internette yayınlanan farklı konulardaki haberler..

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
HOLLANDA’DA ÇOCUK OLMAK

29 gelişmiş ülkenin çocuklarının yaşam standardını inceleyen UNICEF, Hollandalı çocukların diğer ülkelerde yaşayanlardan çok daha fazla bir refah içinde yaşadıklarını tespit etmiş. Hollandalı çocuklar dünyanın en mutlu çocukları yani. Daha doğrusu, mutlu olmamaları için hiç bir nedenleri yok.

Buraya ilk geldiğimde en çok dikkatimi çeken şeylerden birisi çocukların ellerini, kollarını sallayarak, deftersiz, kalemsiz, bisikletlerine atlayarak okula gitmeleriydi. Gözlerimi alamazdım okul bahçesinde oynayan, oradan oraya koşan mavi gözlü, sarışın çocuklardan.

Bu ülkede çocuk olmak, mutlu olmak için yeterli olsa gerek, derdim.

Masal kitaplarında gördüğüm süt içen, renkli çoraplı, pembe etekli kızlar gelirdi aklıma onlara bakarken. Sırf bu görüntü için bile olsa, burada kalmaya değer derdim. Yazıklanırdım, her kıssadan bir hisse çıkarmakla geçirdiğim çocukluğuma.

Bir keresinde, öğretmen diz çökmüştü çocuğun birinin önünde. Onunla aynı göz hizasında konuşuyor, parmak sallamıyordu. Bahçede oynayan çocukların ceketlerinin düğmelerini ilikliyorlar, bir çocukla konuşur gibi konuşuyorlardı onlarla, bizdeki gibi, savaşa hazırladıkları küçük erlerle konuşur gibi değil.

Vatanı kurtarmaları, önemli adamlar olmaları gerekmiyordu. Çocuktular işte, bildiğimiz çocuk. Önce bir çocukluklarını yaşasınlar, deniyordu burada. Okuyacaklarsa eğer, okurlar zaten.

Hem mesleğin kötüsü olmaz. Yeter ki bir şey yapsınlar. Ne yaparlarsa zaten kendileri için..
Ailenin onuru için değil!!!!!


Kız çocuklarının güzel ve söz dinliyor olmasının önemi olmadığını, her oğlanın da hesabının kuvvetli olması gerekmediğini gördüm burada.

Çocukların bundan haberdar bile olmadıklarını, ebeveynlerin çocuk yetiştirme tarzındaki samimiyetlerini gördüm.
Evin içindeki yaşam biçimi ile dışarısı arasında büyük bir uçurum olmadığını, kapıdan dışarıya adımını atanın hemen düşüp bir yerlerini kıracağı korkusuna kapılmadıklarını anladım.

‘Neyi nasıl yapmazsam, ya da yapsam kimse çakmaz acaba’ ya kafa yormak yerine, konulan kuralların bir gereklilikten kaynaklanmış olabileceğini düşündüklerini, güvendiklerini gördüm.

Evlerinde, birbirlerine, konu komşuya, akrabaya, baba eve gelince takmak için kullandıkları maskeleri nereye sakladıklarını merak ettim önce ama zamanla anladım ki yoktu maskeleri.Kullanmıyorlardı.

Ne misafir odaları vardı, ne oturunca bozulmasından korktukları koltukları ve en garibi de anlattığınız şeylerin arkasında, anlatılmayan esas hikayeyi aramaya yeltenmiyorlardı. İnanıyorlardı her anlattığınıza ve siz orada donup kalıyordunuz öylece.

Şaşıyordunuz onların nasıl olup ta bu kadar saf kaldıklarına, alnınızın damarını çatlatmaya gerek kalmadan ikna olmalarına..

Herhalde bugün ters tarafımdan kalkmış olacağım ki, Avrupa hayranlığı tadı veren, tek yönlü bir tablo çıktı ortaya ama gözlemlerimin bir kısmı UNICEF tarafından da tasdiklenmiş durumda.

