Nazım Hikmet - Benerci Kendini Niçin Öldürdü? - Birinci Kısım
Benerci Kendini Niçin Öldürdü?
Birinci kısım
 
Birinci bap
 
Bir genç adama... Hakim Heraklit'e...
Yıldızlara ve aşka dairdir...
 
I
Şehir uzakta. 
Genç adam ayakta. 
Akıyor şehirden geçen nehir 
Genç adamın ayakları dibinden. 
Genç adam piposunu çıkarıyor cebinden aranıyor kibriti. 
Bakıyor akar suya düşünüyor heraklit'i, 
Düşünüyor büyük hakîm heraklit'i genç adam... 
Kim bilir belki böyle bir akşam, 
Böyle bir akşam, heraklit alnını 
Yeşil gözlü zeytinliklerde akan suya eğdi ve dedi: 
Her şey değişip akmada, 
Bu hal beni hayran bırakmada..
Heraklit, heraklit; ne akıştır bu!. 
Ne akıştır ki bu, dalgalarında 
Dağlıdır alnı en mukaddes putun 
Kızgın demir damgasıyla sukutun. 
Gebedir her sukut bir yükselişe. 
Ne mümkün karşı koymak bu köpürmüş gelişe.. 
Heraklit, heraklit!.
Akar suya kabil mi vurmak kilit?
Şehir uzakta. 
Genç adam ayakta. 
Akıyor şehirden geçen nehir 
Genç adamın ayakları dibinden. 
Genç adam 
Kibritini çıkarıyor cebinden yakıyor piposunu. 
Dikine mustatil bir apartımanın 
En üst katında 
Dört köşe bir oda. 
Perdesiz pencereler. 
Pencerelerin dışında yıldızlı geceler. 
Genç adam alnını dayamış cama. 
Ben, romanın muharriri 
Diyorum ki genç adama: 
Delikanlım!. 
İyi bak yıldızlara, 
Onları belki bir daha göremezsin. 
Belki bir daha 
Yıldızların ışığında 
Kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin..
Delikanlım!. 
Senin kafanın içi 
Yıldızlı karanlıklar kadar 
Güzel, korkunç, kudretli ve iyidir. 
Yıldızlar ve senin kafan 
Kâinatın en mükemmel şeyidir.
Delikanlım!.
Sen ki, ya bir köşe başında 
Kan sızarak kaşından gebereceksin,
Ya da bir darağacında can vereceksin. 
İyi bak yıldızlara 
Onları göremezsin belki bir daha...
Delikanlım!. 
Belki beni anladın, belki anlamadın. 
Kesiyorum sözümü.
İşte kapı açıldı 
Geldi beklenen kadın.. 
Beklettim mi? 
Çok... 
Ama zarar yok..
Kadın 
Yakaladı genç adamı elinden. 
Genç adam 
Yakaladı kadını belinden. 
Bir yumrukta kırdı camı. 
Oturdular pencerenin içine. 
Sarktı ayakları gecenin içine... 
Işıklı bir deniz dibi gibi 
Başlarında, sağda, solda gece yanıyor. 
Ayakları karanlık boşluklara sallanıyor.. 
Sallanıyor ayakları 
Sallanıyor ayakları... 
Dudakları
Sevmek mükemmel iş delikanlım. 
Sev bakalım... 
Mademki kafanda ışıklı bir gece var, 
Benden izin sana, 
Seeeeev 
Sevebildiğin kadar... 
 
İkinci bap
 
Genç adamın, sevgilinin şahıslarına...
Tibet mabetleri ve amerikan filimlerine...
Ayın on dördüne... Genç adamın esrarengiz
Meşgalesine... Ve nihayet, müsebbibi meçhul
Bir ihanete dairdir.
 
I
Mevzubahs gencin 
İsmi: benerci. 
Kendisi aslen hintli olup 
Maskatı re'si delhi'dir.. 
Dostlarının nazarında tam 
Adam, 
Düşmanlarının indinde azgın bir delidir 
Ve britanya polisinde künyesi şüphelidir.. 
