Nazım Hikmet

  • Konuyu başlatan Fırtına
  • Başlangıç tarihi

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Davet

2015-07-12_011554.jpg

Davet

Dörtnala gelip uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benziyen toprak,
Bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
Yok edin insanın insana kulluğunu,
Bu davet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret bizim...
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Doğum

2015-07-12_011456.jpg


Doğum

Anası bir oğlancık doğurdu bana;
Kaşsız, sarı bir oğlan,
Masmavi kundağında yatan
Bir nur topu, üç kilo ağırlığında.

Benim oğlan
Dünyaya geldiği zaman,
Çocuklar doğdu Kore'de,
Sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
Makartır kesti onları,
Gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oğlan
Dünyaya geldiği zaman,
Çocuklar doğdu yunan zindanlarında,
Babaları kurşuna dizilmiş.
Bu dünyada ilk görülecek şey diye
Demir parmaklığı gördüler.

Benim oğlan
Dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Anadoluda,
Mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler doğar doğmaz
Kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
Benim oğlan
Benim yaşıma bastığı zaman,
Ben bu dünyada olmayacağım,
Ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
Siyah,
Beyaz,
Sarı
Bütün çocukları
Sallayan
Mavi atlas döşekli bir beşik.


Makartır - (Mac Arthur): Amerikan generali. 2. Dünya savaşında Asya’daki Amerikan ordularının kumandanlığını yaptı. Asya halklarına karşı yürüttüğü baskılarla ün saldığı (!) İçin Amerikan hükümeti tarafından Kore savaşının kumandanlığına da atandı.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Dörtlük

2015-07-12_011038.jpg


Dörtlük

Koparmış ipini eski kayıklar gibi yüzer
Kışın, sabaha karşı rüzgârda tahta cumbalar
Ve bir sac mangalın küllerinde
Uyanır uykuda büyük İstanbul'um.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Dünya, Dostlarım, Sen Ve Toprak

2015-07-12_011316.jpg


Dünya, Dostlarım, Sen Ve Toprak

Fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime,
Toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum.
Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bildiğim halde
Ve meçhulüm değilken güneşin yanında oyuncaklığı
Dünya, inanılmayacak kadar büyüktür benim için.
Dünyayı dolaşmak,
Görmediğim balıkları, yemişleri ve yıldızları görmek isterdim.
Halbuki yalnız yazılarda ve resimlerde yaptım Avrupa yolculuğumu.
Bütün ömrümce mavi pulu Asya’da damgalanmış
Bir tek mektup bile almadım.
Ben ve bizim mahalle bakkalı
İkimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika’da.
Buna rağmen
Çin'den İspanya'ya, ümit burnundan Alaska'ya kadar
Her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kere bile selamlaşmadık
Aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Düşmanlar ki kanlarına susamışım.
Kanıma susamışlar
Benim kuvvetim :
Bu büyük dünyada yalnız olmayışımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
İlmimde muamma değildir.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
Büyük kavgada
Açık ve endişesiz
Girdim safıma.
Ve dışında bu safın
Toprakla sen
Bana kâfi gelmiyorsunuz.
Halbuki sen harikulâde güzelsin
Toprak sıcak ve güzeldir.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Dünyanın En Tuhaf Mahluku

2015-07-12_010007.jpg

Dünyanın En Tuhaf Mahluku

Akrep gibisin kardeşim,
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
Serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
Midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
Beş değil,
Yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katılıverirsin hemen
Ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
Hani şu derya içre olup
Deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
Senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
Ve halâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
Kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!


1947
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Dünyayı Verelim Çocuklara

2015-07-12_005743.jpg

Dünyayı Verelim Çocuklara

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
Oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
Dünyayı çocuklara verelim
Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
Çocuklar dünyayı alacak elimizden
Ölümsüz ağaçlar dikecekler.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Fakir Bir Şimal Kilisesinde Şeytan İle Rahibin Macerası

2015-07-12_011554.jpg

Fakir Bir Şimal Kilisesinde Şeytan İle Rahibin Macerası

İlkönce yağmurla
Sonra birdenbire açan güneşle başlamıştı sabah.
Henüz ıslaktı asfaltın solundaki tarla.
Harp esirleri çoktan iş başındaydılar.
Topraktan nefret duyarak
— halbuki köylüydü birçoğu —
Tıraşlı ve korkak
Çapalıyorlardı patatesleri.
Suluboya, solgun resimleri hatırlatıyordu insana
Köy kilisesinden gelen çan sesleri.