29 gelişmiş ülkenin çocuklarının yaşam standardını inceleyen UNICEF, Hollandalı çocukların diğer ülkelerde yaşayanlardan çok daha fazla bir refah içinde yaşadıklarını tespit etmiş.
Hollanda’dan sonra Norveç gelirken, Romanya en sonda gelen ülkelerdenmiş. Hollandalı çocuklar dünyanın en mutlu çocukları yani. Daha doğrusu, mutlu olmamaları için hiç bir nedenleri yok.

Araştırmada beş ana temayı ele almışlar.

Refah, sağlık, güvenli ortam, eğitim, yaşam şekli ve yeri. Hepsinde birinci gelmiş Hollanda. Yalan değil.

Çocuklar özgürler burada.


Düşündüklerini söylerler, ana baba farketmez.
Dünyada en az ev ödevi burada veriliyormuş mesela.
Defterleri, kitapları okuldadır ilkokul çocuklarının. Boş gider, boş gelirler.
Tatil, tatildir, ödevsiz geçer. Git, dinlen, arkadaşlarınla oyna, eğlen, gel derler.
Tatilde öğrenci değilsin.
Ailenin en akıllı çocuğuna, mokunda boncuk var muamelesi hele hiç yapılmaz. Zihinli çocuk zaten kendisini kurtarır düşüncesi ile, diğerlerine daha çok ilgi gösterirler hatta.
Zenginler mağazalardan, dar gelirliler de ikinci el dükkânlarından alır çocuklarına oyuncaklarını, ama alırlar.
Ailenin geliri ne olursa olsun, gençler onaltı yaşlarına geldiklerinde, birkaç saatliğine de olsa, sırf cep harçlıklarını kazanmak ve iş hayatını ögrenmek için, bir işe girerler. Kız, oğlan farketmez.

Hademesi de okulun müdürü de, öğlen yemegi olarak yemek üzere, ekmeklerini beraberinde götürürler evden çıkarken. Salam, reçel ya da peynir vardır arasında.
Belki de bu yüzden, ‘adam olup, yüksek mevkilere geldiklerinde’, önünde eğilecek insanlar aramazlar eskinin zihinli çocukları kimbilir.
Değerinde bırakırlar bazı şeyleri.
Zekâ ile insanlığı birbirine karıştırmazlar..


Nafiye Gölbaşı
Dünyalılar

Hollanda'da Çocuk Olmak - Dünyalılar - Bağımsız, değer katan, gerçek haber…

hollandada_cocuk.jpg
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
BİR ŞEYLERİ TAMAMLAMA DÜRTÜSÜ: ZEİGARNİK ETKİSİ

Geçmiş dönemde planlayıp da gerçekleştiremediğimiz projelerimize ait başarısızlıklar bize, Zeigarnik Etkisi olarak ve “keşke” şeklinde geri döner. Peki nedir bu etki ve aslında ne işe yarar?

1920’lerin ortalarında bir grup psikolog, Berlin Üniversitesinin restoranına gider. Kalabalık grup, siparişlerini verir. Siparişi, tek bir garson alır. Ancak, hiçbir siparişi kaydetmez. Grup, yemeklerini yer ve restorandan çıkar. Daha sonra, gruptan bir psikolog, geri dönerek, aynı garsonu bulur ve bunca siparişi aklında nasıl tuttuğunu sorar. Garson, üniversitenin onca kalabalık restoranındaki değil biraz evvel aldığı siparişi, psikologlardan oluşan grubu bile hatırlamamaktadır. Garsonun psikoloğa söylediği tek şey, siparişleri aklına yazıp, yemeklerin ilgili kişilere ulaştırılmasını sağladıktan sonra siparişleri aklından sildiğidir.

Konu, Rus öğrenci Bluma Zeigarnik’in (1901-1988) ilgisini çeker. Hocası Kurt Levin ile yaptığı çalışmada; bitirilmemiş, sonlandırılmamış işlerin, zihni meşgul ettiğini görürler. İş bitince, zihin bu meşguliyetten kendini kurtarmaktadır.

Zeigarnik Etkisi adı verilen, zihnin bu faaliyeti çerçevesinde aşağıdaki deneyleri gözden geçirelim.