Şeklü şemailine gelince: 
Ne pataşon gibi tombul bir cüce, 
Ne masist gibi bir dev, 
Ne de villi friç gibi bir babik oğlandır o, 
İki gözlü, tek burunlu, basbaya insandır o... 
Birinci babımızda, 
Benerci'nin odasına gelen kadın 
Mühim bir rol oynıyacak kitabımızda. 
Kendileri bir ingiliz mis'idir. 
Hem ingiliz mis'lerinin nefisidir... 
İmdi, 
Be nefis 
Mis 
Nerde, nasıl tanıdı benerci'yi?. 
Diye sorarsam size, ben, 
Eminim ki, siz, cevaben:
Mermer 
Merdivenler.. 
Kapı. 
Kapıda kıvırcık saçlı 
Taştan 
İki aslan. 
Tibet. 
Tibette mabet. 
Mabedin içi... 
Omuzlarından çıkan on altı kolu havada, 
Çıplak karnı iki kat, 
Bağdaş kurup oturmuş 
Mâbut 
Buda.. 
İnledi öküz derisinden mukaddes davul: 
Savul! 
Savul!!. 
Savuuuul!!!. 
Buda'ya kurban geliyor. 
Sarı saçlı, mavi gözlü bir kadın 
Beyaz, kar gibi.. 
Kadının canına kıyacaklar gibi.. 
Açıldı kanlı bir ağız şeklinde karnı buda'nın, 
Fışkırdı mukaddes alevler dışarıya. 
Uzun külâhlı moğol rahipleri 
Kaldırdılar havaya beyaz kadını. 
Doyuracaktır buda ateş dolu karnını. 
Mavi gözlü dilber kurban gidiyor, kurban... 
Dran! 
Drrrran!. 
Drrrrrrrran!!!.
Atıldı üç el tabanca. 
Yuvarlandı moğol rahipleri birbiri ardınca. 
Esmer bir delikanlı yaklaştı mavi gözlü dilbere! 
Kaçalım! 
Bir an kaybedecek zaman değil..
Otomobil.. 
Son sür'at.. 
Saatta 110 kilometre..
İşte bu kurtarılan kadın, 
Birinci bapta odaya gelen kadındı. 
Onu kurtaran genç: 
Benerci.. 
Ve bu suretle ingiliz miş 
Tanıdı hintli genci.. 
Diyerek 
Haltedeceksiniz. 
Romanımı daha başlamadan berbat edeceksiniz.. 
Gelin, etmeyin çocuklar.. 
Ne çıkar, 
İnanın bir sefer olsun Nazım'a 
Amerikan filimlerinden fazla..
İlk tesadüf 
Tramvayda oldu. 
İkincisi 
Lokantada. 
Üçüncüde düğüm bağlandı nihayet 
Siyah podüsüet 
Bir çantada.. 
İngiliz kızı mahsus 
Çantasını yere düşürdü. 
Hintli genç mahsus 
Düşen çantayı gördü: 
Kaldırarak 
Verdi kıza... 
Eeeeeee? 
Sonra? 
Derseniz, 
Bakın, birinci babımıza... 
Ayın on dördü. 
Ayın on dördünü Paris'te aç gezen gördü, 
Dedi ki: 
Bu gece ay 
Dibi kalay 
Bir tencere gibi...
Ayın on dördü. 
Ayın on dördünü Fatihli hırsız gördü, 
Dedi ki: 
Bu gece ay 
Gökte açık kalan 
Bir pencere gibi. 
Atlasak içeriye, 
Aşırsak, be imanım, 
Meryem ana'nın 
Gümüş takımlarını.
Ayın on dördü. 
Ayın on dördünü İrlandalı bir polis gördü, 
Dedi ki: 
Benziyor ay 
Yıldızların yaldızlarını çalmak için 
Göğe çıkan bir hırsızın 
Fenerine...
Ayın on dördü. 
Ayın on dördünü şair Salih zeki gördü: 
Benzetti kendi eserine 
Beğendi...
