Nazım Hikmet

  • Konuyu başlatan Fırtına
  • Başlangıç tarihi

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Münevver' in Doğum Günü

2015-07-12_011127.jpg


Münevver' in Doğum Günü

Yapraklara dallara, yeşillere, allara,
Nice nice yıllara gülüm, nice nice yıllara.
Yaprak dala, al yeşile yaraşır,
Gayrı bundan böyle vermem seni ellere..
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Nerden Gelip Nereye Gidiyoruz?

28 Moskova (F.Melda Kalyoncu'dan).jpg

Nerden Gelip Nereye Gidiyoruz?

Başlangıç

Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
Kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
Ve taşı yonttuğumuzdan beri
Yıkan da, yaratan da biziz,
Yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.

Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
Arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
Toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve plastikte.

Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar?

1

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
Günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
Çocukların avuçlarında yeşerecekler.

Çocuklar ölebilir yarın,
Hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
Düşerek de değil kuyulara filân;
Çocuklar ölebilir yarın,
Çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
Çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
Arkalarında bir avuç kül bile değil,
Arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Krematoryum, krematoryum, krematoryum.
Bir deniz görüyorum
Ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
Yaşanmamış günlerimiz
Çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan.

2

Bir şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Beş şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yüz şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak,
Şair kalmayacak ki.

Pencerende bir sokak bulvarlı.
Odan sıcak.
Ak yastıkta üzüm karası saçlar.
Adamlar paltolu, ağaçlar karlı.
Penceren kalmayacak,
Ne bulvarlı sokak,
Ne ak yastıkta üzüm karası saçlar,
Ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar.
Ölülere ağlanmayacak,
Ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki.
Eller kalmayacak.
Negatif resimcikler dalların altındaki
Yok olmuş olan dalların altındaki.
Yok olmuş olan dalların üstünden
O bulutlardır geçen.
Güneye götürmeyin beni,
Ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Kuzeye götürmeyin beni...
Batıya götürmeyin beni,
Ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Doğuya götürmeyin beni...
Bırakmayın beni burada,
Götürün bir yerlere.
Ölmek istemiyorum,
Ölmek istemiyorum.
O bulutlardır geçen
Yok olmuş olan dalların üstünden.

3

Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız,
Kadın, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
Kitap da yetmiyor,
Ama keder
Dilediğin kadar,
Yorgunluk da göz alabildiğine.
Hürriyet hepimize yetmiyor.
Hürriyet hepimize yetebilir
Ve sevda kederi,
Hastalık kederi,
Ayrılık kederi,
Kocalmak kederinden
Gayrısı aşmayabilir eşiğimizi.
Kitap hepimize yetebilir.
Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz.
Yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların
Avuçlarıyla birlikte,
Boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler,
Yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim.

Çağırı

Tanrı ellerimizdir,
Tanrı yüreğimiz, aklımız,
Her yerde var olan tanrı,
Toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve plastikte
Ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların.

İnsanlar sizi çağırıyorum :
Kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
Buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
Üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
Günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
Çocukların avuçlarında yeşerecekler.



22.11.962
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Neyi Bildirir Sayılar

29 (A.Nesin Arşivi).jpg

Neyi Bildirir Sayılar

Sayılar bebelerin kundakları
Sayılar tabutları şehirlerin
Öldürülmüş
Öldürülebilecek olan
Sayılar yaklaşan bir şeyleri bildirir
Sayılar bildirir uzaklaşan bir şeyleri

Nedir yaklaşan bize
Bizden uzaklaşan nedir

Dünya savaşı: ı
Dünya savaşı: ıı
14'ten 18' e 39'dan 45' e 10 yıl 54 milyon ölü
49 milyon sakat
Ölülerle sakatların memleketi
103 milyon nüfuslu bir memleket
Ve ayrıca öksüzleri delileri yanık taşlarıyla

Ve gidenlerden biri evimizdendi
Gitti dönmedi bir daha
19'unda mıydı 40' ında mıydı aklımda kalmamış
Döndü iki gözü kör
Gök gözlü müydü kara gözlü müydü aklımda kalmamış
Döndü diz kapağından kesik sol bacağı
Döndü ve kapısını bulamadı evinin
14'ten 18' e 39'dan 45' e 10 yıl 54 milyon ölü
49 milyon sakat

Yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız
% 80'imiz aç
Dişlerimiz dökülüyor
Diş etlerimiz yara içinde
Ölü derilerimiz çatlak
Hele çocuklarımız
Sallanan koca kafaları
Kırış kırış yüzlerinde kederli iri gözleriyle
Ve eğri büğrü incecik bacakları üstünde karınları
Davul gibi

Yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız
% 80'imiz aç
Yıl 1962
62 yılında 2 avcı uçağını sofraya koysak
Çevirsek ete ekmeğe şaraba salataya
40 milyon insan doyasıya yer içer
40 milyon kediye de artar ekmekten etten
Kediler salata yemez şarap içmez
Kedileri ben kattım ziyafete

Balistik füzeleri filmlerde seyrettim
2 balistik füze yakıp kül eder 150 kitaplığı daha
Kurulmadan onlar
Belki benim kitabım da vardır içinde
62 yılında bombardıman uçaklarını gördünüz mü
Son modellerini
2 bombardıman uçağı 4 sağlık evini yükler yanına
Bombalarının
Temeli daha atılmamış 4 sağlık evini koskoca
Pırıl pırıl
Ve yatakları röntgenleri umutlarıyla
62'de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 12 milyar
Dolar yılda
10 yılda 120 bin milyar

Yıldızların sayısına yakın mı bilmem
120 bin milyar
Yahut 150 milyon yapılmamış ev
Yapılabilecek ama yapılmamış ev
150 milyon ev hayaleti
5 odalı akarsulu elektrikli banyolu
Kapıları merdivenleri pencereleri 150 milyon evin
Güneş doğarken camları
Gölgeleri akşamüstü
Balkonları ay ışığında

Ayının ini var
Sümüklü böceğin kabuğu
Bizimse bu işte halimiz ortada
Bir adam tanırım
İki elli iki ayaklı
Kaytan kara bıyıklı
Otuzuna bastı bu yıl
İki oğlundan biri yedisinde öbürü altı aylık
Anası karısı kaynatası
Ve bir fotoğraf askerlikte çekilmiş ya kendisinin ya
Rahmetli babasının
Ya kaynatasının
Ve bir leğen
Ve bir göz oda