Pazardı.
Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardı
Kadınların değil,
İçlerinde büyük memeli kızlar,
ve sarı saçlarına ak düşmemiş anneler vardı.
Maviydi gözleri.
Başları önde,
Kalın, kırmızı ve harap parmaklarına bakıyorlardı.
Terliydiler.
Haşlanmış lahanayla günlük kokuyordu.
Kürsüde muhterem peder
«beyannameyi» okuyordu,
— gözlerini gizleyerek —.
Renkliydi pencere camlarından biri.
Bu camdan içeri giren güneş
Duruyordu genç bir kadının bembeyaz ensesinde
Eski bir kan lekesi gibi.
Ve hiçbir zaman
Doğurmamış olan
Göğüssüz ve kalçasız bir meryem'in kucağında bir çocuk :
Başı öyle büyük
O kadar inceydi ki kıvrılmış bacakları
Hazin ve korkunçtu.
Önlerinde kandil yanıyordu
Eski
Sert
Ve boyalı tahtayı aydınlatıp...

İki adam boyundaydı tahta heykel.
Şeytan saklanmıştı arkasına
— kaşları çekik, sakalı sivri,
Mefistofeles olması muhtemel,—-
Ve âlim bir tebessümle
Dinliyordu muhterem pederi.
— Avrupa’nın bekası,
(okuyordu beyannameyi muhterem peder)
Avrupa'nın bekası için harb ediyoruz.

Dinliyordu şeytan
Sivri sakalında keder
Ve asi ve selim aklına
Dayanılmaz bir ağrı vermekteydi yalan.

Okuyordu rahip :
«— Avrupa milletleri el ele verip
Harb ediyoruz,
Ve mutlak imha edeceğiz
Medeniyet için tahripçi bir unsuru.»

Şeytan bir parça yana itti Meryem’in heykelini
Ve havada sihirle efsun alâmetleri daireler çevirip
Kaldırdı elini
Rahibe doğru
— etsizdi, uzundu bu el, hakikat gibi, kemikli ve kuru —.

Ve ne olduysa o anda oldu işte.
Renkli camın altındaki kadın
Çırılçıplak göründü kıpkırmızı güneşte.
Memeleri ağırdı
Ve sarı ipek gibi parlıyordu karnının altında tüyler.
Düşürdü kâadı muhterem peder
Ve şeytan'ın iğvasıyla hakikati bağırdı :
Karşı koymak günü geldi en büyük tehlikeye.
Harb ediyoruz,
Fuhşun bekası için,
Kerhane kapıları kapanmasın diye.
Ve sen orda, arkada
İçinde beyaz entarisinin
Bir erkek çocuğu gibi duran,
Sen orospu olacaksın kızım.
Sana frengi ve bel soğukluğu verecekler
Büyük şehirlerimizden birinde.
Baban dönmeyecek
Yatıyor şimdi yüzükoyun
Çok uzak bir toprağın üzerinde.
Şimdi kan içindedir
Etli, kalın kulaklar
Ve ince kollarının dolandığı boyun.
Yattığı yerde yalnız değil.
Hareketsiz duran tanklarla, terk edilmiş toplar sahada.

Kendi sesinden ürkerek
Sustu rahip.
Orda, arkada, beyazlı kız ağlıyordu.
Kadife ceketli bir erkek
— ihtiyar orman bekçisi civar çiftliğin —
Bir şeyler söylemek istedi.
Sivri sakalını kaşıdı şeytan,
Rahibe : «devam et,» — dedi.
Ve muhterem peder
Başladı tekrar konuşmaya :
Harb ediyoruz :
Pazar ve mal nizamının bekası için.
Kömür, lastik ve kereste,
Ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti
Satılmalıdır.
Patiska, benzin
Buğday, patates, domuz eti
Ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet
Satılmalıdır.
Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun
Ve ihtiyarlığın emniyeti
Satılmalıdır.
Şan, şeref ve saadet,
Ve
Kuru kahve
Topyekun pazar malı olup
Tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır.
Harb ediyoruz :
Harbi bitirdiğimiz zaman
Aç, işsiz ve sakat
— harp madalyasıyla fakat —
Köprü altında yatılmalıdır...

Yine sustu muhterem peder.
Şeytan emretti yine :
«— naklet onun macerasını,
O ne idi, ne oldu, anlat...»