Ayın on dördü. 
Ayın on dördünü Londralı bir lord gördü, 
Dedi ki: 
Benziyor ay 
Haşmetpenahımın 
Dizbağı nişanına...
Kızardı ayın on dördü. 
Kızaran ayın on dördünü bir parya gördü, 
Dedi ki: 
Benziyor ay 
Ganj'ın üstüne damlayıp yayılan 
Kardeş kanına.
Ayın on dördü. 
Bu sefer bizzat 
Çekik gözleriyle ayın on dördü 
Kalküta şehrine civar, 
Bir çay tarlası gördü. 
Tarlanın dışında duvar. 
İçinde bir ev.
Gece saat: 2...
Evin alt katındaki oda. 
Kapalı pencereler, asma bir lamba, 
Bir masa ortada. 
Üç amele, iki köylü, bir muallim ve benerci, 
Yani ceman yekûn: 
Yedi kalküta delikanlısı, yedi inkılâp genci...... 
Benerci söz söylüyor: 
Bize karşı 
İntelicent servis 
Kendine mahsus...
Sus. 
Bir tıkırtı var.
Döndü başlar kapıya.
Sana öyle gelmiş. 
Devam ediyorum arkadaşlar: 
İntelicent servis 
Kendine mahsus...
Benerci, sus. 
Rüzgâr... 
Arkadaşlar 
İntelicent servis... 
Sıııııs... 
Söndürün... 
Dışarı bakacağım...
Karanlık... 
Aralandı pencere. 
Ay ışığı 
Parlıyan enli bir kılıç gibi keserek karanlığı 
Düştü yere. 
Ne var? 
Sııııısss!. 
Dışarda polis. 
Lambaları sönmüş iki otomobil, 
Ve bir sürü motosiklet... 
Satıldık... 
Evet... 
 
Üçüncü bap
 
Taymis gazetesi'nin bir telgrafı... Vaziyetin telhisi ve benerciyle istanbulda matbaada bir mülâkat... Kalkütada umumî grev... Somadeva... Taşlanan çocuğum... Ve daha birçok yürekler paralayıcı hadiselere dairdir.
Taymis gazetesinin kalküta'dan aldığı bir telgraftan:
Kalküta - kızılların tevkifatı devam ediyor. Şehir civarındaki çay tarlalarında metrûk bir evde toplanan gizli vilâyet komiteleri, içtima halindeyken derdest edilmiştir. Yedi kişiden mürekkep olan komite azalarından altısı yakında adliyeye verileceklerdir. Yalnız, ilk istintak neticesinde, gene komite azasından, benerci isimli bir genç tahliye olunmuştur... 
 
Vaziyeti telhis edelim hele.
Bir. 
Benerci inkılâpçı bir gençtir. 
Hazım zamanlarını, boş gecelerini değil, 
Boydan boya ömrünü vermiştir ihtilâle...
İki. 
Birinci bapta öğrendik ki, 
Benerci âşığıdır britanyalı bir kızın. 
Yani, delikanlımızın 
Kalbine bir taş düşmüş. 
Kırmızı saçlı bir baş düşmüş 
Ve kalbi dalga dalga halkalanıyor...
İki, a: 
Benerci riyaset ederken gizli bir içtimaa 
Altı yoldaşıyla yakalanıyor.
İki, b: 
Fakat meçhul bir sebebe binaen, 
Yoldaşlarının mevkuf bulunmasına rağmen, 
Benerci tahliye edilmiştir.
İki, c: 
Bence, yani romanın muharrirince olduğu kadar, 
Benerci için de bu tahliye keyfiyeti 
Siniri, ruhu, kemiği, eti 
Kemiren bir esrardır, iki gözüm, 
Serapa esrar...
Benerci, sana dört teklifim var: 
Evvela, 
Kalküta'dan istanbul'a 
Çık yola. 
Babıâli caddesinde matbaaya gel... 
Geldin mi? 
Alâ...
Saniyen: 
Sinirini yen. 
