internette yayınlanan farklı konulardaki haberler..

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Habertük'te köşe yazan Bilimkadını Neva ÇİFTÇİOĞLU BANES'ten ilgi çekici bir yazı.
neva-ciftcioglu-banes-88x70.jpg



Siyaset ve kuşlar!


ÜLKEMİZDE seçimler yaklaşırken doğal olarak haberlerde ön planda siyasetçiler var. Beynimin ve yüreğimin bir yarısı hiçbir liderin konuşmasını dinlemek istemezken, diğer yarım “Madem oy vereceksin, otur dinle” diyor. Dünyadaki her siyasetçi gibi seçilmek için hayallerinden çok halkın beklentilerini “yapılacaklar listesi” olarak diziyorlar ardı ardına. Beklentilerimizdeki belirsizlik, tutarsızlık ve dengesizliğin yansıması olsa gerek, verilen sözlerle eylemler arasında bağ kurmakta güçlük çekiyorum. Dinlerken, biyolog olmamdan mı kaynaklanıyor nedir, aklıma televizyonda seyrettiğimiz kuş belgeselleri geliyor. Seyrederken gülmüşümdür hep. Çiftleşme zamanı, erkek olan büyük bir edayla danslar eder, ötmediği name kalmaz, avlanır, dişiye sunar, diğer erkek adaylara kabadayılanır, ne yapacağını şaşırır... Aman ne edalar, ne kabarmalar... Dişi kuş etrafında dönenlerin en heybetlisinden etkilenir, seçimini yapar ve yuvasını kurar. İlginçtir ki bir dahaki çiftleşme dönemine kadar erkekte ne o yakışıklı pozlardan ne de cilveli kurlardan eser kalır. Buna rağmen kuşun türüne göre kimi erkek, dişisini asla terk etmez; koruyucudur, kollayıcıdır, babadır. Kimi ise çiftleşmenin hemen ardından daha yumurtaların yüzünü görmeden ortadan toz olmuştur. Bir de kalıp yuvadaki kendi yavrularına saldıran ve aşağı atan babalar vardır. Bayağı da yakışıklı ve kurları görkemli kuşlardır aslında (Volatinia jacaria buna güzel bir örnek). Evrim konusunda uzmanlaşan bilim insanları, seçilen kuş olabilmek için yapılan bunca serenadın ve kuş tavırlarındaki bu çeşitliliğin gerekçesi olarak dişi kuşları gösteriyor. Her seferinde en çok dans edeni değil de “en aklı başında ve güvenilir” olanı seçselerdi kuşlar dünyası çok daha farklı olurdu herhalde, diye düşünüyorlar. Yani seçen konumundakinde bitiyor iş aslında. Şaka gibi değil mi!
Aynı durum bilim dünyasında diğer konularda da geçerli. İşte size bir örnek daha:

UZAYLININ ENDAMI!

Sizler hangi bilimsel araştırmaya ilgi duyarsanız o bilimin desteklendiğini biliyor muydunuz? Bu yüzden dikkatleri üzerlerinde toplamak için bilim insanlarından tuhaf demeçler duyarsınız zaman zaman. Sırf sizler tarafından “ilgi çekici” olarak seçilmek, maddi destek edinmek için beklentilerinize göre haberler peydah edilir... Siyasi haberlerden bunalıp bilim haberlerini okumak için dün dergileri karıştırırken bunun en güzel örneğine şahit oldum. Fergus Simpson ismini daha önce duymamıştınız değil mi? Ben de şimdiye kadar duymamıştım. Barcelona Üniversitesi’nde bir uzay bilimciymiş. Çok sayıda ilginç bilimsel makalesi var. Buna rağmen son 2 yıldır araştırmalarına maddi destek bulmakta zorluk çekiyormuş. Ta ki geçen haftaya kadar. Özellikle son 5 gündür bütün dünya ondan bahsettiği için her çaldığı kapı ardına kadar açılıveriyor artık. Gelelim habere: “Uzaylılar aslında bir kutup ayısı kadar büyükler.” Evet haber bu! Öyle demiş! Bu iddia öylesine bir tahmin değil, belli bir matematik (Bayesian istatistik hesaplama) kuralları üzerine oturtulmuş. Simpson’un tüm hesaplamaları varsayımlar üzerine dayanılarak yapılmış. Uzaylıların yaşadıkları gezegenlerin muhtemelen boyutları (Dünya’dan küçük), canlı nüfusu (50 milyondan az), gelişmişlik düzeyleri dünyamızdaki canlı standartlarıyla bir araya getirilerek mukayese edilir, hesaplanırsa bu ilginç sonuç ortaya çıkıyormuş. Evet, “Uzaylılar en aşağı 314 kilogram ağırlığındalar” diyor Simpson. Tamamen spekülasyon mu? Evet! Her spekülasyon bu kadar ilgi çekiyor mu? Hayır! Bilimseverlerin çoğu spekülasyon da olsa uzaylılarla ilgili bir bilimsel haber beklentisi içerisinde mi? Evet! Hah işte istenen de bu zaten. Artık Fergus Simpson ismi biliniyor, fikirleri tartışılıyor... Artık o bilim tarihine bile “yeni bir boyut getirdiği için” geçti... Tartıştığı konu, uzaylıların endamı olsa da... Hep söylüyorum: Beklentilerimiz, siyasetçileri de, evrimleşme şeklimizi de, okuduğumuz haberleri de, bilimi de şekillendiren tek gerçek. Her ne kadar onların bizleri şekillendirdiği düşünülse de...
Geçen hafta ilgimi çeken diğer bilim haberlerinden de başlıklar vereyim:

ASTIMLI ÇOCUĞUNUZ VARSA

Eğer astımlı çocuğunuz varsa ve de uygulanan tedavilerden beklenen sonuçları alamıyorsanız bu haber sizin için. Geçen hafta ABD Denver’da uluslararası bir konferans vardı (American Thoracic Society). Katılımcı Dr. Robert Cohn, bin 517 astımlı çocuk üzerinde yaptığı araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Özellikle standart tedavi uygulamalarına rağmen öksürük, göğüste hırıltı ve nefes darlığı yaşayan çocukların çoğunda yerfıstığına karşı alerji tespit edildiğini ve ailelerinin bu durumdan haberdar olmadığını söyledi. Alerji uzmanlarının her astımlı çocukta yerfıstığına karşı antikor arayıcı testler yapılması gereğinin altını çizdi. Çikolata, cips, kraker gibi hazır yiyeceklerde (eser miktarda dahi olsa) var olabilecek fıstık ya da fıstık yağının alerjili çocuklarda astım ataklarına benzer şikâyetler oluşturabileceğini ifade etti.
HANIMLAR! EŞİNİZLE CİDDİ KONULARI AKŞAM TARTIŞIN...
Bu da bilimsel bir bulgu. Erkekler konuşulan konulara akşam saat 20.30’da daha iyi konsantre oluyor ve söylenenleri dinliyorlarmış. Yüzlerce erkek üzerinde yapılan testler gösteriyor ki:
1. Kadınların bu saat dışındaki konuşmalarını erkekler sadece dinler gibi yapıyorlar(mış).
2. Trafiğin çok hareketli olmadığı saatlerde araç kullanırken de en iyi tartışma saatleri(imiş). (Eh eli mahkûm aracın içerisinde oturuyor tabii).
3. Aile bireylerinden biri aynı ortamdaysa verdikleri sözü tutma olasılıkları daha yüksek(miş).
4. Lafa “Konuşmamız gerek” sözüyle başladığınız an dinlememe moduna giriyorlar(mış).
Evet! Bu sonuçları ilan eden psikolog bir erkek. Yani sonuçlar ilk elden. Güvenmek gerek.
Bu haberi okuduğumda aklıma gördüğüm hoş bir “atasözü” geldi: “Hayatta dışarıya sızmayacağını bilerek her sırrımı paylaştığım, içimi döktüğüm tek arkadaşım kocamdır. Çünkü zaten dinlemiyor.”