150 milyon ev
Bu evlerden bir teki
Odaları kapıları akarsuyu ve yemek masası bu evin
62'de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 120 milyar
Dolar yılda
10 yılda 120 bin milyar dolar
Yahut 150 milyon yapılmamış ev
Yapılabilecek ama yapılamamış
Tanıdığım adamınki de içinde
Balkonunda ay ışığı
62'de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 120 milyar
Dolar yılda
Yahut yuvarlak hesap 1 milyar ölü adayı
Ve ölüme hazır en azdan yarısı bütün toprakların
Yarısı bütün ağaçların balıkların bütün yağmurların
Ve ana rahmine düşenlerin en azdan yarısı ölüme
Hazır
Tepeden tırnağa silahsızlansak
63'de mi olur 65' te mi artık
Atomlu atomsuz silahsızlansak bütün iklimlerde
Ve insanca işlesek yeryüzü nimetlerini
Çoğaltsak onları ¼
Kazırdık açlığın kökünü üç ayda
Dişlerimiz dökülmez olur
Kanamaz diş etlerimiz
Hele çocuklarımız
Keder silinir gözlerinden
Eğri büğrü bacakları doğrulur
İner şiş karınları

Neyi bildirir sayılar
Neyi bildirmeli
Yaklaşan nedir size
Uzaklaşan nedir bizden.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Nikbinlik

22 Karadeniz Kıyılarında bulunan Artek İzci Kampında öğrencilerle. 1953 (A.Nesin Arşivi).jpg


Nikbinlik

Güzel günler göreceğiz çocuklar,
Güneşli günler
Göreceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
Işıklı maviliklere
Süreceğiz...
Açtık mıydı hele bir
Son vitesi,
Adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! Çocuklar kim bilir
Ne harikuladedir
160 kilometre giderken öpüşmesi...

Hani şimdi bize
Cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
Yalnız cumaları
Yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
Bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
Işıklı caddelerde mağazaları,
Hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
Açılır kara kaplı kitap:
Zindan..
Kayış kapar kolumuzu
Kırılan kemik
Kan.
Hani şimdi bizim soframıza
Haftada bir et gelir.
Ve
Çocuklarımız işten eve
Sapsarı iskelet gelir..
Hani şimdi biz..
İnanın:
Güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler
Göreceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
Işıklı maviliklere
Süreceğiz.....


1930
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Niyazalant Sömürgesi

17 Havalanın da karşılanışıKonstantin Simonov, Aleksandr Borshagovski ve Nikolai Tikhonov..jpg

Niyazalant Sömürgesi

Afrika, Niyazalant sömürgesi.
Saat sabahın dördü.
Dipçikler kapıları dövdü
Ve işte fotoğraf :
Zenci kardeşlerim bir don bir gömlek
Ve ayakları çıplak
Ve pembe avuçlu elleri kıvırcık başlarının üzerinde
Dizilmişler duvar diplerinde.

Tıpkı bizim gibi,
Bizim de dipçikle dövüldü kapılarımız,
Bizim de ellerimiz havada, ayaklarımız çıplak,
Ama bizde de bize bağlı
Duvar diplerinde esir kalıp kalmamak.


1962
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Orada Tanıdıklarım

30  Bir Aşk Masalının prömiyerinde başkoreograf Yuri Grigoryeviç, bestekar Arif Melikov, r.jpg

Orada Tanıdıklarım

I

Bir kafes.
Bir kanarya kuşu.
Sarı kanatların
Tellere vuruşu.
Kitaplar, kitaplar,
Puşkin’den Mayakofskiye kadar
Şiir kitapları..
Kitaplar, kitaplar,
Felsefe - diyalektik materyalizm.
İktisat - dört cilt kapital.
Bir keman
Yeni doğmuş bir çocuk gibi yatıyor kutusunda.
Pencere açık.
Dışarıda şehir
Ay ışıklı uykusunda...
Gözler.
Kocaman, berrak, iri,
İki mavi damla gibi gözleri..
Kumral
Kıvırcık
Bir sakal.
Yüzü beyaz...
Pencere açık.
Gece.
Yaz....
Odada ikimiz.
Konuşuyor o:
"isterdim ki ben,
Şarkılarımı söylesinler benim
El ele tutuşup dönerken
Çocuk bahçelerinde çocuklarımız..
Duyduğum seslerin en güzelidir
Bir yaz gecesi
Dizimde yatan bir çocuğun
Bana yıldızları soruşu.."
Bir kafes.
Bir kanarya kuşu.
Bir keman
Yeni doğmuş bir çocuk gibi yatıyor kutusunda.
Pencere açık.
Dışarda şehir
Ayışıklı uykusunda.
Odada ikimiz.
Konuşuyor o:
isterdim ki ben,
Bir kitap bekçisi olayım
Camları güneşli bir kitap evinde.
Duyduğum zevklerin en doyulmazıdır
Yıldızlı cenup denizlerinin alevinde
Sabahlar gibi
Sevilen bir kitap başında sabahlamak....
Kitaplar, kitaplar,
Puşkin'den Mayakofskiye kadar
Şiir kitapları.
Felsefe - diyalektik materyalizm.
İktisat - dört cilt kapital.
Gözler.
Kocaman, berrak, iri,
İki mavi damla gibi gözleri.
Duvarda bir tabanca -
N a g a n t ..
Pencere açık.
Dışarda yaz.
Gözler.
Yüzü beyaz.
İkimiz.
Konuşuyor o:
Öldürüyorum.
Öldürüyorum.
Öldürüyorum.
Boşalan bir çuval gibi devrildiklerini görüyorum.
İş ağır.
Fakat...."
Duvarda bir tabanca
N a g a n t ..
İkimiz.
Konuşuyor o:
kalbini, kellesini, bağrını
- tek kelime -
İnkılaba verenler
Taşırlar bizde yükün en ağırını.
Öldürüyorum.
Devrildiklerini görüyorum...
Halbuki ben
Çocuklarımız el ele tutuşup dönerken
Şarkılarımı....
Ben..
Bir kitap evinde...
Yıldızlı cenup denizlerinin alevinde
Sabahlar gibi
Sevilen bir kitap başında sabahlayım...
Yüzü beyaz.
Pencere açık.
Gece.
Yaz..
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Orada Tanıdıklarım - II