Karşımda dikilip durma, otur...
Salisen: 
Ayağını iki defa yere vur: 
Kapı açılsın 
Lebbeeeeeeeeyk! Deyip 
Bize iki çay getirsin kahveci üstat.
Rabian: 
Anlat. 
Şu müthiş müşkili birlikte halledelim seninle...
Anlatıyorum. 
Dinle:
Ve benerci, macerayı bana, kafiyesiz filân, yani nesren şöyle anlatmaya başladı:
Sarılmıştık. Yok edilmesi lâzım gelen bazı kâatlar vardı. Vakit kazanmak için, polisin üstüne ateş açtık. Brovniklerimizin şarjörlerini iki defa tazeledik. Birimiz kolundan, birimiz de başından yaralandı. Kurşunlarımız tükendi. Britanya polisi içeri girdi. Gırtlak gırtlağa kapıştık. Nihayet, kıskıvrak bağladılar bizi. Kamyonlara yüklediler. Müdüriyette, yedimiz birden, bir herifin karşısına dizildik.
Burada, benerci yine coştu, işi kafiyeye döktü:
Herifin mavi gözleri çipil çipil suratı çilliydi. 
İntelicent'ten olduğu belliydi. 
Geçti arkadaşların önünden. 
Benim önümde durdu. 
Yüzüme baktı. 
İsmimi sordu. 
Beni bıraktı... 
Niçin bıraktılar beni? 
Beni niçin bıraktılar? 
Benerci, buna bir tek sebep var. 
Ne? 
Düşecekler peşine.. 
Eşine?? 
Ateşine?? 
Mateşine?? 
Tükürmüşüm kafiyenin içine... 
Yani, anlıyacağın, seni bıraktıktan sonra peşine düşecekler. Sonra cooop, haydi bir tevkifat daha. Tabii, sen yine içerde. Hem bu sefer artık suratına bakıp ismini sorup bırakılmamak şartıyla. İşte tahliye keyfiyetinin sebebi... 
Sebep bu değil. Ben, tamamen temizim. Arkamda takip yok. 
Tuhaf şey. Dışarıda temas ettiğin arkadaşlar ne diyor? 
Galiba onlar da senin gibi düşünüyorlar. İki üç defa, muhtelif arkadaşlarla temas etmek istedim. Fakat verdiğim randevulara gelmediler. Arkadaşlar benimle görüşmek istemiyor. 
Öyleyse, sen hemen yine kalküta'ya git oğlum. Ne halt edersen et, şu vaziyeti bir düzelt bakalım.
Benerci gitti. 
Baktım ki, pencereden: 
Muktesit, muharrir ve muhbir 
Nedim vedat bey geçiyor. 
Düşündüm benerci'yi 
Ve mel'un bir ihtimalle birden 
Yüreğim cızz etti.
Arif olanlar için, 
Bu fasıl burada bitti... 
 
Stop: 
Fren! 
Zıııınk! 
Durdu!. 
Amele baş parmağını tele dokundurdu. 
Akümülatör, dinamo, motor, buhar, benzin, 
Elektrik, 
Trrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrik! 
D     u     r      -      d     u      !!!..
Yüksek tuğla bacalarda dumanlar donakaldı. 
Koptu kayışlar. 
Patron, sabotaj var!. 
Koş telefona. 
İşlemiyor... 
Telgraf... 
Teller kesilmiş, 
Makina bomboş... 
Koş!.. 
Karşımda durma, avanak!.. 
Hangarda ne varsa, üstüne atlıyarak, koşun şehre... 
Sarjant, polismen, asker, 
Kırk ikilik, tayyare, tank, ne bulursanız, yetiştirin... 
Birden bisiklet, motosiklet, otomobil, omnibüs 
Tozu dumana kattılar, dumanı toza... 
Fakat yine birden ekşi boza... 
Ne ileri ne geri. 
Paaaaah!.. 
Fıııııss... 
Patladı lastikleri... 
Geç kaldılar, geç!..
Drran drrrn drrran... 