Ve anlattı rahip :
Onu hepiniz hatırlarsınız,
Toprağın içindeki bir patates tohumu gibi
Fakir,
Çalışkan
Ve neşesiz geçti çocukluğu.
Sonra uyandı birdenbire
On yedi yaşına doğru.
Yine fakirdi, çalışkandı.
Fakat aylarca gidip
Bulutsuz bir denizde
Altında sönük yelkenlerin
Sanki çok sıcak bir sabah ufukta apansızın
Yeni bir dünya keşfeder gibi buldu neşeyi...
Mahallede sesi en güzel olan insandı
Ve en güzel mandolin çalan.
Hatırlıyorsunuz değil mi
Size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
Ve mavi kurdelesini
Mandolininin?..
İçinizde kimin kalbini kırdı,
Kime yalan söyledi,
Sarhoş olduğu vaki midir,
Ve kiminle dövüştü?
Çocuklara saygısını
Ve ihtiyarlara şefkatini inkâr edebilir miyiz?
Belki biraz kalın kafalı
Fakat kalbi bir balık yavrusu gibi temiz
Onu geçen sene harbe gönderdik.
Şimdi gerilerinde cephenin
İşgal altındaki bir köyün odasındadır.
Baygın bir kadının ırzına geçmekle meşgul
Bir tahta masanın üzerinde.
Beli çıplak
Pantolunu dizlerinde
Başında miğfer
Ve ayaklarında kısa, kalın çizmeler.
Yerde iki çocuk ölüsü yatıyordu
Direkte bağlı bir erkek.
Dışarda yağmur yağıyor
Ve uzaktan uzağa motor sesleri.
Kadını masadan yere iterek
Doğrulup çekti pantolonunu...
Halbuki hepiniz hatırlarsınız onu,
Hatırlıyorsunuz değil mi
Size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
Ve mavi kurdelesini
Mandolininin?

Yine birdenbire sustu muhterem peder.
(susabilmek bir hünerdir İnsanın ağzından çıkan sözler kendine ait olmazsa.)
Fakat tahta Meryem’in arkasından
Yine emretti şeytan :
«— rahip, devam et,» — dedi.
Ve devam etti rahip :
— harb ediyoruz.
Çalıştırılan insan yığınları
Birbirine devrederek zinciri,
Karanlık ve ağır,
Beton künklerin içinde akmalıdır.
Ve sen kocakarı
— ön safta, solda, diz çöküp yüzü eski bir kâat gibi buruşuk olan —
Seni temin ederim ki
Kilise kapısında oynayan torunun
— beş yaşında, başı altın bir top gibi yuvarlak —
Dedesi,
Senin kocan,
Babası,
Senin oğlun
Ve komşuların gibi
Kömür ocaklarında çalışacak.
Hiçbir şeyi
Ümit etmemeyi
Öğrensin.
Bu maksatla
Uçuyor bombardıman birliklerimiz
Tasavvur edilmeyecek kadar çok ölüm taşıyıp
İki gergin kanatla.
Ve motorlarına benzinle beraber
Belki bir parça keder dolarak
(öldürenler de tevehhüm edilen keder gibi bir şey),
Uçuyor av kuvvetleri himayesinde olarak
Bombardıman birliklerimiz
Birbiri ardından giden dalgalar halinde...
Harb ediyoruz :
Öldürdüklerimizin sayısı
— bizden ve onlardan aralarında meme çocukları da var —
Şimdilik
Beş altı milyon kadar.
Harb ediyoruz :
Kundak bezinin çeşidiyle belli olmalı herkesin yeri.
Harb ediyoruz :
Parlasın edebiyen diye sabah güneşlerinde
Hapishane demirleri...

Hakikat çok taraflıdır.
Fakir bir şimal kilisesinde
— şeytan'ın iğvasıyla da olsa —
Fakir bir papaz
Onu o kadar uzun anlatamaz.
İnzibat kuvvetleri aldı haberi
— kadife ceketli orman bekçisinden —
Gelip indirdiler kürsüden muhterem pederi.
Ve asfalt yolun üzerinde
Arasında silahlı iki adamın
Giderken muhterem peder
Şeytan baktı arkasından :
Çekik kaşlarında ümit
Ve sivri sakalında keder.