NİHAYET BİYONİK LENSLER ARTIK HAYAL DEĞİL

SÜPERMEN filmlerinde izlediğimiz uzağı yakınlaştıran, yakını netleştiren görme kapasitesi öyle görünüyor ki hayal değil artık. Kanadalı göz doktoru Garth Webb, biyonik lens geliştirmeyi başardı. Sadece lens takarak hem gözlüklerinizden kurtulup dört dörtlük bir görüşe hem de sağlıklı bir insanın görüşünden 3 kat daha güçlü bir görüşe sahip olabileceksiniz. Başkalarının uzakta okuyamadıklarını okuyabileceksiniz. Sadece 8 dakikalık küçük bir ameliyatla göze yerleştirilen bu lensler, katarakt oluşmasını da engelliyor. Şimdiye kadar insanlar üzerinde yapılan deneylerde çok başarılı sonuçlar alındığı ve 2016 yılından itibaren tüm dünyada kullanılabileceği ilan edildi.


Siyaset ve kuşlar!
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Aslında, Az önce okuduğum bu haber müstakil bir başlığı hak ediyor. Ama böyle güzel bir haberi burada paylaşarak kendimi affettireyim istiyorum.

MEB'den Devrim Gibi Karar.
Milli Eğitim Bakanlığın'dan EKPSS sonucu atanan Engelli Personeller için devrim niteliğinde karar.


Geçtiğimiz günlerde ÖSYM tarafından yapılan EKPSS sınav sonuçlarına göre Milli Eğitim Bakanlığı taşra teşkilatına ortaöğretim Mezunu 2.000 , Kura sonuca göre ilköğretim/ortaokul/ilkokul mezunu 150 kişi olmak üzere toplamda 2150 engelli personel atanmıştı. Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı'nın talimatlarıya İl Milli Eğitim Müdürlüklerine gönderilen yazıda EKPSS kapmasında taşra teşkilatına atanan 2150 engelli personelin Ekpss sonuçlarıan göre atanadıkları yere bakılmaksızın istekleri doğrultusunda başka ilde görev yapabilecekleri ifade edilmiş

Peki MEB'in bu uygulaması ile Engelli Personellere Nasıl Bir Kolaylık Sağlayacak?

MEB'in engelli personele tanımış olduğu bu güzel uygulamayı örneklendirmek gerekirse EKPSS sonucuna göre İstanbul iline atanan bir kişi imzalı dilekçe ile Ankara'ya atamasının yapılmasını istediği takdirde bu kişi İstanbul yerine Ankara'da göreve başlayacak bu sayede engelli personel İstanbul'a gitmeden ikamet ettiği ve ya istediği ilde çalışma imkanına sahip olacak aynı şekilde Ankara'nın Keçiören içesine atanmış bir kişide Ankara'nın Çankaya ilçesinde görev almak istediği takdirde aynı işlem ile Çankaya'da göreve başlayacaktır. Yukarda görüldüğü gibi MEB'in uygulamaya aldığı bu düzenleme Engelli Personellerin atamaları için devrim niteliğinde bir karar olmuştur.

28033237_bakanlik-1.jpg


28033237_bakanlik-2.jpg


28033237_bakanlik-3.jpg


28033237_bakanlik-4.jpg
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
:) İşte mutluluk bu!

Çok güzel bir haber okudum sayende arkadaşım, emeklerine sağlık...
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Darısı tüm diğer dostların başına,
Az olan bu tarz gelişmelerin çoğalması temennisiyle.
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Mars’a bir iki...