30  Bir Aşk Masalının prömiyerinde başkoreograf Yuri Grigoryeviç, bestekar Arif Melikov, r.jpg

Orada Tanıdıklarım - II

"Nazım yoldaş
Benim kızım
Beş yaşında.
Benim kızımın annesi
1922 senesi.
Benim kızım
Dinledi ilk duvarcı türküsünü
Kurduğumuz yapının.
Yapı yükseldi
Yapı büyüdü.
Yeni yapıda yeni dokumacılar
Yeni renklerle yeni kumaşlar dokuyor.
Benim kızım büyüdü,
Benim kızım alfabe okuyor.
Ben büyüdüm
Felsefe okuyorum....."
Bir masa.
Başında masanın
Beyaz keten elbiseli
Tavariş marusa.
Duvarlarda fotoğraflar,
Bakıyorlar insana rüya görür gibi.
Duvarlarda fotoğraflar -
Bir fabrika avlusunda çekilmiş bazıları,
Üzerinde bazısının
Moğol, Uygur, Çin, Latin, Rus, tatar yazıları....
Bir masa
Üstünde masanın
Mavi bir Ukrayna kasesi.
Karanfiller.
Marusa'nın sesi:
Sene 918.
Zırhlı trenle kiyefe gitmedeyiz.
Kış.
Gece.
Kar.
Ayın içinden bir manzara gibi
Ukrayna stepleri karın altında yatıyorlar.
Havada tek bir insan sesi yok.
Dünyanın üstünde donmuş bir dünya gibi
Susan havada
Yalnız tekerleklerin şarkısı.
Kış.
Gece.
Kar.
Vagonda bizimkiler uyuyorlar.
Kapı açık.
Yıldızlar düşüyor içeriye.
İpekli bir kumaş yırtar gibi
Yürüyor yırtarak geceyi tren.
Uyuyor bizimkiler.
Bekliyorum ben
Mahnodan esir alınan
İki köylü neferi.
Yıldızlar düşüyor içeriye.
Gözlerime yalvarıyor
Esirlerin gözleri:
Bırak bizi
Bırak bizi
Bırak...
Aç gözlerle aç öküzler
Bekliyor bizi.
Bekliyor bizi toprak.
Bırak bizi
Bırak...
Kapı açık.
Yıldızlar düşüyor içeriye.
Öldürebilirim,
Yalvaran gözlere bakamam.
Başımı çevirdim geriye..
Ve
Tekrar baktığım zaman
Karın üstünde iki korkuydu kaçan.
Diz büktüm.
Mavzer.
Geçti bir saniye.
"bırak bizi"
Üç saniye..
"aç gözlerle aç öküzler"
Dört saniye..
"bekliyor bizi toprak"
Beş, altı, yedi..
Namluda
Arpacık
Titredi.
Geçiyor saniyeler.
Mavzer.
Kaçanların peşinden altı fişenk yaktım.
Ve hiçbiri
Değmedi
Hedefe.
Nasıl oldu bu?
Gökte uçan turnayı gözünden vuran kadın,
Vuramadın...
Vurmalıydım ama..
Kavgada düşmanın
Aile ismi sorulmaz.
İnkılabın nöbetinde
Dolaşık yumak gibi bir yürekle durulmaz..

Kış.
Gece.
Kar.
Hatıralar..
Hatıralar..

Köyden yoldaşlar göndermiş
Ukranya ekmeği yemez misiniz?"
Beyaz keten bir örtü.
Tombul esmer bir Ukrayna ekmeği.
Çavdarlı bir yaz kokusu esmer ekmekte..
Masa.
Başında masanın
Beyaz keten elbiseli
Tavariş marusa.....
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Orkestra

21 (Samiye Yaltırım Albümü).jpg

Orkestra

Bana bak!
Hey!
Avanak!
Elinden o zırıltıyı bıraksana!
Sana,
Üç telinde üç sıska bülbül öten
Üç telli saz
Yaramaz!

Bana bak!
Hey!
Avanak!
Üç telinde üç sıska bülbül öten
Üç telli saz
Dağlarla dalgalarla kütleleri
İleri
Atlatamaz!

Üç telli saz
Yatağını değiştirmek isteyen
Nehirlerden:-
Köylerden, şehirlerden
Aldığı hızla,
Milyonlarla ağzı
Bir tek
Ağızla
Güldüremez!
Ağlatamaz!
Hey!
Hey!
Üç telli sazın
Üç telinde öten üç sıska bülbül öldü acından.
Onu attım
Köşeye!
Hey!
Hey!
Üç telli sazın
Ağacından
Deli tiryakilere
İçi afyon lüleli
Bir çubuk
Yaptılar!

Hey!
Hey!
Dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla dalga gibi
Dağ-lar-la
Başladı orkestram!
Hey!
Hey!
Ağır sesli çekiçler
Sağır
Örslerin kulağına
Hay-kır-dı!.
Sabanlar güleşiyor tarlalarla,
Tarlalarla!
Coştu çalgıcı başı,
Esiyor orkestram
Dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla, dalga gibi
Dağ-lar-la.

1921
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Otobiyografi

2015-07-12_011534.jpg

Otobiyografi

1902'de doğdum
Doğduğum şehre dönmedim bir daha
Geriye dönmeyi sevmem
Üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
On dokuzumda Moskova’da komünist üniversite öğrenciliği
Kırk dokuzumda yine Moskova’da tseka-parti konukluğu
Ve on dördümden beri şairlik ederim

Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
Ben ayrılıkların
Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
Ben hasretlerin

Hapislerde de yattım büyük otellerde de
Açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

Otuzumda asılmamı istediler
Kırk sekizimde barış madalyasının bana verilmesini
Verdiler de
Otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
Elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana’ya

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabiri kitaplarıdır

Partimden koparmaya yeltendiler beni
Sökmedi
Yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

Sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
Şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
Aldattım kadınlarımı
Konuşmadım arkasından dostlarımın

İçtim ama akşamcı olmadım
Hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

Başkasının hesabına utandım yalan söyledim
Yalan söyledim başkasını üzmemek için
Ama durup dururken de yalan söyledim

Bindim tirene uçağa otomobile
Çoğunluk binemiyor
Operaya gittim
Çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
Çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
Camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
Ama kahve falıma baktırdığım oldu

Yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak

Kansere yakalanmadım daha
Yakalanmam da şart değil
Başbakan filan olacağım yok
Meraklısı da değilim bu işin
Bir de harbe girmedim
Sığınaklara da inmedim gece yarıları
Yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
Ama sevdalandım altmışıma yakın
Sözün kısası yoldaşlar
Bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
İnsanca yaşadım diyebilirim
Ve daha ne kadar yaşarım
Başımdan neler geçer daha
Kim bilir.




11 eylül 1961 / Doğu Berlin.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Ölçü

2015-07-12_011127.jpg

Ölçü

Sevdiğin müddetçe
Ve sevebildiğin kadar,
Sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe
Ve verebildiğin kadar gençsin.

1947
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Ölüme Dair

2015-07-12_011628.jpg

Ölüme Dair

Buyrun, oturun dostlar,
Hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
Hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilaç şişesini
Ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
Başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
Hoş gelip sefalar getirdiniz.

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Haşim.
Ne tuhaf şey,
Hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
Kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
Kömür küfesiyle beraber
Ambarın dibine...

Şilebin vinci çıkartmıştı naaşınızı
Ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
Simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
Ben sizi ölmüş zannediyordum,
Hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
Hoş gelip sefalar getirdiniz...