Tiki taka frev... 
Edildi ilân umumî grev!!!..
Kalküta grevdedir. 
Benerci evdedir, 
Sırtüstü yatıyor yatakta... 
Geçiyor haykırışmalarla kapısının önünden 
Tek başlı, tek yürekli, milyon ayaklı kalküta...
Onlar, hep beraber grevdedir... 
O, yapayalnız evdedir. 
Yapayalnız... 
Tavan, kapı ve duvar... 
Onu kavgaya çağırmadılar. 
Günlerdir ki, onu gördükçe arkadaşları çevriliyor başları...
Benerci yatakta 
Kalküta ayakta. 
Benerci görmeden görüyor yattığı yerden 
Yürüyen kalküta'yı:
Adım adım. 
Adım — lar 
Adım — ları... 
Kal — dırım 
Kal — dırım. 
Kal — dırım — lar 
Kal — dırım — ları... 
Cad — de... 
Cad — deler... 
Kalabalık... 
Ka — la — ba — lık 
İtiyor iki yana apar — tıman — ları... 
Behey tram — vay!.. 
Çiğneneceksin: 
Sağa sola sap... 
Geçit yok. 
Rap rappp rappp!!!!! 
Ve... 
Va... 
Vey... 
Yol açın kamyonlara 
Amele çocukları 
Babalarını geçiyor..»
Haykıraraktan 
Benerci fırladı yataktan. 
Şimdi sokaktan 
Tek bir insan sesi yükseliyordu... 
Benerci koştu pencereye: 
Aşada sokak kalabalık. 
Yukarda masmavi bir hava 
Aşada bir kamyonun üstünden kalabalığa 
Söz söylüyor en yakın arkadaşı somadeva:* 
Arkadaşlar! 
Aylardır ki anamız avradımız 
Uzun aç dişleriyle dişlediler 
Kendi memelerini. 
Arkadaşlar... 
Çıplak aç karnını kurşunlara vermek, 
Kıvranarak gebermek... 
Tek  . . . . 
Vaar? 
Hayır!. 
..ar . . . . . . . 
Lar . . . . . .
Somadeva, benerci'nin en yakın arkadaşı olup, uzun bir müddetten beri kalküta'da bulunmuyordu. Binaenaleyh, böyle bir zamanda onun sesini duyup kendisini görmek, elbette ki, benerci'yi sevinçli bir hayrete düşürecektir.   N.h.  
Önümüzde onlar kalın enselerini kırıp 
Boynuzlarını saplayınca toprağa... 
Ağa.... 
Biz.... 
..Mizi!. 
Patiska bir gömlek gibi yırtarak etimizi 
Kanlı kemiklerimizle 
Cağız . ! ! . . 
O zaman gülleri koklıyacağız. 
O zaman tabiat 
Güzel bir ağız gibi karşımızda gülümsiyecek...»
Benerci   artık   kendini   tutamadı.   Pencereden    üç   defa:    s o m a d e v a..     S o m a d e v a..         S o m a d e v a..  Diye haykırdı. Bu haykırış o kadar kuvvetli idi ki, s o m a d e v a  sustu. Birdenbire esen rüzgârla bulutları dağılan bir yaz sağanağı gibi sokaktaki kalabalığın uğultusu kesildi. İnsanlar, başlarını enselerinin üstüne yatırarak, dikine mustatil apartımanın yedinci katındaki perdesiz pencereye baktılar. Ve orada, camın arkasında, benerci'nin sarı yüzünü gördüler. 
S o m a d e v a, benerci'yi tanıdı. Kolları ona doğru uzanır gibi oldu. Bu hareketi, yalnız yukardan benerci ve kendi içinin içinden  s o m a d e v a  gördü. Başka hiçbir göz, uzanmak, kucaklamak istiyen kolların hasretini göremedi. 
Yukardan, yine benerci, üç defa bağırdı: 
S o m a d e v a..  S o m a d e v a..  S o m a d e v a... 
Aşada  s o m a d e v a,  kamyonun etrafına toplananlara: 
Bana bir taş veriniz, dedi. 