KORKUTAN iklim değişikliklerinden, her gün okuduğunuz ölüm haberlerinden, siyasi gerginliklerden, işyerinizdeki çekişmelerden, kısacası dünyadan bir süreliğine sıyrılın... Bavulları hazırlayın, kısa bir süreliğine de olsa sizi Mars’a (bedava) geziye götüreceğim.
Daha önce hiç gidilmeyen bir yere turistik gezi düzenlerken yolcular önceden bilgilendirilmeli ki bavullarını ve psikolojilerini ona göre hazırlayabilsinler. Onun için son kararınızı vermeden önce biraz sonra anlatacağım şartları dikkatle okuyun lütfen.
Mars yüzeyindeki bütün fiziksel koşulları uzun süredir inceleyen bilim insanı Chris Webster’in, bir kot ve bir tişörtle bir insanın Mars yüzeyinde 1 dakika bile yaşayamayacağını, 30 saniye sonunda düşük basınç nedeniyle vücut sıvılarının kaynayacağını, iç organlarının patlayacağını açıklaması sanırım bavul hazırlarken kafanızdaki listeyi değiştirecektir. Vereceğim bilgiler kesinlikle bilimsel olarak saptanmış, NASA tarafından da ilan edilmiş verilerdir, güvenebilirsiniz. Hazırsanız başlayalım:
1) Her şeyden önce 55 milyon kilometrelik bir yolculuk olacak bu. NASA bilim insanlarınca toplam yolculuğun yaklaşık 6 ila 8 aylık bir süre alacağı tahmin ediliyor. “Tahmin” diyorum, çünkü çok yoğun çalışmalara rağmen henüz ortada insan taşıyacak dizaynda (gücü ilan edilmiş) bir roket yok.
2) 6-8 aylık yolculuk sırasında kapalı bir “çelik mekân” içerisinde bilinmeyene doğru uçmak biraz stresli olacağından yolcular arasında ciddi psikolojik ve muhtemelen yumruk yumruğa çatışmalar, gruplaşmalar görülebilir. Böylesi durumlarda kafanızı dinlemek için kaçıp sığınacağınız bir ortam bulunmayacak maalesef.
3) Yolculuğun tümü yerçekimsiz ortamda gerçekleşecek. Bu sebeple ellerde, ayaklarda ve yüzde şişmeler, mide bulantıları, uykusuzluk, kemik erimesi, böbrek taşı gibi bazı rahatsızlıkları yaşamanız muhtemel.
4) Mars’a ulaştığınızda yüzeye iniş nasıl gerçekleşecek, henüz bilmiyoruz. Kuvvetli türbülanslara maruz kalabilirsiniz. Yanınızda taşıdığınız yaşam için gerekli malzemeler tonlarca ağırlıkta olacak. Yolcuların kemiklerini kırmadan, o ağır malzemelere de zarar vermeden roketin inebileceği bir sistem hâlâ tam olarak planlanmış değil. Bu yüzden fiziksel olarak zarar görme (ya da ölme) ihtimalinizin yüksek olduğu bir inişe hazır olun.
5) İndikten sonra kızıl renkte kumla kaplı bir çölle yüz yüze geleceksiniz. Sık sık kum fırtınalarıyla karşılaşacaksınız. Bu fırtınalar bazen bir gün, bazen aylarca devam edebilecek. Kullanılan aletlere zarar vermemesi için kendiniz kadar getirdiklerinizi de bu fırtınalardan korumanız gerekecek.
6) Fiziksel olarak korunmak için size verilecek uzay kıyafetleri içinde yaşamanız gerekecek. Çünkü A) Güneşten uzak olacağınız için dereceler -70’leri gösterecek sık sık. Sıcaklığın 20 dereceye çıktığı zamanlar da olacak ama inanın bana o günlerde bile geceleri aniden -60’lara varan düşüşler görülecek. O soğukta uçuşan beyaz kristalleri kar tanecikleri sanıp sevinmeyin. Onlar aslında donmuş karbondioksit (kuru buz) kristalleri. Çünkü atmosferin % 95’i karbondioksit. B) Mars’ta dünyamızdaki gibi koruyucu ozon tabakası yok ve radyasyon tüm hayatı yok edebilecek düzeyde.
7) Söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Soluyabilmek için sırtınızda oksijen tankları taşıyacaksınız. Zira oksijen oranı yok denecek kadar düşük.
8) Bütün bu olumsuzluklara rağmen güzel manzaralara şahit olacaksınız. Mesela, Güneş sistemimizdeki en büyük, “Olympus Mon” olarak isimlendirdiğimiz yanardağı göreceksiniz. Hani dünyadaki en yüksek dağ olarak bildiğimiz, yaklaşık 9 km yükseklikteki Everest var ya, bu dağın yanında minicik bir tepecik olarak kalacak. Çünkü Oympus Mon, yaklaşık 25 km yükseklikte. Kapladığı alan ise yaklaşık Türkiye’nin yarısı kadar. Seyretmeye doyamayacağınız bir de Ay manzarası olacak. Öyle 1 tanecik değil, 2 adet Ay göreceksiniz. Adları “Phobos” ve “Deimos”. Bizim Ay gibi yusyuvarlak değiller. Çirkin, şekilsiz patateslere benziyorlar ama yine de parlıyorlar pırıl pırıl. Yıldızlı gecelere doyamayacaksınız.
9) Dünyadaki sevdiklerinize bir mesaj yollamak istediğinizde sinyaller 15 dakika sonra ulaşacak. Yani skype görüşmesini falan unutun. Zaten dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktığınız için herkese önceden veda etmiş olmanız gerekiyor.
10) Yerçekimi dünyadakinin % 40’ı kadar olduğu için bir süre sonra kemik ve kas kaybınız başlayacağından önlem olarak yanınıza sevdiğiniz egzersiz aletlerinizi almayı da unutmayın.
11) Bir geziye giderken “Unuttuklarımı oradan alırım” deme imkânınız olmadığından ilaçlarınızı, kuru yiyeceklerinizi ve içecek suyunuzu yeterli miktarda paketleyin. İçlerinde sevdiklerinizin ve yaşadığınız yerlerin fotoğrafları da olsun. Dedim ya, çok özlem çekeceksiniz; sevdiğinize de sevmediğinize de...
12) Bütün her şey yolunda gitse bile tahminlere göre 68 gün hayatta kalabileceksiniz. Bir sonraki gelenler daha az sıkıntı yaşasın diye sistemler inşa etmek için güçlü olmanız da gerekiyor. Adınız “kahraman” olarak tarihe geçecek.
Ne dersiniz? Hazır mısınız?
“Nereden çıktı şimdi bu yolculuk hikâyesi?” dediyseniz söyleyeyim: NASA kısa bir süre önce 2030’lu yıllarda Mars’a gidileceğini ilan etti. Hemen ardından yazar Stephan Petranek, TED konuşmasında “Hazırız, gidiyoruz” dedi. Bir alkış, bir alkış... YouTube’da paylaşım rekorları kırıyor. Peki biraz önce anlattıklarım? Bir iki gerçekçi yazar olmasa ortada yok, tartışan yok! Yıl 2015! 15 yıl içerisinde ne tür mucizeler gerçekleşir, bu şartlar nasıl değiştirilir, tahmin etmek güç. Bir bilim insanı olarak bu kez, “Bilim her problemi çözecek” demekte zorlanıyorum maalesef. “Bize 100 milyar dolar, bir de 15-20 yıl verin hallederiz” diyor uzay bilimciler ve mühendisler...
Şahsi fikrimi soracak olursanız, yazımın başındaki ilk cümlemi okuyun. “Sıyrılın” dediğim o dünyayı her şeyiyle daha çok seviyorum ben. Keşke ayrılacak milyarların hiç olmazsa bir bölümü onun ölmemesi için harcansa... Bebeklerin, çiçeklerin, böceklerin, kuşların, hayvanların olmadığı dünyayı ben ne yapayım...
ASTRONOT KURTÇUKLAR
Uzayda en uzun süre (22 ay) kalma rekorunu Valeri Vladimiroviç isimli Rus kozmonot kırdığında ilk akıllara gelen soru, kaldığı süre ve dönüşte yaşadığı sağlık sorunları oldu. Yaşadığı sorunlar listesi aslında hiç de kısa değil. Kaldı ki bu liste uzayda 4-5 ay kalan astronotlarda bile hemen hemen aynı uzunlukta.
Peki insanlı uzay misyonlarında bu problemler nasıl çözülecek? 23 Mayıs’ta NASA buna çözüm olarak “minik astronotlar” üzerinde yapacakları araştırmayı gösterdi. Bu “minik astronotlar” insanlarla (şaşıracaksınız ama) yakın genetik benzerliği olan, Latince “caenorhabditis elegans” olarak isimlendirilen yuvarlak kurtçuklar.
Hayatları da kısa olduğu için, yerçekimsiz ortamda yaşamları boyu kaldıklarında ne tür değişiklikler yaşayacakları, genetik bazda kolayca gözlemlenebilecek. Bir yıl içinde sonuçlar açıklanacak.
“Gerçekten bu kurtçuklar sayesinde Mars misyonundaki sağlık problemleri hakkında bir fikir edinilecek mi?” diye sorarsanız, korkarım bu soruya da verebileceğim olumlu bir yanıtım yok. Sebeplerini açıklamak içinse bir kitap yazmam gerek.


neva-ciftcioglu-banes-88x70.jpg


Mars’a bir iki...

http://www.haberturk.com/htyazar/neva-ciftcioglu-banes
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
İŞTE FİNLANDIYA EĞİTİM SİSTEMİ MUCİZESİ..

PARA: Öğretmenler, doktorlar kadar para kazanmıyor ama doktorlar ve avukatlarla aynı sosyal statüye/değere sahipler.

SINAV: Eğitim sisteminde sınav da var test de var.

4 SAAT: Öğretmenler günde sadece 4 saat derse girer.

7 YAŞ: Çocuklar 7 yaşına kadar okula başlatılmaz.

HARCAMA: Tüm okulların harcamalarının %100'ü devlet tarafından karşılanır.

ÖZEL: Türkiye'deki gibi, özel okul ve özel okulculuk yoktur.

KARMA: Herhangi bir ayırıma tabi tutulmaksızın (zeki ve zeki olmayanlar) tüm öğrenciler aynı sınıflarda eğitime tabi tutulurlar.

MAKAS: Dünyada başarılı ve başarısız öğrenciler arasındaki makasın en az olduğu ülkedir.

LİSE: Toplumun %93'ü lise mezundur.

MÜFREDAT: Ulusal müfredat sadece genel ilkelerden ibarettir.

İlk %10: Öğretmenler, ilk % 10'lük dilime girme başarısını gösteren mezunlar arasından seçilir. (From the top 10% of graduates)

MASTER: Yüksek Lisansı olmayan öğretmen hemen hemen yoktur. (Sadece anaokulu öğretmenleri master yapmak zorunda değil.)

Mucizenin Adı: Eşitlik

Yasalara göre Finlandiya'da eğitimden kâr elde etmek suç sayılıyor, bu sebeple eğitim herkese parasız. Ülkedeki özel okullar da ücretsiz eğitim veriyor ve devlet tarafından finanse ediliyor.

Finlandiya'da 1970'ten bu yana geçen 40 yılda, değişen 20 hükümet ve yaklaşık 30 eğitim bakanına rağmen değişmeyen tek prensip: "Herkese ücretsiz ve eşit eğitim".

2000 yılında gerçekleşen ilk PISA testinden bu yana geçen son 10 yılda eğitim, Finlandiya'da daha güçlü bir ulusal bir politika haline geldi. 2009'da düzenlenen son PISA testi sonuçlarına göre "okuma alanında" OECD ortalaması 493 puan olurken, Finlandiya 536 puan aldı. Türkiye'nin okuma alanındaki puanı ise 464 oldu ve OECD ortalamasının oldukça altında kaldı.