Deney -1 Zeigarnik, bir takım deneklerden, bir seans içinde birden fazla defada, belli renkteki boncukları, kendilerine verilen sırada dizmelerini ister. Ancak, Zeigarnik bazen, boncuk dizilmesi esnasında, deneklere engel olup, boncuk dizme işini yarım bıraktırır. Söz gelimi, her bir denekten, on beş defa ve istenilen sırada boncuk dizmesi istendiğinde, bu on beş adet dizme işlemi içindeki herhangi üç adedinde, boncuk dizme işlemi yarım bıraktırılır. Daha sonra Zeigarnik, aradan belli zaman geçtikten sonra, deneklere, hangi dizimlerin akıllarında kaldığını sorduğunda, “kendilerine yarım bıraktırılan boncuk dizimleri” olduğunu söylerler.

Deney-2 Bir grup deneğe, bir roman okumaları ve romana ait detayları aktarmaları istenir. Detayların hatırlanması konusunda, deneklerin romana, beklenilen düzeyde konsantre olamadığı görülür. Bir başka deneyde ise, tamamlanmamış işleri olan ancak, bu işleri tamamlamaları için kendilerine plan yapmalarına izin verilen kişilerin (işleri tamamlamaları için değil, tamamlanmamış işlerin nasıl tamamlanacağına yönelik plan yapmaları için) okudukları romana ait detayları daha iyi hatırladıkları görülür. Buradan şu anlam çıkmaktadır ki, zihnin bilinçdışı çalışan kısmı, başka bir işe daha rahat geçebilmesi için, bir evvelki işin bitirilmesi doğrultusunda, bilinç dâhilinde çalışan kısma (prefrontal kortekse) plan yapması için baskı yapmaktadır. Aksi halde, sonraki işler (belki de bütün bir hayat) negatif olarak etkilenebilecektir.

Deney -3 Zeigarnik deneylerinden altmış yıl sonra, Kenneth McGraw, deneye katılan deneklerden belli bir ödül karşılığında olmak üzere zor bir yapbozu yapmalarını istedi. Deney başladıktan belli bir süre sonra hiç kimseye, yapbozu tamamlamasına fırsat verilmedi ve deneyin bittiği söylendi. Ancak deneklere, yapbozları tamamlamadıkları halde ücretleri ödendi. Deneyi tertipleyen uzmanlar, deneyin yapıldığı ortamdan ayrıldılar. Ancak deney, asıl bundan sonra başlıyordu. Deneye katılanların büyük çoğunluğu, kendilerinden istenmediği halde, deneyin yapıldığı ortamda kalarak yapbozu tamamlamaya devam ettiler.

Muhtemel ki, geçmiş dönemde, okuldayken, çözdüğümüz problemlerden çok, çözemediklerimiz akıllarımızda kalmıştır. Kısacası geçmiş dönemde planlayıp da gerçekleştiremediğimiz projelerimize ait başarısızlıklar bize, Zeigarnik Etkisi olarak ve “keşke” şeklinde geri döner. Peki, Zeigarnik etkisi, diğer her zihin faaliyetleri gibi, insanoğluna ne tür bir fayda sağlamaktadır acaba?

Öncelikle, “Sorumluluk” denen duygu durumu ile Zeigarnik Etkisi arasında bir bağ kurabiliriz. Genlerimizle gelen ve beyne ait bir mekanizmanın (limbik sistem), içinde yaşadığımız topluluk ve çevre koşulları ile beraber işlenen bu sorumluluk duygusunu, çoğunlukla farkında olmadan (bilincimiz dışında) edinmiş olmalıyız. Bir başka deyişle, sorumluluk duygusu, beynimizin düşünen kısmına ait değildir. Bunun da anlamı, sorumluluk denen mekanizma, genellikle, düşündüğümüz için değil, limbik sistem (beynimizde, duygu sistemimizin olduğu bölüm) tarafından gönderilen elektrik sinyalleriyle, düşünen beynimizin (prefrontal lop) uyarılması ve harekete geçmemiz şeklinde gündeme gelmektedir.