12.9.1941


Not :

Alamanya yıkıldı.
Temerküz kampından kurtarıldı muhterem peder.
Ve yine şeytan'ın iğvasına uymasaydı eğer
Önemli Alaman demokratlarından biri olurdu bugün
Anglo-sakson işgal bölgelerinden birinde.
Halbuki yine uydu şeytan'a.
Ve yine bir pazar günü ve aynı kilisede yine
Batılı müttefikleri meth ü sena edeyim derken
41 yılında söylediklerinden bazı fasılları tekrarladı aynen
Bilhassa mal nizamına ait olanları.
Ve katolik bir Amerikan subayının emriyle
(Tevkif edilmediyse de bu sefer)
Kovuldu kiliseden muhterem peder.
Yine arkasından baktı şeytan :
Çekik kaşlarında biraz daha çok ümit
Sivri sakalında biraz daha az keder...

1946 şubat 17
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Gazete Fotoğrafları Üstüne

2015-07-05_042229.jpg

Gazete Fotoğrafları Üstüne


1

Kara yara

Birinci sayfada yatıyor iki sütun üstüne
İki çıplak yavrucuk,
Birinci sayfada iki sütun üstüne
Bir avuç kemik deri.
Delinmiş patlamış etleri.
Biri Diyarbakırlı, Erganili biri.
Kolları bacakları kargacık burgacık,
Kafaları kocaman,
Ağızları korkunç bir haykırışla açık,
Birinci sayfada taşla ezilmiş iki kurbağacık.
İki kurbağacık
Kara yaralı iki yavrum benim.
Yılda kim bilir kaç bininiz
Acı suya bile doymadan gelip gidiyor...
Ve müsteşar bey :
(kara yaraya tutulası)
"endişeye mahal yok," diyor.

3 ağustos 1959



2

Emniyet müdürü

Güneş bir yara gibi açılmış gökte
Akıyor kanı.
Uçak alanı.
Karşılayıcılar, eller göbekte :
Coplar, cipler,
Hapisane duvarları, karakollar
Ve darağaçlarında sallanan ipler
Ve siviller göze görünmez
Ve bir çocuk işkenceye dayanamadı
Attı kendini emniyet'te üçüncü kattan.
Ve işte emniyet müdürü bey
Uçaktan iniyorlar
Amerika'dan dönüyorlar
Mesleki tetkikattan.

İncelediler uyku uyutmamak usullerini
Ve memnun kaldılar pek
Hayalara bağlanan elektrottan
Ve bizdeki tabutlukların üstüne bir de konferans vererek
Açıkladılar faydalarını
Koltuk altlarına kaynar yumurta koymanın,
Boyun derisini kibritle ince ince yakıp soymanın.

Emniyet müdürü bey uçaktan iniyorlar
Amerika'dan dönüyorlar
Ve coplar cipler
Ve darağaçlarında sallanan ipler
Üstat döndü diye seviniyorlar.

1959



3

Adnan bey

Türküler söylendikçe türk diliyle
Seni seviyorum gülüm, dendikçe türk diliyle
Türk diliyle gülünüp
Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça, adnan bey,
Ben anılacağım,
Anılacak türk diliyle size sövüşüm.
Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun.
Şehrimiz görmüş değil yangının sizden kanlısını.
Bir adınız var, Adnan bey, adımıza benzeyen.
Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.
Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
Yüz Türkiye olsa
Elinizden de gelse
Yüzünü de zincire vurur
Yüz kere satarsınız.
Milletimin en talihsiz gecesi
Ana rahmine düştüğünüz gecedir.

1959



4

Ahmet Emin Yalman

Selanikli Osman efendi
Keskin muhasebecilerdendi
Ama o da yanıldı ömründe bir kere
Yanlış bir tohum atıp rahm-i madere.
Bu tohum dünyaya çıkıp insan biçimini aldıysa da,
Boyu bir karış kaldıysa da,
Öyle haltlar yedi, öyle işler karıştırdı ki
Sövdüler kabrinde bile babası osman efendiye.
Osman efendi, Ahmet Emin adını takmıştı tohumuna,
Ahmet Emin, Yalman'lığı kattı buna
Ve ahmet Emin Yalman
Önce alaman oldu sonra amerikan.
Ona göre her devirde, her zaman
Satılacak bir gazeteydi "Vatan"
Ve hazret sattı vatanı.
Hapse atacaklarmış ahmet Emin Yalman'ı
Amerikana yaranmaktaki rekabet yüzünden.
Hapisteki hırsızlara acıyorum ben,
Ahlâkları bozulacak
Emin beyle aynı damda yaşayarak...