942817_668838606464770_419210007_n.png


https://www.facebook.com/egitimhaberler
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Adı Şaban Türkoğlu.
Şanlıurfa Viranşehir’de yaşıyor.
Mesleği kamyon şoförlüğü.
Kendisine ait olan kamyonuyla yurt içi ve yurt dışı çalışıyor.
Son yaptığı işten sonra geçtiğimiz ay hasta olan bir yakınını bir haftalığına Şanlıurfa şehir merkezindeki hastaneye götürüyor ve arabasını evinin önüne park ediyor.
Bir hafta sonra dönüyor.
Yeni işe çıkmak için arabasına bindiğinde bir güvercinin kamyonla kasası arasına yuva yapmış olduğunu görüyor.
Üstelikte güvercin yumurtlamış.
İşe çıkmaktan vazgeçiyor Şaban kaptan.
Tam 18 gündür yavruların doğmasını bekliyor.
Yavrular doğmadan asla kamyonu hareket ettirmeyeceğini söylüyor.
5-6 milyar zararı olduğunu söyleyenlere de;
-Allah başka bir taraftan verir inşaallah.
diye cevap veriyor.
Allah Şaban kaptandan razı olsun.

11249017_913206168742743_746163302353833505_n.jpg


https://www.facebook.com/yediverenyayinlar?fref=photo
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Mavi kapak oyunu deşifre oldu!

Yıllardır engellilere yardım etme duygusuyla mavi kapak toplatılan vatandaş, aslında büyük bir çevre kirliliğine bakın nasıl neden olmuş

headline.jpg


Türkiye'nin son 10 yılına damgasını vuran projeler olan mavi kapak ve tekerlekli sandalye ile ilgili büyük bir skandal ortaya çıktı. Uzun bir süre "Mavi kapak getir tekerlekli sandalyeyi götür" sloganı ile gündemden düşmeyen kampanyaya okullardan kadın günlerine kadar her yerden destek gelmişti.

Bu uygulamanın büyük bir çevre kirliliğine sebep olduğunu belirten Prof.Dr. B.Gültekin Çetiner çarpıcı bir alaliz yaptı.

İşte Çetiner'in çarpıcı analizi:

NEDEN PET ŞİŞE DEĞİL DE KAPAK?

"Doğa ve insanlara çok zararlı olan pet şişeler toplanmıyor da, neden kapakları toplanıyordu. Bu mavi kapaklar çok mu kıymetli idi. Hayır. Pet şişe üreticileri, ürettikleri bu zararlı maddeyi toplamak ve dönüştürmekle yükümlü idiler. Ama bunları toplamak, biriktirmek ve dönüştürmek hem masraflı hem de zordu. Bu kadar zahmete girmektense, bürokrat ve politikacılarla kol kola girdiler ve bir çare buldular.Pet şişe kapağını toplayan, aynı miktar şişeyi toplamış sayılacaktı. Öyle ya, ellerinde kapak olduğuna göre, elbette şişesi de vardı! Peki bu kapaklar kime toplatılacaktı?"

HALK, ÇÖPCÜ GİBİ KULLANILDI!

"Burada ikinci bir oyun devreye girdi. 500 kilo kapak getirilmesi halinde, özürlülere bir adet tekerlekli iskemle verilecekti. Böylece hayırsever halkımız, kandırılarak çöpçü gibi kullanıldı. Tekerlekli iskemlede payımız olsun diye düşünen insanlar; ceplerine, çantalarına, ev ve iş yerlerine doldurdukları mavi kapakları, daha büyük toplama ünitelerine attılar. Kapaklar buradan üreticiye gitti."

TEKERLEKLİ SANDALYE VEREREK ÖVGÜ ALDILAR

"Üretici bu kapakları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na göstererek, aynı miktar pet şişe topladığını beyan etti. Hem cezadan kurtuldu, hem de teşekkür aldı. Oysa tek bir şişe bile toplanmamıştı. Denizler, göller, akarsular, yollar, parklar, bahçeler pet şişeler ile dolmuştu ama ağızlarında tek bir kapak yoktu. Üretici, fabrikatör-akıllı iş adamı, çakma piyasadan aldığı en ucuz ve sağlık için zararlı birkaç tekerlekli iskemleyi, basın huzurunda vererek bir övgü de buradan aldı."

İNSANLAR KULLANILDIKLARI İÇİN ÜZGÜNLER

"Bu yazımız ardından çok yorum aldık: Pek çok kişi, kullanıldıkları için üzgündü. Üstelik bu kullanılmaya özürlüler de alet edildikleri için iki defa üzgündüler. Bu şekilde bir kullanılmaya araç olarak kullanılan bürokrat ve siyasiler hakkında hiçbir işlem yapılmadığı için bir kez daha üzgündüler."

BU YAZI İNANMAYANLAR İÇİN YAZILDI

"Kimbilir, nerede ve kaç defa daha kullanıldıklarını, aldatıldıklarını düşündükleri için de kızgındılar. Ama bir kesim daha vardı ki, yazılanları ciddiye almıyor, inanmıyor ve eski görüşlerinde direniyorlardı. Bu kişiler ya çok 'iyi niyetli' ya da 'niyetsiz'diler. İşte bu yazı onlar için yazıldı.

ESKİ YÖNETMELİK YÜRÜRLÜKTEN KALKTI

"Eski yönetmelik yürürlükten kaldırılarak, 24.8.2011 gün 28035 sayılı Resmi Gazete'de bir yönetmelik yayınlandı. Adı Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği idi. Yeni yönetmeliğin 4. maddesinde nelerin ambalaj ve nelerin ambalaj atığı" olduğununEk.1 sayılı cetvelde gösterileceği yazılı idi. Ambalaj Tanımına İlişkin Örnekler başlıklıEk:1 sayılı cetvelin, 1. maddesinde Ambalaj ve atık olarak kabul edilen maddeler sayılmıştı. Bunların arasında aynen şu madde vardı:

Su, maden suyu, meyve suyu, şampuan, deterjan ve benzeri ambalajların kapakları yani yalnızca kapak ibaresi vardı, kapağın ucunda olduğu şişelerin ismi geçmiyordu, yönetmelikten çıkarılmıştı ve kapak toplamak yeterli idi. Halkı kandırmak ve dümenini yürütmek bu kadar kolaydı. İşte böyle yönetiliyor, böyle kandırılıyorduk. Bu yazımız da hala ayılmayanlara kapak olsun!"

Mavi kapak oyunu deşifre oldu! - Memurlar.Net
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Stargate Atlantis: Ayrıntıdaki Güzellik

e5ee4d92d7_83564314_o2-620x350.jpg



Gelmiş geçmiş en iyi bilimkurgu sagalarından biri olan Stargate, yarattığı kendine özgü mitolojisiyle türü seven herkesin gönlünü fethetmeyi başarmıştır. Stargate SG-1’den sonra zincirin ikinci halkası olan Stargate Atlantis de, selefinin başarısını sürdürerek bu harika mitolojiye çeşitli katkılar sağlamıştır. Bu katkılardan en önemlisiyse hiç kuşkusuz Kadim ırkına dair bilgilerimizi genişletmiş oluşudur.

Stargate mitolojisine göre Kadimler, insan ırkının ilk evrimidir. Ori’ların aksine dinsel bakış açısını reddederek bilimde ve teknolojide ilerleme yolunu seçmişlerdir. Bilime verdikleri bu değer sayesinde kısa sürede gelişip ilerlemişler, sonunda da fiziki bedenlerinden bağımsızlaşıp saf enerjiye dönüşmüşlerdir. Stargate mitolojisinde bu duruma “Yükselme” adı verilmektedir. Gezegenlere yaşam tohumlarını eken ve Yıldız Geçitlerini tasarlayıp galaksilere yayan da yine Kadimlerdir. Stargate Atlantis dizisinin mekânı konumunda olan Atlantis de bir Kadim tasarımıdır. Çok gelişmiş ve karmaşık bir yapı niteliğiyle karşımıza çıkan Atlantis, hem bir şehir ve hem de bir uzay gemisi oluşuyla eşsizdir.