İkinci ve belki de daha önemlisi, içinde yaşadığı topluluğun, bu kişiye yüklediği (bilinç veya bilinçaltı) görevleri (sorumlulukları) eksik bırakmadan yerine getirmeye motive eden bir mekanizma olma düşüncesidir. Her ne kadar, sorumluluk duygusu günümüzde önemli bir kavram ise de, sorumluluk duygusunun esas fonksiyonel faydası, insanlığın ortaya çıkışındaki zamanda görülmüş olmalıdır. Söz gelimi avcı toplayıcı bir zamanda, erkekler, elde ettiği besini, eşi, çocuğu gibi bekleyenlerine götürerek bu sorumluluk döngüsünü tamamlamakta, böylece, sorumluluk, kendi dölünün de devamını sağlayacak bireylerin ve benzer üyelerin korunduğu bir mekanizmanın halkası olarak önümüze çıkmaktadır. Ayrıca, sorumluluk duygusu ile harekete geçen bu mekanizma, bireyin kendisini ve içinde yaşadığı grubu, tehlike veya tehdit altındaki durumlarda korumak adına bireyi, görev döngüsünü yarım bırakmadan tamamlamaya zorlayacaktır.

Özetle diyebiliriz ki, beynimizin duygusal formunu oluşturan ve bize sorumluluğumuzu hatırlatan beyin mekanizmasının gerek dış, gerekse iç etkenler ile uyarılması sonucu, bu kısımdan çıkan sinyaller prefrontal yani beynimizin düşünen, karar alan kısmına ulaşır. Böylece, düşünen beyin, sorumluluk merkezinden aldığı emri yerine getirmeye, tamamlanmamış döngüyü tamamlamaya çalışır.

“Sorumluluk” denen kavram bir hissediş olup, bu mekanizma olmadan, düşünen beynimiz, ne kadar düşünürse düşünsün, bu sorumluluğu hissedemeyecektir. Şu halde, sorumluluk olarak, bir bireyden, gerek kendisi için gerekse içinde bulunduğu toplumun beklentisi ölçüsünde yetişmediği veya yetiştirilmediği durumlarda o bireyi, sorumluluklarını yerine getirmediği gerekçesi ile suçlayabilir miyiz? Buna hemen cevap vermeden evvel, beynin düşünen kısmı ile duygu alanımızın bize yüklediği sorumluluk duygusu alanlarının farklı yerler olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Erol Güldürsün

Referanslar:

İrade, Roy F. Baumeister & Joh Tierney, Tual Yayınları, Sh.116

http://johnmarshallreeve.org/yahoo_site_admin1/assets/docs/Reeve_Cole_Olson1986.108221846.pdf

Bu yazı yazarın www.oktayaydin.com.tr adlı web sitesinde yayınlanan aynı adlı yazısından kısaltılarak eklenmiştir.

Dünyalılar

Bir şeyleri tamamlama dürtüsü: Zeigarnik Etkisi - Dünyalılar - Bağımsız, değer katan, gerçek haber…

ziegarnik-etkisi.jpg
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,057
Tepkime Puanı
92
Puanları
48
Burnuyla yazdığı kitabı 7 yılda bitirdi.

"Serebral palsi" hastalığı nedeniyle ellerini ve ayaklarını kullanamayan Mustafa Erol, "burnuyla kullandığı" bilgisayarda 7 yıldır yazdığı "Herkes beni engelli sanıyo" adlı kitabını tamamladı.

Aydın'ın Efeler ilçesinde, "serebral palsi" hastalığı nedeniyle ellerini ve ayaklarını kullanamayan Mustafa Erol, 2009 yılında burnuyla kullandığı bilgisayarda yazmaya başladığı ve "Herkes beni engelli sanıyo" ismini verdiği kitabı 7 yılda bitirdi. Aydın Valiliği ve İl Milli Eğitim Müdürlüğünün desteğiyle bin adet bastırılan kitap, örnek olması için okullarda dağıtılıyor.

Efeler ilçesinde ailesinin yardımıyla hayatını sürdüren 35 yaşındaki Mustafa Erol, doğumda beyni oksijensiz kalması nedeniyle "serebral palsi" hastası olarak yaşam mücadelesi veriyor.

