülleri ve sessiz harfleri koru”.​
İbrahim Tenekeci​
sessizliğin en derin kuyusuna düşmüş bir taş ile başladı hikaye. bir kuyunun taşı bir taşın kuyusu birbirine sessiz bir lisan ile anlatırdı anlatılması gerekeni. birbiri ardınca geldiği zannedilen sessiz günlerden bir tanesiydi o gün yani her gün; yani her günün o günden farksızlığını ve o günün her günden farksız olmayacağını mühürleyen bir gündü. ayakkabılarını bağlayışına sessizlik hakimdi, sessiz bir bağcıkla doluyordu ayakkabısını sağdan sola, soldan sağa -doğrusu sessizliğin bir yönü var mıydı onu da merak ediyordu - merdivenleri adımlayışı sessiz sessizdi, dışarı çıktığında ya kapı çarpmamıştı, ya da sessizlik buna engel olmuştu. yürümeye başladı sessizliğin yuttuğu caddede, bir yere gider gibiydi, bir yer onu çağırıyormuş gibi. içinden sessiz sessiz ıslık çalıyordu, belki de sessizlik çalıyordu tüm ıslıkları o ise susuyordu. ana cadde kalabalıktı ama sessizdi, sessizlikten kar yağıyordu sanki, hızla giden arabalara zincirler takılmıştı, sessizlik zincirleri. sükût üşütüyordu insanları, arabaları, arabaların içindeki insanları, insanların içindeki arabaları. bakındı insanların yüzlerine ve yüzlerin insanlarına. ne kadar sessizdi insanların çehreleri diye geçirecekti içinden eğer içinden çıkabilseydi kendinin. adımlıyordu düşünceleri ayaklarıyla birlikte, yanyana gidiyorlardı, yanyana geliyorlardı, insanlar. küçük bir çocuğun elinden bin bir iskambil kağıdı çıkaran bir hokkabazın ellerine baktığı gibi hayret ile ellerine ve elleri arasındaki kağıda baktı. bakmış olmak için bakmıştı, tanımadığı bir insanın yüzüne bakılan bir bakışla, gözleri arasında bir yol gibi gidip gelen o sessizliği adımlayabilmek içindi bakmak. duraksadı duraksamayan sessizliği ile, severdi çünkü duraksamayı uzun bir yolda, uzun bir yolun sessizliğinde, kedileri sevdiği gibi. kediler sessiz harfler arardı çöplüklerde, çocukluğundan beri inanmıştı buna, o yüzdendir ki kedi gördü mü dayanamazdı, bir markete koşar bir kabın içine cebindeki tüm sessiz harfleri doldurur üzerine süt ekleyip koyardı önlerine. saatlerce başını okşardı onların sessiz sessiz ve çöplerde bulamadıkları harfleri sorardı onlara. kâğıt ve kedi, kâğıttan kediler; düşüyordu düşünden, düşündü, durdu. kolunda bir saati vardı, gözünün ucu akrep ile yelkovan arasına sıkıştı bir anda. zaman -sız bir sessizlik ile bir şeyler anlatmaya çalışıyordu; iki eli vardı her sessizliğin ve anlaşılmayan tıkırtıları. bir kelimenin sonuna –sız ve –siz eklemek ne ağır geliyordu doğrusu, varlık ve yokluğu üst üste biriktirmek, yok kılmak. oysa ne çok vardı, kar. hızlanmıştı çünkü bilmeyiş hızlandırıyordu her şeyi, insanı, eşyayı. o karşı konulması mümkün olmamış ve olmayan hız ile gelmişti insanların toplanıp metal atlara bindikleri yere. hiç yerde olmayı sevmemişti, hiçbir yerde olmayı. gözü hep gökteydi, gök hep gözünde maviye bürünüyor, mavi üstüne siniyordu sakin ve duru bir gök gibi. kuşlar da derdini anlatamıyor diye fısıldadı eliyle bir diğer eline. bir serçe ürkekliği ile göz gezdirdi cevapları yarım doğuran sorularına çare olabilecek birisi için. nereye gidiyordu bunca insan, bunca insan nereden geliyordu, neden bunca adres vardı, bunca adresi nereden biliyordu bunca insan. kurak bir çöle düşen yağmur katrelerinin ardı ardına düşüp buharlaşması intiharını andırıyordu aklına yağan bu sorular. adres, soru, cevap yansımalıydı birisinin yüzüne. omuzuna dokundu omuzundan habersiz birisinin, elindeki kağıdı göstererek. bir şey demeden durdu, bir şey denmeden karşısında duruldu. omzundan habersiz omuzlara dokunarak geçti bir zaman, gel zaman, git zaman, dur zaman… öğrenebilmişti adresi, yolu, yolu adres adres eden şeyi. insanları ardı ardına çizen bir çizginin en son sırasına giriverdi ve her sıranın sonunda olduğu gibi bir kapıdan geçiş bir yolculuğa çıkış. sarsıntı, hareket edebilen bir yerin yerinden kopuşu. DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
 
Tekerlekli Sandalye
Üst