Taşı verdiler. Ve en eski günlerin en yakın arkadaşı: 
Bu adam nefsini kurtarmak için yoldaşlarını satmıştır. Benerci müstevlilerin casusu olmuştur. En yakınlarının kellesini satmasaydı, bunu yapmasaydı, onun kahrolası başını omuzlarının üstünde bırakmazlardı, dedi. Ve sağ kolunun bütün kuvvetiyle, yedinci kattaki perdesiz pencereden bakan sapsarı insanın yüzüne, taşı attı... 
Somadeva'nın taşı, benerci'nin alnına geldi. Benerci dimdik durdu. İki kaşının arasından sızan kan, çenesinden göğsüne aktı... 
Ve benerci'nin başı benim, ben nâzım hikmet'in dizlerine düşünceye kadar, en büyük, en iyi, en sevgili, kahreden ve yaratan kalküta, onu taşladı. 
Baygın çocuğumu, yatağına yatırdım. Camları parçalanmış, pervazları kanlı pencereye çıktım. Arasıra arkasına dönüp bakarak uzaklaşan kalabalığın peşinden şu suretle feryada başladım: 
Benerci benim oğlum... 
Ben onun yüzünü 
Görebilmek için 
Kaç kere gecemi gündüzümü 
On birlik tütüne satarak 
Dumandan bir adam gibi dikilip durmuşum... 
Benerci benim oğlum, 
Ben onu uykusuz gecelerin 
Ellerine doğurmuşum...
Benerci sizi satmadı. 
Benerci günlerdir yemek yemiyor, 
Gecelerdir yatmadı. 
O yatmıyor, ben yatabilir miyim? 
Benerci sizi satmadı, 
Sizi ben satabilir miyim? 
Benerci benim oğlum. 
Onu ben kellemden, etimden, iskeletimden 
Sizin için doğurdum...
Dostlar! 
İçinizden bir çıban gibi şüphenizi yolunuz. 
Benerci sizin oğlunuz, 
Benim oğlum...
Fakat, kalabalık, benim sesimi bile işitmeden ilerledi, kayboldu. O zaman, hâlâ baygın yatan çocuğuma döndüm, dedim ki:
Dostlar dinlemedi beni benerci. 
Benerci oğlum, küçücüğüm, büyüğüm, 
Başında dolaşan bu mel'un düğüm 
Çözülene kadar... 
Bizim ah! Demeğe hakkımız yok, 
Onların taşlamağa hakkı var... 
Kalküta'da bir polis karakolunun 
Yüksek duvarlarının dibi
Gök gürler. Vakit akşam üzeri. Üç polis karakolun duvarları dibinde buluşur.  
Birinci polis — nereye gitmiştin? 
İkinci polis — domuz boğazlamaya... 
Üçüncü polis — sen nerdeydin? 
Birinci polis — köprünün üstünde 
Bir hintli karı gördüm demin. 
Kucağında kertenkele suratlı bir çocuk vardı. 
Çocuk beni görünce başladı ağlamaya 
Ağlamaya 
Ağlamaya... 
Karıya: 
Sustur şu piçi, 
Britanya polisine selam versin, dedim. 
Selam vermezse, kuyruksuz bir fare gibi 
Gebersin dedim. 
Ne sustu, ne selam verdi kara kurbağa yavrusu. 
Akıyordu su... 
Akar suya fırlattım bu zırlayan şeytan piçini. 
Anası yüzüme bakıp 
Kara bir uçurum gibi çekti içini. 
Dokundu rikkatime bu iç çekiş. 
Madraslı bir ihtiyar: 
Zabı azapla tedavi edin...demiş. 
Getirdim karakola kocakarıyı. 
Sarı sırtından kızıl kan sızdırıp çekeceğim içinden ağrıyı... 
İkinci polis — sana bu işte yardım için 
Kocakarıyı eski bir halı gibi 
Ayaklarına sereceğim. 
Birinci polis — lütufkârsın... 