Zamanını evde kitap okuyarak ve burnuyla bilgisayarda yazı yazarak geçiren Erol, 7 yıl önce başladığı ve engellilerin hayatta karşılaştıkları zorlukları anlatan kitabını bitirmenin sevincini yaşıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da aileyi telefonla arayarak akülü araç hediye ettiği Mustafa Erol, kitabını bitirerek azmin zaferine imza attı.

İlkokul, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitiren, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesinde 2 yıllık halkla ilişkiler ile 4 yıllık işletme bölümlerini tamamladıktan sonra Adnan Menderes Üniversitesi Edebiyat Bölümünde yüksek lisans yapmaya başlayan Erol, nisan ayında 90 sayfadan oluşan ve bin adet bastırılan kitapta kendi hayatında iz bırakan anılarını ve yapmak istediklerini kaleme aldı.

Kitabında hayata nasıl başladığını, karşılaştığı zorlukları, verdiği mücadeleleri, okuma ve yazma azmine destek olan ailesi ve öğretmenleriyle yaşadıklarını kaleme alan Erol, bilgisayara erişimini sağlayan tek uzvu, burnuyla yazı yazmaya çalışırken yaşadığı güçlükleri tek tek anlattı.

"KİTABI ALDIĞIMDA MUTLULUKTAN GÖZLERİMDEN YAŞ AKTI"

Hastalığı nedeniyle konuşmakta güçlük çeken ve düşüncelerini yazılı olarak anlatan Mustafa Erol, üniversite okuduğu için ilk kitabını yazmasının 7 yıl sürdüğünü, zaman zaman burnuyla yazı yazmada çok zorlandığını fakat üstesinden geldiğini belirtti.

Klavyenin üzerine sürekli eğildiği için boynunda ağrılar olduğunu ancak bunlara aldırmadığını aktaran Erol, şunları anlattı:

"Çünkü kitabımı çıkartmayı ve ileride ünlü bir yazar olmayı çok istiyordum. İlk kitabımı beğendim ama Mimar Sinan'ın Süleymaniye Camii için 'bu benim çıraklık eserim' dediği gibi ben de bu kitabım için çıraklık eseri diyorum. Şu anda engelli bir çocukla ilgili bir hikayeye başladım. Yaşar Kemal'i çok seviyorum. Hedefim en az onun kadar ünlü bir yazar olmak. Kitabımı okuyanlar çok beğendiklerini, kimi yerlerde duygulandıklarını, kimi yerlerde de güldüklerini söylediler.

Ben kitabımı yazarken mümkün olduğunca esprili bir dil kullandım. Kitabın ismine dikkat ederseniz içeriği gibi esprili, 'Herkes Beni Engelli Sanıyo.' Benim bildiğim engelli olup da burnuyla yazı yazabilen yok veya ben duymadım.

Kitabımı elime aldığım için inanılmaz derecede mutluyum, sanki bir rüyadayım. Kitabı ilk elime aldığımda mutluluktan gözlerimden yaş aktı."

"KİTABINI HEDİYE ETMEK İSTİYOR"

Baba Mehmet Emin Erol ise oğlunun kendi çabasıyla hayatını burnuyla kaleme aldığını ve engelli kişilerin oğlunu örnek alarak hayata bağlanmalarını istediklerini aktardı.

Erol, "Oğlum sağlıklı insanın bitiremediği 2 üniversiteyi bitirdi. Oğlum 'ben engelli değilim, bütün engelleri aştım' demek istiyor. Şimdiye kadar çok zorluklarla karşılaştık. Biz oğlumuzu hiçbir zaman dışlamadık. Devamlı sosyal aktivitelere götürdük. Hayata bugüne kadar hep pozitif baktı, negatif bakmadı. Oğlumun azminin herkese örnek olmasını istiyorum. Engelli bir insan bunu yapabiliyorsa sağlıklı insan kat kat fazlasını yapması gerekiyor. Oğlumun tek isteği, yazdığı kitabı kendisi Cumhurbaşkanımıza hediye etmek istiyor." şeklinde konuştu.

0c5d5275531fa3be73203b074a5a1ffe_kitaggjpg_610x375.jpeg


Burnuyla yazdığı kitabı 7 yılda bitirdi - Haber 10 - Haberler - Güncel ve Son Dakika Haberleri
 
Tekerlekli Sandalye
Üst