Yayalar-köylü Yakup,
İki gözüm,
Merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
Çok sıcak bir yaz günü
Yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?

Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
Tabutunuzun
Toprağa indiğini.

Hem galiba
Tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
Onu bırakın Ahmet cemil,
Vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
O ilaç şişesidir
Rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
Yapyalnız
Dünyayı unutabilmek için
Ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
Buyrun, oturun dostlar,
Hoş gelip sefalar getirdiniz...

Bir eski Acem şairi:
«ölüm Adildir» — diyor,—
«aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»

Haşim,
Neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
Herhangi bir şahın bir gemi ambarında
Bir kömür küfesiyle öldüğünü?...

Bir eski Acem şairi :
«ölüm Adildir» — diyor.
Yakup,
Ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski acem şairi :
«ölüm adil...»
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
Ölümün adil olması için
Hayatın adil olması lazım, diyorsunuz...

Bir eski Acem şairi...
Dostlar beni bırakıp,
Dostlar, böyle hışımla
Nereye gidiyorsunuz?
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri

2015-07-12_011127.jpg

Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri

Ne güzel şey hatırlamak seni :
Ölüm ve zafer haberleri içinden,
Hapiste
Ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
Ve saçlarında
Vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
Seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
Güneşli bir rahatlık
Ve etin daveti :
Kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
Sıcak
Koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
Yazmak sana dair,
Hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
Filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
Kendisi değil
Edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
Bir çekmece
Bir yüzük,
Ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
Fırlayarak yerimden
Penceremde demirlere yapışarak
Hürriyetin sütbeyaz maviliğine
Sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
Ölüm ve zafer haberleri içinden,
Hapiste
Ve yaşım kırkı geçmiş iken...

20 Eylül 1945

Bu geç vakit
Bu sonbahar gecesinde
Kelimelerinle doluyum;
Zaman gibi, madde gibi ebedî,
Göz gibi çıplak,
El gibi ağır
Ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
Kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
Yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
Onlar : ana,
Onlar : kadın
Ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
Kelimelerin insandılar...

21 Eylül 1945

Oğlumuz hasta,
Babası hapiste,
Senin yorgun ellerinde ağır başın,
Dünyanın hali gibi halimiz...

İnsanlar, daha güzel günlere insanları taşır,
Oğlumuz iyileşir,
Babası çıkar hapisten,
Güler senin altın gözlerinin içi,
Dünyanın hali gibi halimiz...

22 Eylül 1945

Kitap okurum :
İçinde sen varsın,
Şarkı dinlerim :
İçinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim :
Karşımda sen oturursun,
Çalışırım :
Karşımda sen.
Sen ki, her yerde «hazırı nazır»ımsın,
Konuşamayız seninle,
Duyamayız sesini birbirimizin :
Sen benim sekiz yıldır dul karımsın...

23 Eylül 1945

O şimdi ne yapıyor
Şu anda şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
Çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
— hey gülüm, beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...—

O şimdi ne yapıyor,
Şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
Okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
Her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
Sevgili, canımın içi ayaklar!..
Ve ne düşünüyor
Beni mi?
Yoksa
Ne bileyim
Fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
Neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor,
Şu anda, şimdi, şimdi?...

24 Eylül 1945

En güzel deniz :
Henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
Henüz söylememiş olduğum sözdür...

25 Eylül 1945

Saat 21.
Meydan yerinde kampana vurdu,
Nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
8 yıl...
Yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
Yaşamak :
Seni sevmek gibi ciddi bir iştir...

26 Eylül 1945

Bizi esir ettiler,
Bizi hapse attılar :
Beni duvarların içinde,
Seni duvarların dışında.

Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü :
Bilerek, bilmeyerek
Hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
Namuslu, çalışkan, iyi insanlar
Ve seni sevdiğim kadar sevilmeye layık...

30 Eylül 1945

Seni düşünmek güzel şey
Ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum...

1 Ekim 1945

Dağın üstünde :
Akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
Bugün de :
Sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
Birazdan açar
Kırmızı kırmızı :
Gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
Vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...

2 Ekim 1945

Rüzgâr akar gider,
Aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
Ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
Kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı :
Zorlayıp açmak ister.
Ben seni isterim :
Senin gibi güzel,
Dost
Ve sevgili olsun hayat...
Biliyorum henüz bitmedi
Sefaletin ziyafeti...
Bitecek fakat...

5 Ekim 1945

İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
Öğrettiler :
Aç kalmayı, üşümeyi,
Yorgunluğu ölesiye
Ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
Ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.

İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
Öğretebiliriz :
Dövüşmeyi insanlarımız için
Ve her gün biraz daha candan
Biraz daha iyi
Sevmeyi...

6 Ekim 1945

Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor halâ gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin ucunda
Uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir : — «P i r a y e ,
P i r a y e !...» — diye...

7 Ekim 1945

İnsan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri
Rüzgârlarla.
Dolaşmak tehlikeli hâlâ
Geceleyin açık denizleri...

Altı yıldır sürülmedi bu tarla,
Duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.
Tank paletlerinin izleri
Kapanır bu kış karla.

Ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
Yine yalan söylüyor antenler:
Alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
Fakat ezrailin sofrasından dönenler
Döndüler verilmiş kararlarla...

8 Ekim 1945

Çekilmez bir adam oldum yine:
Uykusuz, aksi, nalet.
Bir bakıyorsun ki
Ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
Sonra bir de bakıyorsun ki
Ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret
Ve merhamet...

Çekilmez bir adam oldum yine :
Uykusuz, aksi, nâlet.
Yine her seferki gibi haksızım.
Sebep yok,
Olması da imkânsız.
Bu yaptığım iş ayıp
Rezalet.
Fakat elimde değil
Seni kıskanıyorum
Beni affet...

9 Ekim 1945

Dün gece rüyama girdin :
Dizimin dibinde oturuyormuşun.
Başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.
Bir şeyler soruyormuşun.
Islak dudakların kapanıp açılıyor,
Sesini duymuyorum ama.

Gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
Havada fısıltısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
Kırmızı kafesinde, kanaryamın : «memo»mun türküsü,
Sürülmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
Ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
Senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
Sesini duymuyorum ama...

Kahrederek uyandım.
Kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
Düşünüyorum:
Yoksa senin miydi bütün o sesler?

10 Ekim 1945

Gözlerine bakarken
Güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
Bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...

Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
Durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
Sırrını her gün bir parça veren
Fakat hiçbir zaman
Büsbütün teslim olmayacak olan...