1959



5

Refik Koraltan

«Tekstilde umutsuz durum.
Bir işsiz kezzap içti.
Bir milyon çocuk okuldan mahrum.
Kara yara mardin'e geçti.
Grev yapan işçiler yakalandı.
Köylü, çiftliklerinin ekinini yakıyor...»
Bir gazete sayfasında
Başlıkların arasından bakıyor başkan
Başkan Refik bey,
Bel bel bakıyor.
Büyük millet meclisi'nin sahibi
Gösteriyor suratını milletime
Bilmem neyini gösteren bir deli gibi.

Biliyoruz,
Odur küçük dağları
Ve dağların doğurduğu fareleri yaratan
Ve debreli Hasan gibi martini atan.

Biliyoruz,
Tutmuş elinden amerikan :
Yürü ya Refik kulum, demiş
Ve Refik bey yürümüş,
Göbeği kendinden bir karış önde,
Diz kapaklarına kadar kana batarak,
Millî şerefimizin kemikleri üstünde.
Biliyoruz, biliyoruz,
Bu vatanın anasını ağlatan
Bir İsmet, bir Adnan, bir de koraltan.

1959



6

Korku

Korkuyor Adnan Menderes
Ölülerden korkuyor.
Kore dağlarından geliyor kimi
Apaçık gözleri dumanlı
Kaytan bıyıkları kanlı
Yaşları yirmi.

Korkuyor Adnan Menderes
Ölülerden korkuyor
Hele çocuk ölülerinden.
Karınları davul gibi, boyunları çöpten ince,
Kırıyorlar Adnan bey'in mutfak camlarını
Her gece mezarlarından çıkınca...

Korkuyor Adnan Menderes
Dirilerden korkuyor
Hele çarıklılardan
Hele kasketlilerden.
Kasketliler hayını bağışlamayı bilmez.

Korkuyor Adnan Menderes
Kocaman yanakları
Sarkıyor yağlı, sarı.
Korkuyor Adnan Menderes
Üç saata indi uykusu.
Korkuyor Adnan Menderes
Hiçbir korkuya benzemez
Halkını satanın korkusu.

1959
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Gece Gelen Telgraf

10 Portreler.jpg

Gece Gelen Telgraf

Gece gelen telgraf
Dört heceden ibaretti:
"vefat etti."
İmza yok.
Bu dört hece bile çok.

Bakıyorum duvara:
Duvarda bir yara-
Duvarda bir resim-
Vefat edenin,
Elimle çizmişim.

Saat bir.
Saat üç.
Saat beş.
Polis düdükleri, saatlar...
Yatağım bozulmamış.
Çekmecemde kaatlar:
Bazıları
Onun el yazıları.

Gece gelen telgraf
Dört heceden ibaret...
Şafak söküyor-
Odam
Geceden ibaret.

Avuçlarımda
Ellerinin gölgesi dolaşan adam
Demir parmaklıklardan gördü son gündüzünü.
Mahpushane doktoru
Örterek paltosuyla upuzun yatanın yüzünü:
- tamam!
Dedi.
Bunu belki evvelki akşam
Dedi.
Evvelki akşam
Ben......

Satıcılar geçiyor mahalleden.

Bakıyorum
Gece gelen
Telgrafa.
O mükemmel bir kafa
Mükemmel bir yürek,
Yumruklarıyla erkek
Gözleriyle çocuktu.
Hudutsuz ve Allah'sız bir baştı o.
Yoldaştı o..

Düşmanlar kına yaksın
Dostlar girsin saflara.
Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksın
Gece gelen telgraflara...
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Gecenin Saat Biri