Bu yazıda, dikkatli Stargate izleyicilerinin bile gözünden kaçan güzel bir ayrıntıya değineceğiz. Pek çoğunuz, Atlantis’in geçit odasından ana kumanda merkezine giden merdivenlerini anımsıyordur. Her bir basamağı ışıldayan Kadim yazılarıyla süslü bu merdiven, belki de size sıradan bir dekordan daha fazlası gibi gelmemiş olabilir; ama yanılıyorsunuz. O merdivende Kadim alfabesiyle yazılmış oldukça önemli bir mesaj gizli. Gelin o merdivende neler yazdığına, hep birlikte bir göz atalım.

“Bunlar, bizim gerçek olarak kabul ettiklerimizdir. Diğer dünyaları tüm içtenliğimizle selamlıyoruz. Yuvamıza ilk kez ayak basanlara selam olsun ve siz yuvamıza tekrar geri dönenler; sizler gideli çok uzun zaman oldu ve bilin ki yokluğunuz derinden hissedildi. Ama işte tekrar aramızdasınız ve bir kez daha bizimle birlikte oluşunuzu kutluyoruz. Bir elçi nezaketiyle yuvamızdan ayrılıp, uzak diyarlardaki komşularımızın topraklarına ayak bastığımızda, her zaman dürüst ve içten olacağımıza ant içtik. Bizler daima zulme uğrayan ve sığınacak yer arayanların hizmetkârıyız. Bizler, hayatlarımız pahasına da olsa ezilenleri koruruz. Bu bizim, ezilen tüm dünya halklarına sözümüzdür. Bizler her zaman barış içinde gelir ve barış içinde gideriz. Sonsuza dek hoş karşılanacaksınız.”

http://www.bilimkurgukulubu.com/televizyon/stargate-atlantis-ayrintidaki-guzellik/
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Ölen anneye ödenen maaş farkını oğlundan istediler

SOSYAL Güvenlik Kurumu (SGK) 3 yıl önce ölen kadına, eşinden bağlanan emekli maaşının fazla ödendiği gerekçesiyle 25 bin lira borç çıkardı. Annesinin ardından babasının maaşını almayı sürdüren 44 yaşındaki Mustafa Ergün'den borcu ödemesi istenirken, iki gözü de görmeyen Ergün yasal yollara başvuracağını söyledi.


headline.jpg


Yaklaşık 11 yıl Avusturya'da çalışan Hamdi Ergün, Türkiye'ye döndüğü 2008 yılında Afyonkarahisar SGK Müdürlüğü'ne başvurarak emekli olmak istediğini söyledi. SGK yetkilileri Hamdi Ergün'e Türkiye'deki çalışma gün sayısının 516 olduğunu belirterek, yurtdışı borçlanmasını ödemesi halinde tam aylık bağlanacağını, aksi halde kısmi aylık bağlanabileceğini kaydetti. Yurtdışı borçlanmasını ödemeyen Hamdi Ergün'e o dönem 72 liralık maaş bağlandı. İlk aylığını aldıktan sonra rahatsızlanan Hamdi Ergün, 29 Ekim 2008 tarihinde yaşamını yitirdi. Hamdi Ergün'ün ölümünün ardından eşi Hatice Ergün, eşinin emekli maaşını almak için SGK'ya başvurdu. İşlemlerin ardından Hatice Ergün'e eşinin aldığı kısmi maaş yerine tam maaş bağlandı.

'25 BİN LİRA BORÇ ÇIKTI'

2012 yılı Haziran ayına kadar eşinin maaşını alan Hatice Ergün, o tarihte yaşamını yitirdi. Ailesiyle yaşadığı sıkıntılar nedeniyle Aydın'ın Nazilli İlçesi'nde kaldığı bakımevinde annesinin ölüm haberini alan Mustafa Ergün ise babasından annesine kalan emekli maaşını almak için Aydın SGK'ya başvurdu. Bunun sonucunda Ergün'e annesinin aksine kısmi aylık bağlandı. Duruma itiraz eden Mustafa Ergün, Afyonkarahisar'ın Sandıklı İlçesi'nde babadan kalma evi satarak, 3 kardeşinden kendisine düşen payla babasının yurtdışı borçlanması olan 15 bin 530 lirayı ödedi. Borcun ödenmesinden sonra yapılan incelemede SGK, anne Hatice Ergün'e fazla ödeme yapıldığı gerekçesiyle 25 bin 394 lira 27 kuruş borç çıkardı. SGK, Mustafa Ergün'den borcun ödenmesini istedi.

'ANNEMİN OKUMA YAZMASI YOKTU'

Kaza sonucu 10 yaşında bir gözü daha sonra da diğeri tamamen kör olan Mustafa Ergün, "Babamın maaşını almak için yaptığım başvuruya olumlu cevap geldi. Ancak yazıda 82 lira kısmi maaş alabileceğim belirtiliyordu. Konuyla ilgili yaptığım itiraz sonunda SGK Afyonkarahisar İl Müdürlüğü tarafından yanlışlıkla anneme, babamın aldığı kısmi maaş yerine tam maaş bağlandığını öğrendim. Annemin okuma yazması yoktu, benim ise gözlerim görmüyor. Annem PTT'den ne kadar para verildiyse onu aldı. Biz bunun kısmi veya tam maaş olup olmadığını hiç sorgulamadık" dedi.

SGK YETKİLİLERİNİ SUÇLADI

Yurtdışı borçlanmasını ödemesinin ardından şu anda yaklaşık 900 lira maaş aldığını kaydeden Mustafa Ergün, SGK Afyonkarahisar Müdürlüğü yetkililerinin hatası yüzünden borcun ortaya çıktığını öne sürdü. Ödememesi halinde 25 bin liralık borcun maaşından kesintiyle alınacağını aktaran Mustafa Ergün, konuyla ilgili yasal yollara başvuracağını belirtti.

'YERSİZ ÖDEME TAHSİL EDİLİR'

Mağdur edildiğini öne süren Mustafa Ergün ile görüştüğünü söyleyen SGK Afyonkarahisar Müdür vekili Samet Fidan ise kurum içinde maaş bağlama işlemlerinin farklı birimler tarafından gerçekleştirildiğini aktardı. SSK ve Bağ-Kur maaş bağlama işlemlerinin taşra teşkilatları tarafından, Emekli Sandığı'na bağlı birçok işlemin ise SGK Genel Merkezi'nce yapıldığını anlatan Samet Fidan, "SGK mevzuatına göre yapılan yanlış işlem her ne kadar kurumdan kaynaklansa da yersiz yapılan ödeme, alan kişi veya ölümü halinde mirasçılarından karşılanıyor. Afyonkarahisar SGK olarak kurum tarafından belirlenen yersiz ödemenin tahsilatı için biz takipçi oluyoruz. Ödenmemesi halinde mirasçılara alacak için haciz çıkartılabilme durumu ilerleyen zamanlarda söz konusu olabilir" diye konuştu.

Ölen anneye ödenen maaş farkını oğlundan istediler - Memurlar.Net
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
● Keops piramidi .
Kahire'de bulunan " Keops piramidi " nin 12 ton
ağırlığında iki buçuk milyon bloktan oluştuğunu, günde on blok yerleştirilmesi halinde yapımının 664 yıl süreceğini, Piramidin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya böldüğünü ve piramidin dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında
bulunduğunu, Yüksekliğinin (164 mt) bir milyarla çarpımının güneşle dünyamız arasındaki uza...klığını verdiğini, Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin pi sayısını verdiğini, Piramitlerin içerisinde "ultrasound", radar,sonar gibi cihazların çalışmadığını,
Kirletilmiş suyun bir kaç gün piramidin içinde bırakıldığında arıtılmış olarak bulunduğunu, Piramidin içerisinde sütün birkaç gün süreyle taze kaldığını ve sonunda bozulmadan
yoğurt haline geldiğini, Bitkilerin piramit içerisinde daha hızlı büyüdüklerini, çöp bidonu içindeki yemek artıklarının
hiç koku yaymadan mumyalaştığını,Kesik, yanık, sıyrık ve yaraların piramidin içinde daha çabuk iyileştiğini,
Piramidin içinin yazın soğuk, kışın sıcak olduğunu,
Piramit kimin adına yapıldıysa onun bulunduğu odaya yılda 2 kez güneş girdiğini ve bu günlerin doğduğu ve tahta çıktığı günler olduğunu, biliyor muydunuz?