18 Ekim 1945

Kale kapısından çıkarken ölümle buluşmak üzre,
Son defa dönüp baktığımızda şehre,
Sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
«pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
Çalıştık gücümüzün yettiği kadar
Seni bahtiyar
Kılalım diye.
Devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
Devam ediyor hayat.
İçimiz rahat,
Gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
Gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
İşte geldik gidiyoruz
Şen olasın Halep şehri...»

27 Ekim 1945

Bir elmanın yarısı biz
Yarısı bu koskoca dünya.
Bir elmanın yarısı biz
Yarısı insanlarımız.
Bir elmanın yarısı sen
Yarısı ben
İkimiz...

28 Ekim 1945

Itır saksısında artan koku,
Denizlerde uğultular
Ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...

Sevgilim,
Yaş Kemalini buldu.
Bana öyle gelir ki
Belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ
Güneşin altında el ele yalınayak koşan
Hayran gözlü çocuklarız...

5 Kasım 1945

Çiçekli badem ağaçlarını unut.
Değmez,
Bu bahiste
Geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut:
Olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
Nemli, ağır kızıltılar...
Sevgilim, sevgilim,
Mevsim
Sonbahar...

8 Kasım 1945

Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
Ve Marmara denizinin dibinden geçip
Sonbahar topraklarını aşarak
Olgun ve ıslak
Geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı...

12 Kasım 1945

Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
Son lodoslar esmeye başladı.
Havayı dinliyorum:
Nabız yavaşladı.
Uludağ’ da, zirvede kar
Ve kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
Kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
Ovada kavaklar soyunuyor.
İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
Sonbahar bitti bitecek,
Nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.
Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz:
Büyük öfkemizin içinde
Ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...

13 Kasım 1945

Tarif kabul etmez, — diyorlar, — İstanbul’ un sefaleti,
Milleti, — diyorlar, — kırıp geçirdi açlık,
Verem illeti, — diyorlar, — diz boyu.
Şu kadarcık kız çocuklarını, — diyorlar, —
Yangın yerlerinde, sinema localarında...

Kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden:
Namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri —
Sahici İstanbul’ um,
Sevgilim, senin mekânın olan
Ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
Sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm
Ve evlât acısı gibi yüreğimde,
Senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir...

20 Kasım 1945

Saksılarda halâ tek tük karanfil bulunursa da
Ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
Tohum saçılıyor.
Ve zeytin devşirilmekte.
Bir yandan kışa girilmekte,
Bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
Bense hasretinle dolu
Ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
Yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursa’ da...

1945 yılı Aralık ayının dördü

İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
Giyin, kuşan,
Benze bahar ağaçlarına...
Hapisten
Mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
Kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
Böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
Ne münasebet,
Böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nazım Hikmet'in
Kadını...

5 Aralık 1945

Delindi sintine,
Esirler parçalamakta prangaları.
Yıldız-poyrazdır esen,
Tekneyi kayaların üstüne atacak.
Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,
Taş çatlasa batacak.
Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir alem
Kuracağız Pirayem...

6 Aralık 1945

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
Akar suyun,
Meyve çağında ağacın,
Serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
— çürüyen diş, dökülen et —,
Bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
Bu güzelim memlekette hürriyet...

7 Aralık 1945

Bursa’ da havlucu recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci hasana düşman,
Fakir-köylü Hatçe kadına,
Irgat Süleyman’ a düşman,
Sana düşman, bana düşman,
Düşünen insana düşman,
Vatan ki bu insanların evidir,
Sevgilim, onlar vatana düşman...

12 Aralık 1945

Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :
Pul pul altın
Bakır
Tunç ve tahta...
Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
Ve dağlar dumana batık
Kurşuni, sırılsıklam...
Tamam,
Sonbahar belki bugün bitti artık.
Yaban kazları hızla gelip geçti demin
Her hal İznik gölüne gidiyorlar.
Havada serin
Havada is kokusu gibi bir şey :
Havada kar kokusu var...

Şimdi dışarda olmak,
Dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«ata binmesini de bilmezsin,» diyeceksin ama
Şakayı bırak ve kıskanma,
Yeni bir huy edindim hapiste :
Seni sevdiğim kadar değilse de
Hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
Ve ikiniz de uzaktasınız...

13 Aralık 1945

Gece kar birdenbire bastırmış.
Bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
Göz alabildiğine bursa ovasında kış :
Başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
Sevgilim,
Değişti mevsim
Çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
Ve karın altında mağrur
Hamarat
Sürüp gidiyor hayat...

14 Aralık 1945

Hay aksi lanet, fena bastırdı kış...
Sen ve namuslu İstanbul'um ne haldesiniz kim bilir?
Kömürün var mı?
Odun alabildin mi?
Camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
Gece erkenden yatağa gir.
Evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
Yarı aç, yarı tok üşümek :
Dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
Bu işte de çoğunluk bizde...
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Portatif Karyola

2015-07-12_005838.jpg

Portatif Karyola

Bu onun karyolası
Portatif bir karyola.
O her sabah
Buradan çıkardı yola.
Ve her akşam
Burda çözerdi ıslak ayakkaplarını.
Karyolanın başucunda kitaplar...
Açıyorum
Birer birer
Kitaplarını.
Satırların
Üzerinde
Ellerinin izi var.
Pencerenin içindeki
Bu beyaz diş fırçası, bu bembeyaz sabun
Onun...
Elsiz kolları göğsünde
Yatıyor karyolanın üstünde
Lacivert gemici fanilası..
Bu onun karyolası
Portatif bir karyola.
Duvarda kül rengi bayramlık kasketi.
Yerde bir üçüncü mevki
Tren bileti.....
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Postacı

2015-07-12_011038.jpg

Postacı

İnsanın, dünyanın, yurdun haberini,
Ağacın, kuşun, kurdun haberini,
Seher vakitlerinde
Yahut
Gecenin ortasında
Taşıdım insanlara yüreğimin çantasında,
Şairlik ettim
Bir çeşit postacılık yani.
Çocukken postacı olmak isterdim,
Şairlik filan yoluyla değil ama
Bas baya, sahici postacı.
Renkli kalemlerle çizilirdi bin türlü resim
Hep aynı postacının, Nazımın resmi,
Jül Vern’ in romanlarıyla coğrafya kitaplarına.
İşte, köpeklerin çektiği kızağı
Sürüyorum buzun üzerinde,
Işıldıyor kuzey şafağı
Konserve kutularıyla posta
Paketlerinde.

Bering boğazını geçiyorum.
Yahut işte bozkırda gölgesinde ağır bulutların
Asker mektubu dağıtıp ayran içiyorum.
Yahut da büyük şehrin uğultulu asfaltındayım,
Çantamda yazıları yalnız müjdelerin
Yalnız umutların.
Yahut çölde, yıldızların altındayım.
Bir küçük kız ateşler içinde hasta.
Kapı çalınıyor gece yarısı:

Posta!
Küçük kızın gözleri açıldı mavi mavi.
Babası yarın akşam dönüyor hapislikten.
O karda kıyamette bendim bulan o evi,
Komşu kıza bendim telgrafı getiren.