2015-07-12_011127.jpg


Gecenin Saat Biri

Masanın örtüsü mavi basma
Üstünde yalansız, güleryüzlü,
Cesur kitaplarımız durur.
Esirlikten dönmüşüm anacığım,
Kendi memleketimde düşman kalesinden.
Gecenin saat biri,
Lambayı söndürmedik.
Yanımda karım yatar,
Karım beş aylık gebeliğinde.
Etim etine değende,
Elimi karnına koyanda
Bebek kıpır kıpır kıpırdar.
Dalda yaprak, suda balık,
Rahimde insan yavrusu,
Yavrum...
Yavrumun pembe yünden zıbını,
Anası ördü.
Bedeni benim karışımla bir karış,
Kolları şu kadarcık.
Yavrum...
Kız olursa
Tepeden tırnağa anasına benzesin istiyorum,
Oğlan olursa boyu posu bana.
Kız olursa ela ela baksın,
Oğlan olursa maviş maviş.
Yavrum...
Yavrum öldürülmesin istiyorum yirmi yaşında.
Oğlan olursa cephelerde,
Kız olursa sığınaklarda gece yarıları.
Yavrum...
Kız olsun, oğlan olsun,
Kaç yaşında olursa olsun,
Yavrum düşmesin istiyorum hapislere,
Güzelden, haklıdan,
Barıştan yana diye...
Fakat malum, kızım yahut oğlum,
Gecikirse suların ışıması dövüşeceksin.
Ve hatta
Yani haylice müşkül zanaatmış bizde bugün
Babalıktan zaanatı da.
Gecenin saat biri,
Lambayı söndürmedik.
Belki yarım saat sonra,
Belki sabaha karşı.
Yine basılabilir evim,
Beni alıp götürürler,
Kitaplarımızla beraber.
Yanımda birinci şubeninkiler
Dönüp bakarım,
Durur kapıda karım
Eşiğin üzerinde.
Uçar entarisi sabah rüzgarında.
Yükü ağır karnında,
Bebek kıpır kıpır kıpırdar.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Gelmiş Dünyanın Dört Bir Ucundan

6 1921 Moskova (Samiye Yaltırım Albümü).jpg

Gelmiş Dünyanın Dört Bir Ucundan

Gelmiş dünyanın dört bir ucundan
Ayrı dilleri konuşur, anlaşırız
Yeşil dallarız dünya ağacından
Gençlik denen bir millet var, ondanız.

1956
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Gerileyen Türkiye Yahut Adnan Menderes'e Öğütler

5 Vâlâ ile Ankara yolunda.1921 Kastamonu (Samiye Yaltırım Albümü).jpg

Nev York Tayms gazetesi 29 Aralık 1954 tarihli sayısında "Türkiye Geriliyor" başlıklı bir başyazı yayımladı. Bu başyazıda şöyle satırlar var : "O - Adnan Menderes - Basın hürriyetini yok ediyor... Basında kendisini tenkit edenleri hapse atıyor... Siyasi muhalefeti eziyor... Menderes işçilere grev hakkını tanıyacağını vaad etmişti... Halbuki en kısa grevler için işçileri takip ediyor..."
Ben, Nâzım Hikmet, Nev York Tayms gazetesinin satırları arasında kalan yazıları da okudum. Bu satırların arasındaki satırları aynen aşağıya geçiriyorum.


Gerileyen Türkiye Yahut Adnan Menderes'e Öğütler

Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden
Ezmekte devam et Barışçılar'ı, ama sen
Meselâ Yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe (1)
İhtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye,
Git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür,
O, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür.
O, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran, (2)
O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman,
Moskova'yı atomlayalım diyen insancı...
Kendine acımazsan bize bir parça acı.
A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez,
Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez...
Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne?
Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne?
Kore'ye asker gönderdin de "Hayır" mı dedi?
"Kan aktı hesabı sorulmalıdır!" mı dedi?
Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı?
"Olmaz olsun" mu dedi Amerikan yardımı?
Feryat mı etti "İstiklâl elden gitti" diye?
Zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye :
"Başvekil merasimsiz karşılanmalı" diyor. (3)
Bir de bazan coşarak "Hayat pahalı" diyor.
Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek
Türkün Batılı dostlarını pek üzüyor pek. (4)
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.

Hani, her işte bizden örnek alacaktın ya?
Hürriyet nizamına sadık kalacaktın ya?
Vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını.
O hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı.
Elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver.
Ama ufak tefek grevlerde anlayış göster.
Sendika liderlerinizin birçoğu zaten
bizde olduğu gibi emir alır polisten.
Niye telaşlanıp kaybedersin vekarını?
Hem de kırarsın liderlerin itibarını?
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes,
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.

Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar,
Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var,
öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç,
bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç...