11692723_968534549878029_6749152788337798037_n.jpg
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
MEB rotasyondaki gecikme için özür diledi!


67768.jpg


Öğretmenlerin 2015 Yılı Aynı Eğitim Kurumunda Azami Çalışma Süresine Bağlı Yer Değiştirmelerine ilişkin 20/07/2015 tarihinde açılması gereken başvuru ekranında, İl Milli Eğitim Müdürlüklerince yapılan veri girişlerindeki yaşanan sorunlar nedeniyle zorunlu bir gecikme yaşanmıştır. Bu aşamada Bakanlığımızca yapılan kontrollerde yaklaşık 5.000 veri düzeltilmiştir.

Yaşanan bu gecikmeden dolayı bütün öğretmenlerimizden özür dileriz.

İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü


*****************************

Özür dilemek erdemdir!

Özür dilemek, karşınızdaki insana verdiğiniz değerin egonuzdan yüksek olduğunu ifade eder...


Öğretmenlik mesleğine sonsuz saygı duyan biri olarak belki de hayatımda ilk defa MEB nın özür dileğiyle karşılaştım. Bu ülkenin yıllardır hakettiği değeri görememiş olan Saygıdeğer Öğretmenlerinden böylesine bir özür dileyişine tanıklık ettim. Haberi okuduğumda çok mutlu oldum ve diyorum ki bu ülkede çok geç de olsa bazen taşlar yerine oturmaya başlıyor.

Mutluluk işte bu :)

Unuttum.29 un bu haberi paylaşması çok daha uygun olurdu ama ben her zamanki gibi konunun psikolojik boyutuyla daha fazla ilgili olduğumdan MEB in sarsılmaz tabularını yıkarak öğretmenlerden özür dileme nezaketinde bulunduğundan dolayı yürekten kutluyorum. Ama işte '' geç gelen adalet adalet değildir '' sözü de içimden geçmiyor değil...

Çok daha onurlu, gururlu, mutlu haberlerde buluşmak dileğimle...
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Selamlar,
İşler karışık bakanlıkta. Ve giderek de karışmaya devam edeceğe benzer.
Haberi ben arkadaşlara şöyle açıklayayım:
Misal siz bir bankada, aynı şubede uzun yıllardır çalışıyorsunuz. Hatta öyle ki bankanın bulunduğu il/ilçe'de ev almışsınız. O yerde çocuklarınız okuyor, o yerde eş dost edinmişsiniz. Ve bir gün banka diyor ki: sen burada çok kaldın, seni falan tarihte başka bir il/ilçe'ye atayacağım.
İşte size o diğer il/ilçe'deki (muhtemel yerleşeceğiniz) bankaları seçtirmek için verdiği takvime uyamayınca dilediği özür'le bizimkilerin dilediği özür aynı gibi.
Zannımca/gördüğüm kadarıyla özrün muhataplarının (öğretmenler) %99'u zaten bulunduğu il/ilçe'den gitmek istemiyor. :)
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Spor tutkusu 'engel' tanımıyor
Trabzon'da bedensel engelli Tayfun Serdar, basketbolun yanı sıra yamaç paraşütü, yüzme, atıcılık, dağcılık, bisiklet ve motor sporlarıyla ilgileniyor.

Türkiye Sakatlar Derneği Trabzon Şube Başkanı Tayfun Serdar, bedensel engeline rağmen basketbol, yamaç paraşütü, yüzme, atıcılık, dağcılık, bisiklet ve motor sporlarıyla uğraşıyor.

Serdar (31), AA muhabirine yaptığı açıklamada, küçük yaşta vurulduğu bir iğne nedeniyle engelli olduğunu söyledi.

Spora çocukluğundan bu yana ilgi duyduğunu belirten Serdar, "Spora ilk bisiklet sürerek başladım. Daha sonra bisiklet sporunu profesyonel anlamda yapmayı düşündüm, lisans çıkardım. Halen Türkiye'nin ilk ve tek engelli bisiklet sporcusuyum. Tek olduğum için de bu bisiklet sevdamı yarışma noktasına taşıyamadım" dedi.

Şu anda profesyonel olarak atıcılık sporuyla uğraştığını ifade eden Serdar, "Yaklaşık 9 yıl tekerlekli sandalye basketboluyla uğraştım. Birinci, ikinci ve süper ligde yıllarca ter döktüm. Atıcılık sporuyla yeni yeni ilgilenmeye başladım. Bunun dışında yamaç paraşütü, yüzme, dağcılık ve motor sporlarıyla ilgileniyorum" diye konuştu.

Dağcılık sporunu çok sevdiğini ve fırsat buldukça tırmandığını anlatan Serdar, sporun insan hayatındaki önemini bildiğini vurguladı. Hayata adapte olma konusunda sporun kendisine çok şey kattığına işaret eden Serdar, herkesin en az bir alanla uğraşması gerektiğini kaydetti.

Serdar, yapmaya henüz fırsat bulamadığı iki hayali bulunduğunu, bunlardan birincisinin uçaktan paraşütle atlamak, ikincisinin de uçak kullanmak olduğunu dile getirdi.

"Spor hayatımda çok şeyler değiştirdi"

Günlük hayatta birçok zorlukla karşılaştığını bildiren Serdar, "Hayatımda hiçbir şey altın tepsiyle sunulmadı. Zorluklar dönem dönem yıldırır gibi olsa da asla pes etmedim. Duyarsız birtakım insanlardan da olumsuz tepkiler aldım. Bu beni yıldırmak yerine daima hırslandırmıştır. Şu ana kadar o azimle geldim ve bundan sonra da aynı şekilde ilerlemeyi planlıyorum" ifadelerini kullandı.

Sağlıklı olduğu sürece bütün sporlara devam edeceğini söyleyen Serdar, "Hiçbir insan ölümü beklemek için hayata gelmiş olamaz. Engelli ya da engelsiz her insanın yapabileceği en az bir iyi şey vardır. Özellikle engellilerin öncelikle yapabileceği en iyi alanı seçip, ona yönelmesi gerekir. Bu şekilde herkesin hayattan zevk alıp başarılı olabileceğini düşünüyorum" dedi.
headline.jpg

Spor tutkusu 'engel' tanımıyor - Memurlar.Net
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Selam unuttum.29,

Verdiğiniz örnek kamudaki rotasyonla özel bir bankanın rotasyonu arasındaki farkı öylesine acımasızca ortaya koymuş ki keşke sizin sandığınız gibi güzel olsaydı ama bu konuya bir açıklık getirmek istiyorum.

Özel bir bankada uzun yıllar çalışıyorsanız ve sizin dediğiniz gibi bankanın bulunduğu il/ilçe'de ev almışsınız. O yerde çocuklarınız okuyor, o yerde eş dost edinmişsiniz. Ve bir gün banka diyor ki:'' sen burada çok kaldın! '' ve genelde cuma akşamı mesai bitimine sadece dakikalar kala gelen maille hayatınızın şokunu yaşarsınız. Son dakika golü gibi :( banka size kendi planladığı tayin işlemini sizin haberiniz dahi olmadan, duygusuzca, saygısızca ve son derece hızlı bir şekilde rotasyona uymak zorunda olduğunuzu bildiren maili yaklaşık en fazla 15 dakika içinde kabul etmenizi onaylayan bir yazıyı kendi ıslak imzanızla birlikte İnsan Kaynaklarına ulaştırmanız yönünde bir yaptırım uygular...