Çocukken postacı olmak isterdim.
Oysaki, Türkiye'mde postacılık zor sanattır.
Telgraflarda envai türlü acı
Mektuplarda satır satır keder taşır
O güzelim memlekette postacı.

Çocukken postacı olmak isterdim.
Muradıma, Macaristan’da erdim, ellisinde.
Çantamda bahar,
Çantamda Tuna'nın pırıltısıyla
Kuş cıvıltısıyla,
Taze çimen kokusuyla dolu mektuplar.
Moskova'ya Budapeşte’den,
Çocukların çocuklara mektupları.

Çantamda cennet...
Bir zarfın üzeri:
"Memet,
Nazım hikmet'in oğlu,
Türkiye"
Diye yazılı.
Moskova'da mektupları birer birer
Kendim dağıtırım adreslerine.
Yalnız Memedin mektubunu götüremem yerine.
Hatta yollıyamam.

Nazım'ın oğlu,
Haramiler kesmiş yolu,
Mektubunu vermezler.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Radyoaktiviteli Yağmurlar Üstüne

2015-07-12_005932.jpg

Radyoaktiviteli Yağmurlar Üstüne

Kapayın pencereleri sımsıkı,
Çocukları sokaklara bırakmayın,
Yağmurlar ölüm taşıyor tohumlara,
Paslı yağmurlar yağıyor.

Yağmurları temizlemeli,
Yine gümüş gibi parlatmalı yağmurları,
Yağmurlar yine yalnız güneşi taşısın tohumlara,
Çocuklar yine koşabilsin yağmurların içinde,
Pencereleri yağmurlara açabilelim yine.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Rubailer

2015-07-12_010156.jpg

Rubailer

Birinci bölüm

1

Bir gerçek âlemdi gördüğün ey Celaleddin, heyûlâ filan değil,
Uçsuz bucaksız ve yaratılmadı, ressamı illetî-ûlâ filân değil.
Ve senin kızgın etinden kalan rubailerin en muhteşemi :
«suret hemi zıllest...» filân diye başlayan değil...

2

Ruhum ne ondan önce vardı, ne ondan ayrı bir sırrın Kemalidir,
Ruhum onun, o dışımdaki alemin bende akseden hayalidir.
Ve aslından en uzak ve aslına en yakın hayâl
Bana ışığı vuran yarimin Cemalidir...

3

Sevgilimin hayali dile geldi aynanın üzerinde :
«— o yok, ben varım,» — dedi bana günün birinde.
Vurdum, düştü parçalandı ayna, kayboldu hayal
Ve lakin çok şükür sevgilim duruyor yerli yerinde...

4

Muşambanın üstüne resmini bir kerecik çizdim ama
Günde bin kere resmin çıktı bende tepemden tırnağıma,
Fakat ne tuhaf şey hayalin onda daha çok kalacak
Benden uzun ömürlüdür muşamba...

5

Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayale.
Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
Ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
Ve asi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...

6

Öptü beni : «— bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır,» — dedi.
«bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır,» — dedi.
«ister gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
«körler onları görmese de, yıldızlar vardır,» — dedi...

7

Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
Pırıldamakta devâmedecek ben basıp gidince de,
Çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
Ve bende bu aslın sureti çıktı sadece...

8

«— paydos...» — diyecek bize bir gün tabiat anamız, —
«gülmek, ağlamak bitti çocuğum...»
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak :
Görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat...

9

Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,
Güzelim dünya elvedâ,
Ve merhaba
K â i n a t . . .

10

Balla dolu petek
Yani gözlerin güneşle dolu...
Gözlerin, sevgilim, gözlerin toprak olacak yarın,
Bal başka petekleri doldurmakta devâmedecek...

11

Ne nurdan
Ne çamurdan,
Sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki boncuk
Yuğrumlarındaki farkla hepsi aynı hamurdan...


12

Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız
Hep hısım akrabayız.
Ve ey güneş gözlü sevgilim, «cotigo, ergo sum»1 değil
Bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz...


1 düşünüyorum, demek ki varım.


13

Aramızda sadece bir derece farkı var,
İşte böyle kanaryam,
Sen kanatları olan, düşünemeyen kuşsun,
Ben elleri olan, düşünebilen adam...



İkinci bölüm

1

«— şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,» — dedi hayyam.
Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam :
«— ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,» — dedi,
«şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param...»

2

Ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek
Şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında...
Bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize :
Bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...

3

Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :
Yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan...
Perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
Gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan...

4

Geçmiş günün hasretini çekmem
— yalnız bir yaz gecesi bir yana —
Ve gözümün son mavi pırıltısı bile
Gelecek günün müjdesini verecek sana...

5

Ben, bir insan,
Ben, Türk şairi komünist nâzım hikmet ben,
Tepeden tırnağa iman,
Tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben...

6

Ben, spiker, konuştum,
Sesim bir tohum gibi ağır ve çıplak:
Kalbimin saat ayarını veriyorum,
Gonga tam şafak vakti vurulacak.


Üçüncü Bölüm

1

İnsan
Ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
Ya bir dakika bile çıkmazsın akıldan...

2

Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
Sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
Bahtiyarlığına benzer seni sevmek...

3

Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
Uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
Belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...

4

Gün iyiden iyiye ışıdı artık,
Tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık.
Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire:
Aydınlık, alabildiğine aydınlık...
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Ruhun

23 Moskova, 1955 (A.Nesin Arşivi).jpg


Ruhun

Ruhun bir ırmaktır gülüm
Akar yukarıda dağların arasından
Dağların arasından ovaya doğru
Ovaya doğru ovaya kavuşamadan bir türlü
Bir türlü kavuşamadan uykusuna söğütlerin
Geniş köprü gözlerinin rahatlığına
Sazlıklara yeşil başlı ördeklere
Düzlüklerin yumuşak başlı kederine kavuşamadan
Kavuşamadan ayın ışığındaki buğday tarlalarına ovaya doğru akar
Akar yukarıda dağların arasından
Bir yığılan bir dağılan bulutları sürükleyip
Geceleri iri iri yıldızları taşıyarak
Dağ başı yıldızlarını
Mavi güneşlerinide dağbaşı karlarının
Akar köpüklene köpüklene
Dibinde ak taşları kara taşlara karıştırıp
Akar akıntıya karşı yüzen balıklarıyla
Dönemeçlerde kuşkulu
Uçurumlara düşüp şahlanarak
Kendi uğultusuyla deli divane
Akar yukarıda dağların arasından
Dağların arasından ovaya doğru
Ovaya doğru ovayı kovalayıp
Ovaya kavuşamadan bir türlü.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Salatalık

6 1921 Moskova (Samiye Yaltırım Albümü).jpg


Salatalık

Avluda diz boyu kar
Lapa lapa da yağıyor
Hızını alamadı sabahtan beri bir türlü.
Mutfaktayız.
Masada, muşambanın üstünde bahar,
Masada, muşambanın üstünde körpecik bir salatalık
Çiçeği burnunda, pütürlü.