Üçüncü polis — ben de sana: 
Bengale ormanlarında avlanmış bir filin 
Koparılmış erkekliğinden 
Bir kamçı vereceğim... 
Birinci polis — başka bir şey istemez... 
Malumdur bana azabı ısdırap, 
Ezberimdedir tekmil kitabı ıstırap. 
Meselâ: 
Uykulara kâbus gibi çökebilirim, 
Tırnak sökebilirim, 
Kulakların içine kurşun dökebilirim. 
Ellerin derisini eldiven gibi soymak, 
Koltuk altına kaynar sudan yeni çıkmış 
Hindi yumurtası koymak, 
Sirke damlatarak gözleri oymak, 
Domuz topu ıtlak olunan usûl, 
Velhasıl daha bin bir usûlle gayeye vusûl 
Mümkündür bence... 
Bakınız, bende ne var? 
3. Ve 2. Polis — göster bize 
Göster bize!! 
Birinci polis — grevde yakalanan 
Hintlilerden birinin 
Taze kesilmiş başparmağı... 
Kesildikten sonra yarım santim uzadı tırnağı... 
3. Ve 2. Polis — haydi içeri gidelim, 
Uzayan tırnağı seyredelim...
Polisler karakoldan içeri girerler. Bir müddet sahne boş kalır. Benerci gelir. 
Yağmur yağmaya başlar... Benerci, belini karakolun duvarına dayayarak çömelir. 
Karakolun duvarından insan çığlıkları gelmektedir. Ve yağmurun içinden uzun bir şehrin uğultusu işitilmektedir. 
Karakolun duvarından gelen insan çığlıkları: kalküta grevcilerine aittir. 
Yağmurun içinden uğultusu işitilen şehir: kalküta'dır. 
Yağmur... Alaca karanlık... Akşam suları... 
Kalküta grevi mağlûp olmuştur. 
Somadeva yakalanmıştır. Ve benerci'nin, duvarı dibine çömeldiği karakolda, somadeva'nın omuzbaşları dilim dilim yarılarak kanıyor. 
Yağmur... Karanlık... Gece iyiden iyiye indi. 
Benerci'nin saçları, omuzları, dizkapakları sırılsıklam oldu. Arkadaşlarının attığı taşlarla alnında açılan yarayı kapayan sargı ıslandı, yapıştı... 
Arkadaşlar içerdedir. 
Benerci yine dışarda... 
Kara gömlekli bir italyan faşistinin bile, oğlumun çektiği azabı duymasını istemem... 
 
Birinci kısmın sonuncu babı
Benerci'den aldığım mektuptur
Benerci'den şöyle bir mektup aldım, aynen neşrediyorum:
"sana verdikleri zaman bu mektubu 
Belki ben çoktan nokta son demişimdir. 
Bu sefer dostların taşını değil, 
Mendebur bir kurşunu kafamdan yemişimdir.
Nâzım, 
Biliyorum, 
Ölümün önünde rol kesip 
Hamlet gibi budala, 
Verter gibi komik olmamak lâzım.
Nâzım, 
Bilmiyorum, ne haltedeyim? 
Nasıl altedeyim? 
Şöyle bir poz alıp durmak 
Kendi kendini vurmak, 
Kıyak iş doğrusu!..
Bak, 
Kapı komşum uyandı, 
Muslukta akıyor su, 
Yüzünü yıkıyor... 
İndi ıslık çalarak merdivenlerden 
Sokağa çıkıyor...
Ben... 
Ne hamlet, ne de verter...!!! 
Neyse, geç... 
İşi anlatayım, 
Tıraş yeter...
Sokak karanlıktı. 
Senin, nefismiş dediğin 
Birdenbire karşıma çıktı. 
Dedi ki: «aylardır peşindeyim» 
Dedi ki: «telâş içindeyim, nerdesin?» 
Daha birçok şeyler dedi korkuya, aşka dair. 
Eklendi hatıralar hatıralara. 
Sonra, 
«nereye gidiyorsun?» dedi, «eve geldik» dedi, 
«içeri gir.» 