Rotasyon sebebiyle size belirlenen yeni şube yada Genel Müdürlük bölümleri arasındaki mesafeye katlanmak ve alıştığınız, sevdiğiniz çevreden koparılma duygusunu içine sindirebilmeniz, yeni bölgenizi seçme lüksünün olmadığı bir yer değiştirme eylemi gerçekleşirken yaşadığınız duyguların tarifi mümkün değildir. Bunu en son yaşadığımda üzüntüden öleceğimi sanmıştım ama ölmek kolay değil. 3 sene önce adı rotasyon olan bu tayin değişikliğinden dolayı oldukça zorlandım ama sonra alıştım ve üstüne bankaların özür dileme gibi bir nezakette bulunma alışkanlığı da yoktur...

Keşke sizin anlattığınız gibi olsaydı :(

Yaşadığım rotasyonları hatırladım da işte dedim kamuyla özel sektörün en büyük farkı belki de bu olay. Hele başarılıysanız üstüne bir de ceza gibi daha hızlı rotasyon! Çoğu zaman masanızı bile toplayamadan, çıkış saati olduğu için arkadaşlarınızla, ailenizden daha fazla zaman geçirdiğiniz (hergün yaklaşık, en az 10 saat ve bunu aylarca, yıllarca paylaşarak harcadıysanız ) dostlarınızla veda etme fırsatı bile bulamadan ayrılırsınız. Artık haftasonu araya girer ve pazartesi herkes şok geçirmeye başlar :) kendi şokunuzu atlatmaya bile zaman yoktur ve mesai başlar. Anlattıkça yaşıyorum o yüzden yeni işe başlayanlara önemle duyurulur :

Engelliyseniz ve bankada çalışmayı düşünüyorsanız kesinlikle HAYIR!!!
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Selamlar,
Bankacılıkla öğretmenliği kıyaslamak farklı.
En başta, 657'ye tabi birinin iş garantisi var. Asaleti onaylanan bir memur kendi istemedikçe (keyfi olarak)işten çıkarılamaz. Hatta ölümcül/tedavisi mümkün olmayan bir rahatsızlığa yakalansa bile tedavisi yaptırılır, maaşını alır.
Demek istediğim şu ki: ''Bu özür sizin yerinizi değiştirecektik bunun için size tercih yaptıracak tık ya hani, işte bu tercihi süresinde yaptıramadık. özür dileriz''in özrü :)
ne iş olsa yaparık, yeterki atanalım, hep doğuda çalışırız diyen öğretmenler bile atanınca ilk fırsatta batıya kaçıyorlar ya. Bakanlıkta onları işte böyle tedip etmeye çalışıyor ki bu mevzu çok uzun, sistem yeterince adil değil mevzuları bizde hep konuşulur. İş bir noktada tıkanır. Sonuç: Neticeden ne Bakanlık ne çalışanlar memnun malesef..
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Süper organizma

neva-ciftcioglu-banes-88x70.jpg


BİYOLOJİDE “süper organizma”, binlerce ya da milyonlarca bireyin organize olarak iş bölümüne dayalı ortak bir düzen kurup yaşam kavgası vermesine denir. Bal arıları ve karıncalar süper organizmaya verilecek en güzel örneklerdir. Farkında olmadan üzerlerine basıp geçtiğimiz, pek de önem vermediğimiz o nokta kadar karıncaların yuvalarında savaşçı, duvar örme ustası, bebek bakıcısı, mantar yetiştiricisi şeklinde görev taksimi olduğu kimin aklına gelir?

Bu miniciklerin, dinozorlardan bu yana varlıklarını yuvalarındaki armoniyi bozmadan sürdürmelerine saygı duymak gerek. İnsanlardan önce çiftçiliği öğrenen bu süper organizma üyelerinin, bizim gibi ürünlerinden faydalanmak için başka canlılar beslemeleri tek başına “süper” diye tanımlanabilecek bir özellik aslında. Bir odada topladıkları yaprak bitlerini yaprakla besleyip salgıladıkları şekerli sıvıyı inek sağar gibi sağarak kışın yiyecek olarak kullanmaları epey şaşırtıcı değil mi?

Ya arılar?

Tabağımızda bırakıp lavaboda yıkayıp attığımız 1.5 kaşık balı bir işci arının tüm yaşamı kadar (6 hafta) sürede ürettiğinin, bunun için her uçuşunda ortalama 50-100 çiçek ziyaret ettiğinin farkında mıyız? Bir susam tanesi kadar beyniyle mükemmel hatırlama gücü, kompleks hesaplar yapabilme yeteneği olan arılar da kraliçesi, işçisi ve erkeğiyle uyum içerisinde yaşayan, bütün çalışma ürünleri insanoğlu tarafından elinden alındığı halde durmaksızın üretimlerine devam eden süper varlıklardır.

22 Temmuz’da Nature Dergisi’nde okuduğum bilimsel bir makaleyle aklıma geldi bu börtü böcek. Çünkü California Üniversitesi’nden bilim adamları, bu dayanışma ve işbirliğinin mikroplarda bile ne kadar muhteşem bir düzen içerisinde devam ettiğini gösteren bir araştırma gerçekleştirmiş.

Dişlerin yüzeyinde oluşan plaklarda antibiyotiklere dirençli bakterilerin üreme ve yaşam sistemlerini yeni bir yöntemle incelediklerinde elde edilen sonuç aynen şöyle: Bakteriler tutundukları diş yüzeyinde bir “tepecik” (biyofilm) oluşturuyorlar. Bu “tepecik” belli bir büyüklüğe ulaştığında üreyip çoğalabilmeleri için gereken besin maddesi iç kısımda kalan bakterilere ulaşmadan yüzeydeki bakteriler tarafından tüketiliyor. Bunun üzerine içerideki bakteriler dışarıdakilerin besin olarak kullanabileceği başka bir madde (metabolit) oluşturmaya başlıyor. Dış yüzeydekiler de kendilerine besin üreten bu iç bakterileri (vefa borcu olarak) dışarıdan gelen antibiyotik saldırılarına karşı savunuyorlar ve de kanallar oluşturarak yüzeydeki besini iç kısımlara iletiyorlar. Anlaşılsın diye olayı biraz sembolik anlattım ama olayın özeti bu. Elbette bu aktivitenin içerisinde “bakteriyel bilinç”ten bahsetmek söz konusu değil. Yine de biyolojik sistemlerdeki bu dayanışmanın muhteşemliği karşısında etkilenmemek imkânsız.

Düşünsenize mikroskobik canlılar da süper organizma kurallarıyla yaşam kavgası verip “ayakta kalabiliyorlar”.

Araştırmayı yapan ekip elemanlarından biyolog Gürel Süel, “Bu araştırmanın amacı, dişlerde oluşan plakların üreme mekanizmalarını çözmek ve ardından plakları yok etmek için strateji geliştirmek. İç ve dış bakteriler arasındaki dayanışmayı kırmamız demek plak oluşumuna son vermemiz demektir” diyor.

Biliyorsunuz, vücudumuzdaki bakteriler gibi diğer hücrelerimiz de dayanışma içerisindeler her an. Yaşam kavgası mikroskobik düzeyde bile anbean devam ediyor. Kısacası dört bir yanımız süper organizmalarla çevrilmiş durumda. Olaya birkaç adım geri çekilip uzaktan bakarsak insanoğlunun da süper organizma olduğunu anlarız. İşbölümüne dayalı ortak bir düzen kurup yaşam kavgası vermemiz direkt olarak bizi de bu gruba dahil ediyor. Kurduğumuz düzen diğer mini canlılar kadar mükemmel mi tartışılır. “Süper organizmalar” içerisinde kendi kendine saldıran başka bir canlı türü tanımıyorum ben.