Çepçevre oturmuşuz bakıyoruz ona
Şavkı vuruyor yüzümüze yumuşacık
Bir tazeliktir kokuyor bir tazelik.

Çepçevre oturmuşuz bakı...yoruz ona
Şaşkın
Düşünceli
İyimser.

Rüyada gibi bir halimiz var.
Masada, muşambanın üstünde umut,
Masada, muşambanın üstünde güzel günler
Yeşil bir güneşle yüklü bulut
Yaklaşan sabırsız zümrüt bir kalabalık
Açılıp saçılacak sevdalar
Masada, muşambanın üstünde körpecik bir salatalık
Çiçeği burnunda, pütürlü.

Avluda diz boyu kar
Lapa lapa da yağıyor
Hızını alamadı sabahtan beri bir türlü...
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Salkım Söğüt

16 1948, Bursa (Samiye Yaltırım Albümü).jpg


Salkım Söğüt

Akıyordu su
Gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkım söğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
Koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden bire kuş gibi
Vurulmuş gibi
Kanadından
Yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
Gidenleri geri çağırmadı,
Baktı yalnız dolu gözlerle
Uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
Dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
Beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,
Atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,
Atları rüzgar kanatlılar!
Atları rüzgar kanat...
Atları rüzgar...
Atları...
At...

Rüzgar kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
Renkler silindi.
Siyah örtüler indi
Mavi gözlerine,
Sarktı salkım söğütler
Sarı saçlarının
Üzerine!

Ağlama salkım söğüt,
Ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
El bağlama!
Ağlama!
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Nazım Hikmet - Saman Sarısı

25 (A.Nesin Arşivi).jpg

Saman Sarısı

Vera Tulyakova'ya derin saygılarımla

I

Seher vakti habersizce girdi gara ekspres
Kar içindeydi
Ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
Peronda benden başka da kimseler yoktu
Durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
Perdesi aralıktı
Genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
Üst ranzada uyuyanı göremedim
Habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
Bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
Baktım arkasından
Üst ranzada ben uyuyorum
Varşova'da Bristol Oteli’nde
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
Oysa karyolam tahtaydı dardı
Genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Ak boynu uzundu yuvarlaktı
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
Oysa karyolası tahtaydı dardı
Vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu
Oysa karyolalar tahtaydı dardı
İniyorum merdivenleri dördüncü kattan
Asansör bozulmuş yine
Aynaların içinde iniyorum merdivenleri
Belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım
Vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
Üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir
Gül açıldı ağır ağır
Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde
Taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden
Şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan
Yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum
Yudum şehirlerimizin hasretini
İki şey var ancak ölümle unutulur
Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
Kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
Yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
Vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Çıktılar önüme ansızın
Oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı
Bir mangaydılar
Kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
Kolları kollarında gamalı haç işaretleri
Elleri ellerinde otomatikleri vardı
Omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
Omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
Hatta yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
Ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
Yürüdük
Korktukları hem de hayvanca korktukları belli
Gözlerinden belli diyemem
Başları yok ki gözleri olsun
Korktukları hem de hayvanca korktukları belli
Belli çizmelerinden
Korku belli mi olur çizmelerden
Oluyordu onlarınki
Korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
Bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
Her sese her kıvıltıya ateş ediyorlar
Hatta Şopen Sokağında mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
Ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
Ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
Ölüler bir ss mangası da olsa ölüler öldüremez
Ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
Ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
Bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
Bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
Derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim
Ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak
Bir francala gibi
Vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Belveder yolunda düşündüm lehlileri
Kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
Belveder yolunda düşündüm lehlileri
Bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler
Tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı
Girdim büyük salona genç bir kadınla
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu
Bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanepeler bebek evlerindeki gibi
Ve sen bundan dolayı
Bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin
Belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne
Uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada
Ak boynun uzundu yuvarlaktı
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu
Ve işte Kırakof şehrinde kapris barı
Vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
Ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
Onu oraya sen koydun
Bir taş kuyunun dibindeki suydu
Bakıyorum eğilip
Bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
Sesleniyorum
Seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
Ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
Gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
Kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
Cıgaranın ucunda senin
Ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
Ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
Aklından geçenlerdeydi ayrılık
Benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
Ayrılık rahatlığındaydı senin
Senin güvenindeydi bana
Büyük korkundaydı ayrılık
Birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
Oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
Ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
Ayrılık kurtulmuştu yer çekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
Tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı
Vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
Yürüdük yıldızlara değen orta çağ duvarlarının karanlığında
Vakıt hızla akıyordu geriye doğru
Ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
Ardımızdan koşuyordu önümüze
Yegelon üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dolaşıyor
Bozmağa çalışıyor kopernik'in araplardan kalma usturlabını
Ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynuyor
Katolik öğrencilerle
Vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
Vuruyor bulutlara kızıltısı nova huta'nın
Orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte
Ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara
Ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
Meryem ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borazan gece
Yarısını çaldı
Orta çağdan gelen çığlığı yükseldi
Şehre yaklaşan düşmanı verdi haber
Ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın
Borazan iç rahatlığıyla öldü
Ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acısını
Düşündüm
Vakit hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur
İskelesi gibi arkada kaldı
Seher vaktı habersizce girdi gara ekspres
Yağmurlar içindeydi Prag
Bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı
Kapağını açtım
İçinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
Kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna
Habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
Baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
Yağmurlar içindeydi Prag
Sen yoksun
Uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
Üst ranza bomboş
Sen yoksun
Yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
İçinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
Söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
Yitirilmiş akşamlar gibi vıltava suyu akıyor köprülerin altından
Sokaklar bomboş
Bütün pencerelerde perdeler inik
Tramvaylar bomboş geçiyor
Biletçileri vatmanları bile yok
Kahveler bomboş
Lokantalar barlar da öyle
Vitrinler bomboş
Ne kumaş ne kristal ne et ne şarap
Ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
Ne bir karanfil
Şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat
Artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için lejyonerler köprüsünden
Martılara ekmek atıyor
Gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
Her lokmayı
Vakıtları yakalamak istiyorum
Parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
Yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
Üst ranzada uyuyanı göremedim
Ben değilim bir uyuyan varsa orda
Belki de üst ranza boş
Moskova'ydı üst ranzadaki belki
Duman basmış leh toprağını
Birest'i de basmış
İki gündür uçaklar kalkıp inemiyor
Ama trenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar
Berlin’den beri kompartımanda bir başımayım
Karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah
Yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim
Garson kız tanıdı beni
İki piyesimi seyretmiş Moskova’da
Garda genç bir kadın beni karşıladı
Beli karınca belinden ince
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Tuttum elinden yürüdük
Yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
O yıl erken gelmişti bahar
O günler çoban yıldızına haber uçurulan günlerdi
Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
Yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanında yitirdim ansızın seni oysa
Ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin
Sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini
Ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan
Ama yine de ansızın yitirdim seni
Asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun
Bulvarlar karlı
Seninkiler yok ayak izleri arasında
Botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım
Milisyonerlere sordum
Görmediniz mi ?
Eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz
Elleri gümüş şamdanlarda mumlardır
Milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor
Görmedik
İstanbul'da Saray burnu akıntısını çıkıyor bir römorkör ardında üç
Mavna
Gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları
Seslendim mavnalara kızıl meydan'dan römorkörün kaptanına seslenemedim
Çünkü makinesi öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı
Yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu
Seslendim mavnalara kızıl meydan'dan
Görmedik
Girdim giriyorum Moskova’nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara
Ve yalnız kadınlara soruyorum
Yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar
Al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife
Ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık
Belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlardan
Bana ne
Güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz
Görmediniz mi
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman
Prag’ da aldı
Görmedik
Vakıtlarla yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben
Onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm
Kopuyor
Ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor
Önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telaştır alıyor beni
Tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum
Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin
Kalamış'ta balıkçının meyhanesine girdim ve Sait Faik’le tatlı tatlı
Konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri
Sancılar içindeydi ve dünya güzeldi
Lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin
Sırmalı kapıcılara bahşiş sever dalgın garsonlara
Gardıroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum
Görmedik
Çaldı gece yarısını Stırasnoy Manastırı’nın saat kulesi
Oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan
Yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda
Oralarda on dokuz yaşıma rastladım
Birbirimizi birde tanıdık
Oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile
Ama yine de birbirimizi birde tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik
Ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor
Uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir
Ve Stırasnoy Alanı’na şimdi Puşkin alanı kar yağmaya başladı
Üşüyorum hele ellerim ayaklarım
Oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü
Çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak
Ağzında ham bir elmanın tadı dünya
On dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki
Gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karış
Ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden
Onun başına gelecekleri bir ben biliyorum
Çünkü inandım onun bütün inandıklarına
Sevdim seveceği bütün kadınları
Yazdım yazacağı bütün şiirleri
Yattım yatacağı bütün hapislerde
Geçtim geçeceği bütün şehirlerden
Hastalandım bütün hastalıklarıyla
Bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri
Bütün yitireceklerini yitirdim
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman
Görmedim