Onun evine girdik. 
Ev karanlık ve bomboştu. 
Yatak odası, lamba yandı, konuştum: 
Bana bir bardak 
Dumanlı, kırmızı, sıcak çay, dedim.
Çıktı dışarı. 
Baktım karşıda çanta. 
Hani taaa onun yolda düşürdüğü 
Ben benerci serseminin gördüğü 
Siyah podüsüet çanta.
Açtım: 
Kâatlar. 
Okudum: 
İntelicent servis raporları, 
Ve yeni bir tevkifat listesi var. 
Benim ismim yok.
Anladım. 
İçeri girdi o, 
Bardağı bıraktı. 
Yüzüme, elime, çantaya baktı. 
Bakıştık.
Tuttum omuzlarından. 
Başını vurdum duvara vurdum... 
Duvarda kan. 
Vurdum duvara...
Sonra... 
Sokak... 
Tramvay yolları 
Tramvay yolları, sağları, solları 
Bomboş, uçsuz bucaksız tramvay yolları... 
Nefes nefese koşarak 
Sonra teker teker 
Merdivenler.
Durdum. 
Odam. 
Dargın bir kaş gibi kımıldandı tokmağın sapı. 
Açıldı kapı. 
Oturdum. 
Kalktım. 
Odanın ortasında dolaştım biraz. 
Sonra baktım duvarlara. 
Dışarda şafak atmış, 
Duvarlar bembeyaz. 
Baktım duvarlara. 
Sonra sağ elim art cebimden brovniği çıkardı. 
Ağzımda cıgara vardı. 
Acı geldi tütün tükürdüm. 
Şarjörü sürdüm. 
Kurşun namlunun içindedir. 
Kalbim hudut haricindedir... 
Şimdi benden sana son göz 
Son söz 
Son ses: 
S.. O.. S!!. 
S.. O.. S!!. 
S.. O.. S!!. 
Kalküta'ya gidip benerci'yi 
Ne halde buldum?
Ya yattı karanlık sulara 
Yahut da yatıyor. 
İmdat işareti var, 
Işıklı bir umman gemisi batıyor... Dedim. 
Gözleri kanlı bir kurt gibi mesafeleri yedim, 
Yetiştim kalküta'ya... 
Gökten bir kartal gibi alçalarak 
Girdim yedinci kattaki odaya.
O ne? 
Benerci yazı yazıyor ıslık çalarak... 
Dipdiri! 
Teresin keyfi yerinde... 
Ne mükemmel bir ışık var 
Beni gören gözlerinde. 
Gözlerinin içine güneş vuruyor.
Masada bir portakal duruyor, 
Soluyarak soyup yedim. 
Haydi be herif, anlat! Dedim... 
Ölüsünü bulacağımı zannettiğim halde 
Karşıma yazı yazar ve ıslık çalar bir vaziyette 
Çıkan benerci'nin "anlat be herif..." feryadım 
Üzerine bana anlattıkları:
En yakınlarım, en yakın dostum 
Taşladılar beni, taşladı. 
Ve mavi gözlü kadın yoldaşlarımı satıp 
Başımı bana bağışladı... 
Karardı içim 
Karardı içim... 
Kulaklarımda kazma sesleri. 
İçimde ıslak bir toprak kazılmaya başladı. 
Girdim yarı belime kadar 
Dumanlı sıcak karanlıklara...
Sonra? 
Çok şükür ki, sonrası senin 
Kötü edebiyat yapmana yaramıyacak kadar sade, alelade!.. 
Hani üstadın bir sözü var: 
Boş gecelerini değil, 
Boydan boya ömrünü ver inkılâba... Diyor. 
Bu söz. Virgül 
Kocaman, çıplak bir alından bakan iki göz. 
Virgül
Ve ben işte sağım!.. 
Anladım ki şunu...... 
Çıkardım namludan kurşunu, 
Onu dehşetli güzel günlere saklıyacağım... 
 
Birinci kısmın sonu