1955


(1) Adnan Menderes tevkif ettiği gazeteciler arasında Hüseyin Cahit Yalçın'ı da hapise attı.
(2) 1945 yılında Tan gazetesi başta olmak üzere birçok gazete, dergi matbaası yıkılıp yağma edilmiş, meydanlarda kitaplar yakılmıştı. Bu faşist sürülerine "İleri" emrini Yalçın vermişti.
(3) Burjuva muhalefet gazeteleri ve partileri, Adnan Menderes'e İstanbul'a filan gelip gidişlerinde merasim yapılmasına itiraz ediyorlar.
(4) Nev-York Tayms yazısını şöyle bitiriyor: "Bu durum Türkiye'nin Batıdaki dostlarını kederlendirmektedir."
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Giden

8 Süleyman Rüstem (Azerbaycanlı halk ozanı) ile. 1928 Moskova (A. Nesin Arşivi).jpg

Giden

Camların üstünde gece ve kar.
Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar
Uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
Üçüncü mevki bekleme salonunda
Siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor.
Ben dolaşıyorum...
Gece ve kar - pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde.
Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı.
En sevdiği şarkı...
En sevdiği...
En......
Kardeşler, bakmayın gözlerime
Ağlamak geliyor içimden...
Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar
Uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
Üçüncü mevki bekleme salonunda
Siyah başörtülü,
Çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor..
Gece ve kar pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde!..
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Giderayak

2015-07-12_011739.jpg


Giderayak

Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak.
Kurtardım Ceylanı avcının elinden
Ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
Ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
Ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Çektim kuyudan suyu
Ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
Ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
Giderayak.


Haziran 1959
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
16 1948, Bursa (Samiye Yaltırım Albümü).jpg

Gömlek, Pantolon, Kasket Ve Fötre Dair

Bana:
"temiz gömlek
Giymek
Düşmanıdır," diyenler
Varsa eğer,
Muazzam hocamın resmine baksın.
Ustalarımın ustası Marks'ın
Ceketi rehindeydi,
Bir övün yemek yerdi dört günde.
Dalgalanırdı fakat
Heybetli sakalı:
Bembeyaz
Tertemiz
Kolalı
Bir gömleğin üstünde..
Ütülü pantolana idam hükmü kim verdi?
Tosunlar,
Şu bizim tarihi de mek parmak okusunlar:
1848'de kurşunlar
Demir bir tarak gibi geçerken başından,
Halis ingiliz kumaşından
Halis ingiliz modasıyla
Ütülü mum gibi bir pantolon giyerdi
-alanglez-
İnsanların en büyüğü engels...
Vladimir iliç ulyanof lenin
Ateşten bir dev gibi çıktığı zaman
Barikata,
Yakalığı da vardı
Kıravatı da..
Bana gelince:
Ben ki, herhangi bir proleter şairiyim,
Marksisto-leninist şuur,
30 kilo kemik
7 litre kan,
Bir iki kilometre kadar,
Damar,
Adale, et, sinir ve deriyim;
Ne kafamın dışındaki kasket
İçindekine delalet
Eder,
Ne de biricik fötrüm beni
Geçmekte olan geçmişe alet
Eder....
Buna rağmen
Ben:
Haftada altı gün kasketliysem eğer,
Haftada bir gün
Sevgilimle seyrana giderken
Biricik fötrümü
Tertemiz
Giymek içindir bu...
Fakat
Neden benim iki fötrüm yok?
Ne dersin üstat?
Tembel miyim?
Hayır!
Günde 12 saat
Sayfa bağlamak,
Ayakta dikilip
Anası ağlamak
Sapına kadar çalışmaktır..
Kapkara cahil miyiz?
Hayır!
Mesela:
"sat-sin" bey kadar cahilü cühela
Olmasam gerek....
Budala mıyım?
Eh,
Pek
Değil..
Belki biraz derbederim..
Lakin hep
Asıl sebep:
Proleterim,
Be birader,
Proleter!!..
Ve benim iki fötrüm,
İki milyon fötrüm, ancak
Her
Proleter
Gibi,
Borsalino-habik-mosan-mançister
Tezgahlarının sahibi
Olursam-olursak-olacak!...
Ve ilaaaaaaa,
Laaaaaaa!!!!!!!....

5.2.1931
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Gövdemdeki Kurt

15 1946, Bursa (Samiye Yaltırım Albümü).jpg

Gövdemdeki Kurt

Sen
Benim
Minare boyunda çam gövdeme,
Yumuşak
Beyaz
Bir kurt gibi girdin,
Kemirdin!
Ben
Barsaklarında solucan makdonaldı besleyen
İngiliz amelesi gibi taşıyorum
Seni içimde!

Biliyorum
Kabahat kimde!

Ey ruhu lordlar kamarası kadın!
Ey uzun entarili tüysüz puankare!
Karşımda:
Demirleri kıpkızıl
Bir şimendifer ocağı gibi yanmak
Senin en basit hünerin;
Yine en basit hünerin senin
Buzun üstünde bir paten gibi kıvranmak!