On dokuz yaşım Beyazıt Meydanından geçiyor çıkıyor kızıl meydana
Konkord'a iniyor Abidin’e rastlıyorum da meydanlardan konuşuyoruz
Evveli gün Gagarin en büyük meydanı dolaşıp döndü titof da dolaşıp
Dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bundan
Haberim yok
Meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin’le tavan arasındaki otel
Odamda
Sen ırmağı da akıyor notrdam'ın iki yanından
Ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum sen
Irmağını rıhtımında yıldızların
Bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda paris damlarının
Bacalarına karışmış
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
Saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut
Çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin’le
Meydanda fır dönen Celâlettin’den konuşuyoruz
Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor
Ben renkleri yemiş gibi yerim
Ve matis bir manavdır kosmos yemişleri satar
Bizim Abidin de öyle Avni de Levni de
Mikroskobun ve füze lumbuzlarının gördüğü yapılar meydanlar renkler
Ve şairleri ressamları çalgıcıları onların
Hamlenin resmini yapıyor Abidin yüz elliye altmışın meydanlığında
Suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem öyle görüp
Öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakıtları tuvalinde Abidin’in
Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi
Genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde
Onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere
Bulacağım
İşte böyle işte böyle kızım düşürdüm ömrümün bir parçasını sen ırmağına
Sen Mişel Köprüsünden
Ömrümün bir parçası mösyö düpon'un oltasına takılacak bir sabah çiselerken aydınlık
Mösyö düpon çekip çıkaracak onu sudan Paris’in mavi suretiyle birlikte
Ve hiçbir şeye benzetemeyecek ömrümün bir parçasını ne balığa ne
Pabuç eskisine
Atacak onu mösyö düpon gerisin geriye Paris’in suretiyle birlikte suret
Eski yerinde kalacak.
Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına ırmakların
Damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım
Parmaklarımın ağırlığı yok
Parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar salına salına
Dönecekler başımın üstünde
Sağım yok solum yok yukarım aşağım yok
Abidin'e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı’nda şehit düşenin
Ve Gagarin yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü bilmediğimiz
Titof yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan arasında yatan
Genç kadının
Küba'dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir
Çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
Resmini yapabilir misin üstat
Yazık yazık Havana’da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin
Bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın
Bir duvarın üstünde bir el gördüm
Ferah bir türküydü duvar
El okşuyordu duvarı
El altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının
On yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır
Nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu
Yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun
Yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan
Otuz yaşındaydı el ve Havana’nın 150 kilometre doğusunda deniz
Kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu
Okşuyordu duvarı
Sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini
Kübalı balıkçı Nikolas’ın da elini yap kara kalem
Kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan ve
Okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas’ın elini
Kocaman bir el
Deniz kaplumbağası bir el
Ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el
Artık bütün sevinçlere inanan bir el
Güneşli denizli kutsal bir el
Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şeker kamışı hızıyla fışkırıp
Yeşerip ballanan umutların eli
1961'de Küba’da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok rahat evler
Gibi ağaçlar diken ellerden biri
Çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri
Mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el
Yalansız hürriyetin eli
Fidel'in sıktığı el
Ömrünün ilk kurşun kalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü
Yazan el
Hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların bal kutusu bir
Karpuzu kesiyorlarmış gibi
Ve gözleri parlıyor erkeklerinin
Ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne
Ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor
Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
Hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının
Akşam oluyor Paris’te
Notrdam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü ve Paris’in bütün eski
Yeni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü
Bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filan düşünüyorum ve anlıyorum ki
Bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri
Sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor
Onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur.
Paris'te bir kestane ağacı olacak
Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası
İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris’e boğaz sırtlarından
Halâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filan olmalı
Gidip elini öpmek isterdim
Varıp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabın kâadını yapanlar yazısını
Dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para verip
Alanlar alıp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman
Sarısı belası, başımın.

Tiren, Varşova - Krakof - Prag - Moskova - Paris - Havana - Moskova
 
Tekerlekli Sandalye
Üst