Son bir haftadır ülkemizde yaşanan akut terör krizine bakınca Sayın Süel’in sözü tekrar geliyor aklıma: “Gruplardaki dayanışmayı kırdığımız an, süper organizmaları yok ederiz.” Ya kendimiz kırıyoruz ya da kırıyorlar dayanışmamızı demek ki.

Bu söz üzerine bir hatırlatma da benden: Yaşanan politik huzursuzluklar vücutta yaşanan enfeksiyonlar gibidir. Bağışıklık sisteminin güçlü olması gerekir. Bunu ise en kolay yıkan negatif duygular, kısacası bozuk psikolojidir. Sosyal medyada süregelen sürekli negatif paylaşımlar, gerilimler, politikacıların “toplum psikolojisini” hiçe saymaları, medyanın sayfalarında basın etiğine aykırı dehşet görüntüleri süper organizmayı yaralayan unsurlardır. Negatif olgulara ve kayıplara farkındalık uyandırarak çözüm aramak ayrı şey, ajitasyon yoluyla suratı asık, kindar, yalnız, psikolojisi sürekli bozuk yaşayan, “Bu ülkeden kaçmalıyım” çaresizliğini yaratarak zavallı bir toplum oluşturmak ayrı bir şeydir...


UZAY SAVAŞI MI PLANLANIYOR?

BİR ülkeden bir ülkeye giderken pasaport gerekiyor. Hele biz Türklere bir de vize şart koşuluyor. Bırakın bunu, kendi ülkemizde, kendi aramızda aldığımız kararlara bile başka ülkeler burnunu sokuyor. Her şey izne dayalı. Demokrasi, insan hakları, etik kurallar en çok kullanılan süslü sözler... Bir şeyleri “kontrolde tutmanın” en şık yöntemleri bunlar. Lakin bu kontrol, yeryüzünden 20 bin kilometre yükseğe çıkıldığı an bitiveriyor nedense. Canı sıkılan “uydu” adı altında uzaya bir şeyler fırlatıyor. Hem de diğer ülkelere hiçbir açıklama yapmadan. “İnsanlığı ilgilendiren etik kurallar”, yükseldikçe buharlaşarak yok oluyor galiba. Örnek çok.

Mesela Rusya 2013 yılının aralık ayında 118 tonluk bir roketi Moskova’dan fırlatarak Dünya yörüngesine yerleştirmişti. Görevliler “İletişim için yeni bir uydu” dediler. Yörüngeye oturan roketin burnu açıldı, içinden bu “uydu” (Kosmos-2491) çıkıverdi. Ama ne hikmetse bu uydu diğer uydular gibi hareketsiz olarak yörüngede durmuyor, sürekli manevra yapıyordu. Bunu yerden tespit eden amatör gözlemciler derhal rapor ettiler. Rusya bir açıklamada bulunmadı. Ardından benzer (manevra yapabilen ve alçaktan uçan) 2 uydu daha fırlattı (Kosmos 2499 ve 2504). Bu uyduların diğer ülkelerin uydularına kontrollü olarak aşırı yaklaşmaları ve uzaklaşmaları da tespit edilerek sebepleri soruldu. Yanıt yine yok. Amerikalı General William Shelton durumdan duyduğu rahatsızlığı 2014 yılında dile getirdi ama sessizlik devam etti. Baktılar ki bu 3 “popolarına motor takılı uydu”, uzayda fazlaca kontrolsüz fink atıyor, onun bunun uydusuna yaklaşıp uzaklaşıyor, Beyaz Saray’a bu konuda ne düşündüğü soruldu. Yanıt verilmedi. Uyduların lazer ya da patlayıcı taşıyabilme özelliği, komünikasyonlara ajanlık yapabilmesi, savaş aracı olarak kullanılabilme potansiyeliyle ilgili tartışmalar hâlâ devam ederken bir de duyuldu ki benzer manevra yapan uydular, Çin, İsveç, Japonya ve Amerika tarafından da fırlatılmış. Sessiz sedasız. İzinsiz, etiksiz. Yıl 2015 ve hâlâ diğer ülkelerden bu ülkelere “Tepemizde neler karıştırıyorsunuz?” diye sorma girişimi yok. Her ne kadar onlar başkalarının içişlerine burunlarını sokmaya devam etse de...

Neva ÇİFÇİOĞLU BANES

Süper organizma
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Bilim adamları beyni kontrol etmeyi başardı
Laboratuvar ortamında beyinlerine implant yerleştirilen farelerin hareketleri kontrol edillebildi

Amerikalı bilim insanları, laboratuvar ortamında beyinlerine implant yerleştirilen farelerin hareketlerini uzaktan kumandayla kontrol etmeyi başardı

St. Louis'deki Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi, Illinois Üniversitesi ve Ulusal Sağlık Enstitüsü araştırmacıları, beynin derinliklerindeki nöronların yapısını ve işleyişini anlamak için ilaçları doğrudan dokuya enjekte etmekte kullanılacak, uzaktan kumandayla kontrol edilebilen bir beyin implantı geliştirdi. Laboratuvar ortamında denek farelerinin beyinlerine yerleştirilen implant, farelerin hareketlerini uzaktan kumandayla kontrol edebildi.

Geleceğin tıbbı için çok önemli bir gelişme olarak nitelenen buluş, "Journal Cell" dergisinde yayımlandı.

Washington Üniversitesi'nden Doçent Dr. Michael R. Bruchas, "Araştırma, beyindeki devrelerin nasıl çalıştığını görmemizi sağlayacak" dedi. Bruchas, araştırmanın ağrı, depresyon, madde bağımlılığı gibi rahatsızlıkların tedavisine büyük katkıda bulunabileceğine dikkati çekti.

Sıvının ışıkla aktarımını sağlayan teknolojinin kullanıldığı araştırmada yumuşak maddeden, insan saçının çapının onda biri küçüklüğünde bir implant yapıldı. Gelecek nesil implant, bir yandan ilaçları dokuya gönderirken bir yandan da ışığı yayabiliyor.

Ulusal Sağlık Enstitüsü Nörolojik Hastalıklar Bölümü Direktörü, Dr. James Gnadt, yaptığı açıklamada "Bu araştırmanın en önemli özelliği, iki farklı teknolojiyi tek bir cihazda birleştirmesi" ifadesini kullandı.

Deneyde kullanılan farelerin, nöronların implant tarafından yayılan ışığa tepki vereceği şekilde genetik değişime uğratıldığını kaydeden Gnadt, implantın normal farelerde aynı etkiyi göstermeyeceğini belirtti.

NANO TEKNİKLER KULLANILMIŞ

Araştırmacılardan John A. Rogers, "Araştırmada beynin derinliklerindeki dokulara en az zararı verecek şekilde ulaşmamızı sağlayacak kadar küçük bir implant yapmak için nano-teknikler kullandık. Bu kadar minik cihazlar, bilim adamlarına ve tıbba çok büyük olanaklar sunuyor" dedi.

Araştırmacılar, implantı stres, depresyon, madde bağımlılığı ve ağrıda kullanılan beyin devrelerini incelemek için kullandı.

Araştırmanın, ABD Başkanı Barack Obama'nın tıbbın hala çözemediği en büyük gizem olarak tanımlanan insan beynini daha iyi anlamak için Beyaz Saray Beyin Araştırmaları İleri Yenilikçi Nöroteknolojiler (BRAIN) projesini açıklamasından daha önce başlatıldığı belirtildi.

Gnadt, "Bu araştırma, henüz beynin nasıl çalıştığını keşfetme düzeyinde. Depresyon, beyindeki kimyasalların dengesinin bozulması olarak tanımlanıyor. Eğer söz konusu kimyasalların dengesini bilirsek, bu dengeyi yeniden sağlayabiliriz" dedi.
headline.jpg

Bilim adamları beyni kontrol etmeyi başardı - Memurlar.Net
 
Tekerlekli Sandalye
Üst