Soğuk!
Sıcak!
Kaltak!
Dur!
Yumuşak
Beyaz
Kıvrılışlarınla
Beynime giriyorsun
Kemiriyorsun!
Oraya giremezsin!
Onu kemiremezsin!

Yumuşak
Beyaz
Kıvrılışlarıyla
Beynime giren kurdu
Çürük bir diş çeker gibi söktüm!
Epeyce ter döktüm!
Bu sonuncuydu
Bir daha olmayacak!


1924
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Gözlerin

25 (A.Nesin Arşivi).jpg

Gözlerin

Gözlerin gözlerin gözlerin,
İster hapisaneme, ister hastaneme gel,
Gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
Şu mayıs ayı sonlarında öyledir işte
Antalya tarafında ekinler seher vakti.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
Kaç defa karşımda ağladılar
Çırılçıplak kaldı gözlerin
Altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
Fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
Gözlerin bir mahmurlaşmaya görsün
Sevinçli bahtiyar
Alabildiğine akıllı ve mükemmel
Dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
Sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
Ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
Ve her mevsim ve her saat İstanbul.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
Gün gelecek gülüm, gün gelecek,
Kardeş insanlar birbirine
Senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
Senin gözlerinle bakacaklar.



1956
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Güneşi İçenlerin Türküsü

22 Karadeniz Kıyılarında bulunan Artek İzci Kampında öğrencilerle. 1953 (A.Nesin Arşivi).jpg

Güneşi İçenlerin Türküsü

Bu bir türkü:
Toprak çanaklarda
Güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
Alev bir saç örgüsü!
Kıvranıyor;
Kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
Esmer alınlarında
Bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
Ben de sardım o örgüyü,
Ben de onlarla
Güneşe giden
Köprüden
Geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
Altın yeleli aslanların ağzını
Yırtarak
Gerindik!
Sıçradık;
Şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
Kayalarla kopan kartallar
Çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
Şaha kalkan atlarını!

Akın var
Güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!

Düşmesin bizimle yola:
Evinde ağlayanların
Göz yaşlarını
Boynunda ağır bir
Zincir
Gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
Kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

İşte:
Şu güneşten
Düşen
Ateşte
Milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar
Göğsünün kafesinden yüreğini;
Şu güneşten
Düşen
Ateşe fırlat;
Yüreğini yüreklerimizin yanına at!

Akın var
Güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!

Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
Toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak!
Kan kadar sıcak,
Delikanlıların rüyalarında yanan
O «an»
Kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
Ölülerimizin başlarına basarak
Yükseliyoruz
Güneşe doğru!

Ölenler
Döğüşerek öldüler;
Güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

Akın var
Güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!

Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
Kıvranarak
Ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
Emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
Bu kuvvet
Yaralı aç kurtların gözlerine perde
Vuran,
Onları oldukları yerde
Durduran
Kuvvet!
Emret ki ölelim
Emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
Coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
Mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

Akın var
Güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!

Toprak bakır
Gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü

30  Bir Aşk Masalının prömiyerinde başkoreograf Yuri Grigoryeviç, bestekar Arif Melikov, r.jpg

Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü

Dalgaları karşılayan gemiler gibi,
Gövdemizle karanlıkları yara yara
Çıktık, rüzgarları en serin
Uçurumları en derin
Havaları en ışıklı sıra dağlara.
Arkamızda bir düşman gözü gibi karanlığın yolu.
Önümüzde bakır taslar güneş dolu.
Dostların arasındayız!
Güneşin sofrasındayız!
Dağlarda gölgeniz göklere vursun,
Göz göze
Yan yana
Durun çocuklar.
Taşları birbirine vurun çocuklar.
Doldurun çocuklar,
Doldurun
Doldurun
Doldur içelim.
Başları
Göklere
Atalım
Serden geçelim..
Heeey, nerden geçelim?
Yalnayak
Koşarak
Devlerin
Geçtiği
Yerden geçelim.
Heeey
Hop
Heeey
Hep
Birden geçelim.
Doldurun çocuklar,
Doldurun
Doldurun,
Doldur içelim.
Dostların arasındayız!
Güneşin sofrasındayız!.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Güz

2015-07-12_012124.jpg


Güz

Yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?

Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Testimde sana sakladığım şarabı
İçtim yarıya kadar bir başıma
Seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın?

Fakat işte ballı meyveler
Dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
Biraz daha gecikseydin eğer...
 
Tekerlekli Sandalye
Üst